manashan
New member
- Katılım
- 27 Eki 2007
- Mesajlar
- 164
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
BURC EL-DUBAİ'DEN GAZZE'Yİ, ZEMZEM TOWER'DAN KÂBE'Yİ SEYRETMEK!
Doç. Dr. Hilmi DEMİR
Doç. Dr. Hilmi DEMİR
Mekke'de 1781 tarihinde yapılan, 2002 yılında Suudi Arabistan
tarafından yıkılan Ecyad bir Osmanlı kalesidir. Kâbe'ye giden hacı
kervanlarını bedevilerin saldırısından korumak için yapılan bu kale,
tarihin ne acı bir cilvesidir ki yine o bedevilerin torunları
tarafından yıkılmıştır.
Mekke'deki 500 yıllık Türk hâkimiyetinin önemli simgelerinden biri
olan bu kalenin yerinde şimdi muazzam bir çelik kule yükseltildi.
Şimdi Turco Tour'un devre mülk usulüyle satışa sunduğu, atalarınızın
kemikleri üzerine inşa edilen Babil kulesinden mülk alabilirsiniz.
Zemzem Tower birilerinin dediği gibi yalnızca vahhabi zihniyetinin
tarihe ve kültüre karşı bir ihaneti ve düşmanlığı olarak
geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Türkiye'deki Müslüman
kapitalistlerin atalarının kemikleri üzerine inşa edilen bu sefahat
kulesine olan düşkünlükleri de mi vahhabiliğin bir sonucudur?
Tabiî ki hayır. Zemzem Tower ve aslında unutulan Burc el-Dubai gibi kuleler
Orta doğuda kapitalizme eklemlenmiş bir İslam'ın garabetini ve
ikiyüzlülüğünü yansıtır.
Burç el-Dubai'de kadehlerin çın çın seslerinden ve cehennem
kahkahalarından Gazze'de ağlayan hüznün çocuklarını birkaç dolarla
avutmak ister misiniz? Milan'lı Kaka'ya 150 milyon Euro transfer
bedeli ödemeye hazırlanan Abu Dabi Şeyhi Mansur bin Zayid el-Nahyan ve
Suudi Arabistan Gazze'ye bağışladıkları Petro dolarla vicdanlarını
temizleyebilir mi?
Zemzem Tower'ın atlas yataklarında Kâbe'ye yüzünüzü dönüp
günahlarınıza af dilerken, gecenin yalnızlığına sarılıp yatan
Gazze'nin çocukları gelir mi aklınıza?
Atalarımızın kafataslarından kuleler yaptınız. Ninova'nın saraylarını
fakirlerin gözyaşlarından incilerle süslediniz. Babil bahçelerini
çocukların kemikleri üzerine yükselttiniz. Şehvetlerinizin ve
hırslarınızın kılıçlarıyla akıttığınız masum insanların kanları ile
doldurdunuz kadehlerinizi. Ve şimdi Petro dolarlarınızla Gazze ve
Kabe'ye karşı elinizde kadehlerle vicdanlarınızı yıkayabileceğinizi
düşünüyorsunuz ....
Tanrı'dan rol çalmaya çalışan Babil kulesi gibi Orta Doğunun kalbine
diktiğiniz sefahat kuleleri ile Firavun'un büyücüleri gibi bizi de
çağırıyorsunuz lüks hayatınıza... Bu eleştirilere karşı "Ne yani
Müslümanlar hep fakir mi kalsın istiyorsunuz?" türünden eleştirileri
duyar gibiyim.
Tabiî ki hayır! Biz gücünü ve parasını atalarının
kemikleri üzerine inşa edilen kuleleri pazarlamak ya da satın almak
için yarışan zihniyetin inançlarını pazarlayacak kadar köksüzleşmesine
isyan ediyoruz.
Atalarımızın oturaklı erdemine ve "Komşusu aç iken tok yatan bizden
değildir" diyen inancına karşı, duygusuz, ruhsuz, sefahate düşkün bir
Müslüman tipi yarattınız.
Yıllardır modernizm, aydınlanma, pozitivizm
diye yerden yere vurduğunuz batıcılığın, Orta doğuda kapitalizmin
vahşi doğasına teslim olan gelenekselciliğin kucağında nasıl doğunu
göremediniz.
Bir zamanlar Hıristiyanlık nasıl kaybetti tüm kazanımlarını
zannedersiniz. Orta çağ tarihçisi Ferdinand Gregorovius şöyle
aktarıyordu olup biteni; "putperest bir örtü çöreklendi kentin üstüne,
dünyevi şaşa papalık için ihtiyaç haline geldi; şımarık avam şölen,
şölen diye bağırıyordu ve kendisine bol bol şölen sunuldu".
Çünkü Türkiye'de ahkâm kesen İslamcı sosyologlar kapitalizmin
modernizmden ayrı olarak var olabileceğini ve kapitalizmi doğuran
şeyin de aslında lüks ve para gücü olduğunu anlayamadılar.
Tüm güçleriyle modernizme karşı savaşırken en geleneksel kalıplarıyla
korumaya çalıştıkları kalelerde yükselen kapitalizmin ayak seslerini
oldukça geç keşfettiler. Akla karşı postmodernizmi överken
irfanlarının üstünden geçen dört çarpı ciplerin içinde şuh bakışlı
işvebaz bir dilberin göz kırpmasıyla hikmetlerini de yitiriverdiler.
Dünyevileşmenin, siyasal erkin el değiştirmesinden çok daha öte
anlamlar içerdiğini, gerçekte dünyevileşmenin zevkperestlik, keyif ve
gösteriş düşkünlüğü ve lüks tüketim talepleriyle sosyal düzeni
kuşattığını düşünemediler. Oysa dindar insanın hayatındaki bu nitel
değişimler toplumsal hayatta nicel bir değişime dönüşerek yaşam
tarzını yeniden biçimlendirmektedir.
Maalesef bir şeyin görünür olması, onun anlamlı ve bir değere sahip
olması ile aynı şey değildir. Bu gün dindar görünürdür, onu sokakta,
alışveriş merkezlerinden, beş yıldızlı otellerde görebilirsiniz. Ama
insanlığın vicdanında, gönlünde dinin eşitlik, paylaşma, hak, adalet
gibi değerleri artık Gazze'nin sokaklarında, Irak'ın hapishanelerinde
kaybolmuştur.
Ali Bulaç'ın dediği gibi "nahif bir zihin, ancak milliyetçi bir
ideolojiyle yetinebildiği için daha üst varlık mertebesine ait bir
perspektiften insanlığın sorunlarına bakamaz" mış ya! Peki ya Kutsal
Topraklar vıcık vıcık bir küresel kapitalizme heba edilirken bundan
biz ne kadar kazanabiliriz diye susanlar insanlığa, hayata dair
vicdanını yitirmiş bir dindar ve kuru bir muhafazakârdan başka nedir ki.
Biz Zemzem Tower'dan insanlığın sorunlarına nasıl bakıldığını
anlayamayacak kadar naifiz. Atalarının kemikleri üzerine kurulan çelik
kafeslerin soğuk demirlerini pazarlayamayacak kadar paranın dilinden
de anlamayız.
Ama Rabbim şahidimizdir ki, Ecyad'da şehit olan her asker gibi bu
coğrafyada katledilen her insanın sorumluluğunu omuzlarında taşıyacak
kadar onurluyuz. Tarih bir gün Orta Doğuda kardeşlerinin kanları
üzerine petrol pazarlığı yapanlar ve kervanları soyanlarla herkesin
sağ salim yoluna gitmesini sağlamak için canının feda eden kervan
bekçileri arasındaki farkı kalın çizgilerle yazacaktır.
Fakat yeryüzünde açlık, sefillik ve kıtlık derinleşirken İslami
kapitalizmin Orta Doğudaki şefleri Türkiye'de kendine yeni ortaklar
bulabilir. Ama unutmamak gerekir ki, zevkin efendileri gaflet
kulelerinde kendilerini defnedecek hiç kimse olmaksızın ölümü
bekleyecekler. Şikâyetimiz Arif Nihat Asya'nın dilinden Kâbe'nin son
Nebisine olsun...
Neler duydu şu dünyada,
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!..
Artık, yolunu bilmiyor,
Artık, yolunu unuttu; ayaklarımız!
www.turkocagi.org.tr
Doç. Dr. Hilmi DEMİR
Doç. Dr. Hilmi DEMİR
Mekke'de 1781 tarihinde yapılan, 2002 yılında Suudi Arabistan
tarafından yıkılan Ecyad bir Osmanlı kalesidir. Kâbe'ye giden hacı
kervanlarını bedevilerin saldırısından korumak için yapılan bu kale,
tarihin ne acı bir cilvesidir ki yine o bedevilerin torunları
tarafından yıkılmıştır.
Mekke'deki 500 yıllık Türk hâkimiyetinin önemli simgelerinden biri
olan bu kalenin yerinde şimdi muazzam bir çelik kule yükseltildi.
Şimdi Turco Tour'un devre mülk usulüyle satışa sunduğu, atalarınızın
kemikleri üzerine inşa edilen Babil kulesinden mülk alabilirsiniz.

Zemzem Tower birilerinin dediği gibi yalnızca vahhabi zihniyetinin
tarihe ve kültüre karşı bir ihaneti ve düşmanlığı olarak
geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Türkiye'deki Müslüman
kapitalistlerin atalarının kemikleri üzerine inşa edilen bu sefahat
kulesine olan düşkünlükleri de mi vahhabiliğin bir sonucudur?
Tabiî ki hayır. Zemzem Tower ve aslında unutulan Burc el-Dubai gibi kuleler
Orta doğuda kapitalizme eklemlenmiş bir İslam'ın garabetini ve
ikiyüzlülüğünü yansıtır.
Burç el-Dubai'de kadehlerin çın çın seslerinden ve cehennem
kahkahalarından Gazze'de ağlayan hüznün çocuklarını birkaç dolarla
avutmak ister misiniz? Milan'lı Kaka'ya 150 milyon Euro transfer
bedeli ödemeye hazırlanan Abu Dabi Şeyhi Mansur bin Zayid el-Nahyan ve
Suudi Arabistan Gazze'ye bağışladıkları Petro dolarla vicdanlarını
temizleyebilir mi?
Zemzem Tower'ın atlas yataklarında Kâbe'ye yüzünüzü dönüp
günahlarınıza af dilerken, gecenin yalnızlığına sarılıp yatan
Gazze'nin çocukları gelir mi aklınıza?
Atalarımızın kafataslarından kuleler yaptınız. Ninova'nın saraylarını
fakirlerin gözyaşlarından incilerle süslediniz. Babil bahçelerini
çocukların kemikleri üzerine yükselttiniz. Şehvetlerinizin ve
hırslarınızın kılıçlarıyla akıttığınız masum insanların kanları ile
doldurdunuz kadehlerinizi. Ve şimdi Petro dolarlarınızla Gazze ve
Kabe'ye karşı elinizde kadehlerle vicdanlarınızı yıkayabileceğinizi
düşünüyorsunuz ....
Tanrı'dan rol çalmaya çalışan Babil kulesi gibi Orta Doğunun kalbine
diktiğiniz sefahat kuleleri ile Firavun'un büyücüleri gibi bizi de
çağırıyorsunuz lüks hayatınıza... Bu eleştirilere karşı "Ne yani
Müslümanlar hep fakir mi kalsın istiyorsunuz?" türünden eleştirileri
duyar gibiyim.
Tabiî ki hayır! Biz gücünü ve parasını atalarının
kemikleri üzerine inşa edilen kuleleri pazarlamak ya da satın almak
için yarışan zihniyetin inançlarını pazarlayacak kadar köksüzleşmesine
isyan ediyoruz.
Atalarımızın oturaklı erdemine ve "Komşusu aç iken tok yatan bizden
değildir" diyen inancına karşı, duygusuz, ruhsuz, sefahate düşkün bir
Müslüman tipi yarattınız.
Yıllardır modernizm, aydınlanma, pozitivizm
diye yerden yere vurduğunuz batıcılığın, Orta doğuda kapitalizmin
vahşi doğasına teslim olan gelenekselciliğin kucağında nasıl doğunu
göremediniz.
Bir zamanlar Hıristiyanlık nasıl kaybetti tüm kazanımlarını
zannedersiniz. Orta çağ tarihçisi Ferdinand Gregorovius şöyle
aktarıyordu olup biteni; "putperest bir örtü çöreklendi kentin üstüne,
dünyevi şaşa papalık için ihtiyaç haline geldi; şımarık avam şölen,
şölen diye bağırıyordu ve kendisine bol bol şölen sunuldu".
Çünkü Türkiye'de ahkâm kesen İslamcı sosyologlar kapitalizmin
modernizmden ayrı olarak var olabileceğini ve kapitalizmi doğuran
şeyin de aslında lüks ve para gücü olduğunu anlayamadılar.
Tüm güçleriyle modernizme karşı savaşırken en geleneksel kalıplarıyla
korumaya çalıştıkları kalelerde yükselen kapitalizmin ayak seslerini
oldukça geç keşfettiler. Akla karşı postmodernizmi överken
irfanlarının üstünden geçen dört çarpı ciplerin içinde şuh bakışlı
işvebaz bir dilberin göz kırpmasıyla hikmetlerini de yitiriverdiler.
Dünyevileşmenin, siyasal erkin el değiştirmesinden çok daha öte
anlamlar içerdiğini, gerçekte dünyevileşmenin zevkperestlik, keyif ve
gösteriş düşkünlüğü ve lüks tüketim talepleriyle sosyal düzeni
kuşattığını düşünemediler. Oysa dindar insanın hayatındaki bu nitel
değişimler toplumsal hayatta nicel bir değişime dönüşerek yaşam
tarzını yeniden biçimlendirmektedir.
Maalesef bir şeyin görünür olması, onun anlamlı ve bir değere sahip
olması ile aynı şey değildir. Bu gün dindar görünürdür, onu sokakta,
alışveriş merkezlerinden, beş yıldızlı otellerde görebilirsiniz. Ama
insanlığın vicdanında, gönlünde dinin eşitlik, paylaşma, hak, adalet
gibi değerleri artık Gazze'nin sokaklarında, Irak'ın hapishanelerinde
kaybolmuştur.
Ali Bulaç'ın dediği gibi "nahif bir zihin, ancak milliyetçi bir
ideolojiyle yetinebildiği için daha üst varlık mertebesine ait bir
perspektiften insanlığın sorunlarına bakamaz" mış ya! Peki ya Kutsal
Topraklar vıcık vıcık bir küresel kapitalizme heba edilirken bundan
biz ne kadar kazanabiliriz diye susanlar insanlığa, hayata dair
vicdanını yitirmiş bir dindar ve kuru bir muhafazakârdan başka nedir ki.
Biz Zemzem Tower'dan insanlığın sorunlarına nasıl bakıldığını
anlayamayacak kadar naifiz. Atalarının kemikleri üzerine kurulan çelik
kafeslerin soğuk demirlerini pazarlayamayacak kadar paranın dilinden
de anlamayız.
Ama Rabbim şahidimizdir ki, Ecyad'da şehit olan her asker gibi bu
coğrafyada katledilen her insanın sorumluluğunu omuzlarında taşıyacak
kadar onurluyuz. Tarih bir gün Orta Doğuda kardeşlerinin kanları
üzerine petrol pazarlığı yapanlar ve kervanları soyanlarla herkesin
sağ salim yoluna gitmesini sağlamak için canının feda eden kervan
bekçileri arasındaki farkı kalın çizgilerle yazacaktır.
Fakat yeryüzünde açlık, sefillik ve kıtlık derinleşirken İslami
kapitalizmin Orta Doğudaki şefleri Türkiye'de kendine yeni ortaklar
bulabilir. Ama unutmamak gerekir ki, zevkin efendileri gaflet
kulelerinde kendilerini defnedecek hiç kimse olmaksızın ölümü
bekleyecekler. Şikâyetimiz Arif Nihat Asya'nın dilinden Kâbe'nin son
Nebisine olsun...
Neler duydu şu dünyada,
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!..
Artık, yolunu bilmiyor,
Artık, yolunu unuttu; ayaklarımız!
www.turkocagi.org.tr