baris622
New member
- Katılım
- 3 Eki 2007
- Mesajlar
- 550
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
1961 Anayasası'nın ülkeye o güne dek hiç yaşanmayan bir özgürlük havası getirmesiyle, başta üniversitede okuyan aydın adayları olmak üzere toplumun tüm kesimlerinde ülke sorunlarına karşı bir duyarlılık başlamıştı. Fikir kulüplerinde tartışan gençler, çok kısa bir zaman içinde sadece tartışmakla sorunların çözülemeyeceğinin ayırdına vardı ve ya TİP'le ya da TİP'i aşan bir yapılanma içerisinde mücadele edilmesi gerektiği sonucunu çıkardı.
12 Mart darbesi öncesinde gençlerin sözlerine kulak verdiği eski kuşak komünistlerin kimi yanlışları, gerek TİP sempatizanlarının gerek TİP dışı gençliğin aynı çatı altında birleşmelerinin önüne engel çıkardı. Eski kuşağın deneyimlerinden bu anlamda yararlanamayan yeni yetişen kuşak, kendi çizgisini el yordamıyla bulmaya çalıştı.
Buna ek olarak, sosyalist dünya içerisindeki kimi ayrışmaların Türkiye'ye yansıması gençlerin izleyeceği ideolojik-politik hat konusunda bir ortaklaşmanın yakalanamaması sonucunu getirdi.
Tüm bu sayılanların neticesinde, genç kitleler birbirinden farklı gruplaşmalara ayrıldılar; ve uyanışa geçen kitleleri susturmayı amaçlayan 12 Mart darbesine karşı kendi bulundukları cepheden eylemlere giriştiler.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) imzasıyla eylemler yapan Deniz Gezmiş ve arkadaşları bir operasyon sonrasında yakalandılar ve mahkemeye çıkarıldılar. Geçen parlamento döneminde Tansu Çiller'in gözdelerinden olan Baki Tuğ'un savcılığını yaptığı mahkeme Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ı idama mahkum etti. Türkiye'deki hukuki prosedüre göre idamların mecliste onaylanma şartı var. Denizlerin idamının onaylanacağı meclis oturumunda, o zamanki Adalet Partisi'nin genel başkanı Süleyman Demirel'in oturduğu sıradan kalkıp eliyle işaret ederek ve "üç, üç" diye bağırarak tempo tutması unutulmadı. Demirel, 1961'de idam edilen Menderes, Polatkan ve Zorlu'ya karşılık "bizden üç, onlardan da üç" idam olması gerektiğini kastediyordu.
Farklı bir ideolojik hatta sahip Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) adlı bir örgüt kurmuş olan Mahir Çayan ve arkadaşları, daha düne kadar birlikte hareket ettikleri Denizlerin idamına karşı bir şeyler yapma düşüncesiyle 1972 yılının 27 Mart'ında Ünye Radar Üssü'nde görevli üç İngiliz teknisyeni kaçırdılar. Teknisyenlerle beraber Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyüne geldiler. Amaçları teknisyenlerle Denizleri takas etmekti.
Ancak kaldıkları yer bir köylü tarafından ihbar edildi ve çevreleri sarıldı. 30 Mart'ta gün boyu süren çatışmaların ardından Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı öldürüldü. Kendileriyle birlikte getirdikleri üç İngiliz teknisyen de bu arada öldü. Kıstırıldıkları evde yalnızca Ertuğrul Kürkçü tesadüfen sağ kalmayı başardı.
Mahirlerin öldürülmesinden bir hafta sonra, 6 Mayıs'ta Denizler de idam edildiler.
Türkiye topraklarının gösterdiği gibi, ne Mahirlerin öldürülmesi, ne de Denizlerin asılması devrim özlemini ortadan kaldıramadı. 1970'li yıllardan günümüze kadar onların savundukları yoldan farklılaşarak da olsa giden gruplar bunu kanıtlamıştır.
İzledikleri çizgiler, savundukları politikalar işçi sınıfı ideolojisinden uzak da olsa; kitlelerin dar bir öncü grubu sayesinde ayağa kaldırılabileceği gibi kolaycı ve sonuç alınması olanaksız bir düşünce de taşısalar, arkadaşlarımızın mücadelesi yolumuza ışık tuttu. Proletaryanın mücadele zenginliğine onların da deneyimlerini kattık. İşçi sınıfının yolundan giderken, sehpalarından "yaşasın sosyalizm" diye haykıran tüm dostlarımızın anıları yolumuzu aydınlatıyor
***********
12 Mart darbesi öncesinde gençlerin sözlerine kulak verdiği eski kuşak komünistlerin kimi yanlışları, gerek TİP sempatizanlarının gerek TİP dışı gençliğin aynı çatı altında birleşmelerinin önüne engel çıkardı. Eski kuşağın deneyimlerinden bu anlamda yararlanamayan yeni yetişen kuşak, kendi çizgisini el yordamıyla bulmaya çalıştı.
Buna ek olarak, sosyalist dünya içerisindeki kimi ayrışmaların Türkiye'ye yansıması gençlerin izleyeceği ideolojik-politik hat konusunda bir ortaklaşmanın yakalanamaması sonucunu getirdi.
Tüm bu sayılanların neticesinde, genç kitleler birbirinden farklı gruplaşmalara ayrıldılar; ve uyanışa geçen kitleleri susturmayı amaçlayan 12 Mart darbesine karşı kendi bulundukları cepheden eylemlere giriştiler.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) imzasıyla eylemler yapan Deniz Gezmiş ve arkadaşları bir operasyon sonrasında yakalandılar ve mahkemeye çıkarıldılar. Geçen parlamento döneminde Tansu Çiller'in gözdelerinden olan Baki Tuğ'un savcılığını yaptığı mahkeme Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ı idama mahkum etti. Türkiye'deki hukuki prosedüre göre idamların mecliste onaylanma şartı var. Denizlerin idamının onaylanacağı meclis oturumunda, o zamanki Adalet Partisi'nin genel başkanı Süleyman Demirel'in oturduğu sıradan kalkıp eliyle işaret ederek ve "üç, üç" diye bağırarak tempo tutması unutulmadı. Demirel, 1961'de idam edilen Menderes, Polatkan ve Zorlu'ya karşılık "bizden üç, onlardan da üç" idam olması gerektiğini kastediyordu.
Farklı bir ideolojik hatta sahip Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) adlı bir örgüt kurmuş olan Mahir Çayan ve arkadaşları, daha düne kadar birlikte hareket ettikleri Denizlerin idamına karşı bir şeyler yapma düşüncesiyle 1972 yılının 27 Mart'ında Ünye Radar Üssü'nde görevli üç İngiliz teknisyeni kaçırdılar. Teknisyenlerle beraber Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyüne geldiler. Amaçları teknisyenlerle Denizleri takas etmekti.
Ancak kaldıkları yer bir köylü tarafından ihbar edildi ve çevreleri sarıldı. 30 Mart'ta gün boyu süren çatışmaların ardından Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı öldürüldü. Kendileriyle birlikte getirdikleri üç İngiliz teknisyen de bu arada öldü. Kıstırıldıkları evde yalnızca Ertuğrul Kürkçü tesadüfen sağ kalmayı başardı.
Mahirlerin öldürülmesinden bir hafta sonra, 6 Mayıs'ta Denizler de idam edildiler.
Türkiye topraklarının gösterdiği gibi, ne Mahirlerin öldürülmesi, ne de Denizlerin asılması devrim özlemini ortadan kaldıramadı. 1970'li yıllardan günümüze kadar onların savundukları yoldan farklılaşarak da olsa giden gruplar bunu kanıtlamıştır.
İzledikleri çizgiler, savundukları politikalar işçi sınıfı ideolojisinden uzak da olsa; kitlelerin dar bir öncü grubu sayesinde ayağa kaldırılabileceği gibi kolaycı ve sonuç alınması olanaksız bir düşünce de taşısalar, arkadaşlarımızın mücadelesi yolumuza ışık tuttu. Proletaryanın mücadele zenginliğine onların da deneyimlerini kattık. İşçi sınıfının yolundan giderken, sehpalarından "yaşasın sosyalizm" diye haykıran tüm dostlarımızın anıları yolumuzu aydınlatıyor
***********