photoshopc
New member
- Katılım
- 10 Haz 2006
- Mesajlar
- 402
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)
"Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık" (Kamer Suresi, 49) ayetiyle haber verildiği gibi, Allah canlı cansız tüm varlıkları kaderleriyle birlikte yaratmıştır. Allah'ın belirlediği bu kader dışında hiçbir varlığın gerçekleşecek olan bir iyiliği ya da kötülüğü engellemeye ya da tersine çevirmeye gücü yetmez. İşte kamil iman sahipleri de "Allah'ın kendileri için yazdıkları dışında başlarına hiçbir şey gelmeyeceği"nin bilincinde olan kişilerdir.
Bu gerçek, aslında müminler için yaratılmış sonsuz bir rahatlık kaynağıdır. Çünkü yeryüzünde küçük büyük demeden tüm olayları, her türlü detayıyla "sonsuz bir akıl" planlamaktadır. Bu nedenle de her biri müminler için en hayırlı şekilde gelişmektedir.
Bu mutlak gerçeği kavrayan kamil iman sahipleri, Allah'ın sonsuz aklı ile belirlediği kadere gönülden teslim olarak yaşarlar. Allah'ın, yarattığı tüm olayları, temelinde dinin menfaatine ve inananların ahiretlerine faydalı olacak şekilde, bir hikmet üzerine yarattığını bilirler. Bir ayette "... Allah kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez" (Nisa Suresi, 141) şeklinde bildirilmesi, olayların mutlak surette inananların lehinde sonuçlanacağını haber vermektedir. Yine bir başka ayette de "... Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder..." (Hac Suresi, 40) şeklinde bildirilmiştir. Çünkü Allah iman edenlerin dostu ve velisidir. Allah'ı vekil edinen, yalnızca O'na dayanıp güvenen kamil iman sahipleri dünyada ve ahirette bu yardımın mutlaka kendilerine ulaşacağını hiçbir zaman unutmazlar. Özellikle de ilk bakışta aleyhlerine gibi gerçekleşen bir durum söz konusu olduğunda, bu düşüncelerinde kararlılık gösterir, bunda bir hayır olduğunu bilirler.
Allah dünyayı insanları denemek için özel bir imtihan ortamı olarak yaratmıştır. İnsanların çoğu başlarına bir iyilik, güzellik ya da bereket geldiğinde bunun Allah'tan olduğunu düşünerek Allah'a karşı teslimiyetli ve şükredici bir tavır gösterirler. Ancak ters gibi görünen ya da istemedikleri bir durumla karşılaştıklarında bu teslimiyetli tavırlarını hemen kaybederler. Allah'a karşı isyan edip, başkaldırmaya kadar varan bir tevekkülsüzlük ve nankörlük içerisine girerler. Kuran'da insanların bu durumu şöyle açıklanmıştır:
... Gerçek şu ki, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinir. Eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isabet ederse, bu durumda insan bir nankör kesiliverir. (Şura Suresi, 48)
Kamil iman sahipleri ise, "... Biz sizi şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz" (Enbiya Suresi, 35) ayetinde verilen sırrı kavramışlardır. Lehlerinde ya da aleyhlerinde gibi gözüken her olayın, aslında Allah'a olan imanlarının sınanması için özel olarak yaratılmış olduğunu unutmazlar. Karşılaştıkları olaylar her ne olursa olsun, Allah'a olan teslimiyetlerinde ve tevekküllerinde bir eksilme görülmez. Başlarına gelen ve olumsuzmuş gibi görünen pek çok olayın aslında ahiretleri için son derece hayırlı sonuçlar oluşturabileceğini bilirler. Çünkü Allah her olayı insanın görebildiği ve göremediği pek çok hikmetle birlikte yaratır. Bu gerçek bir ayette şöyle haber verilir:
... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)
Ayette de dikkat çekildiği gibi, kötülük sandığı şey aslında insan için bir iyiliğe vesile olabilir. Çünkü insanın başına gelen tüm olayları, "sonsuz akıl" sahibi olan Allah planlamaktadır. İnsanın aklı ve muhakemesi ise çok sınırlıdır. Bu nedenle insana düşen, kendisini her ihtimalde iyiye ulaştıracak olan, Allah'ın sonsuz aklı ile belirlediği kadere teslim olmaktır.
Bir olay ilk aşamada şer gibi görünebilir ama belki de Allah burada bu olaya maruz kalan kişilerin Kendisine olan teslimiyetlerini denemektedir. Ve belki de ikinci aşamada bu olayı büyük bir hayra dönüştürecektir. Allah'a güvenmeyen insanlar, ilk anda bunun bir deneme olduğunu unutup büyük bir kayıp içerisine girerler. Kamil anlamda bir imana sahip olan insanlar ise, hem güzel bir tavır gösterdikleri için Allah'ın rızasını kazanmış olurlar, hem de olayın sonucunda mutlaka bir hayra kavuşurlar.
Kader konusu İslam dininin en temel konularından biridir. Çok tartışılan ve gündemde olan bir konudur. Bu konuyla ilgili olarak aşırı giden bir çok grup ve mezhep sapikliğa kadar varmıştır. Geçmiş yüzyıllarda ehli sünnet alimleri kader ile ilgili aşırı giden grup veya mezheplere karşı bu konuda büyük mücadeleler vermiş ve gerekli tespitleri yaparak günümüze kadar ulaştırmışlardır. Mümine düşen ise bu tartışmalardan uzak olup şeksiz ve şüphesiz kader konusunda Allah'a c.c. teslim olmasıdır.
Yine kader bahsi içinde geçen bir başka konuda vardır ki buda önemlidir. Farklı bir başlık altında değilde bu konunun bir devami niteliğinde olmasinda fayda var diye düşündüm.Konu biraz uzun olacak kusura bakmayın.Ve bu vesileyle zaman zaman kafalari karıştıran şüpheci yaklaşımın sonucu olan bir sorununda cevabını vermiş olacağız. Soru şu:
"Mademki Allah c.c herşeyi yaratan ve var edendir bu anlamda kullarinin günah işlerken yapkiklari fiil ve davranişlarini da yaratmıştır. O halde kullar yaptıkları günahlardan sorumlu değildirler. Bu tamamen Allah'ın sorumluluğundadır. O halde Günah işleyenler cezalandırılamaz"
Bilindiği gibi insan, kâinattaki yaratıkların en olgunu ve şereflisidir. Çünkü, bu âlemdeki canlı cansız varlıkların hepsi, insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. Bu bakımdan insan, Rabb'ini bilmek ve O'na ibadet etmek için olduğu gibi, bu dünyayı imar ve ıslah etmek için de yaratılmıştır. Bu sebeple "Allahu Teâlâ, insana her türlü güzel vasıflar, yanında onu diğer varlıklara üstün kılan ve insan yapan, akıl, ruh, irade ve seçim gibi manevi değerler vermiştir. O, aklı, irade ve seçme gücü ile diğer varlıkların yapamayacağı bir çok işleri yapmak, yeni yeni şeyler keşfedip kesb etmek kudretine sahiptir.
İnsana bu sınırlı kudreti ve cüzî iradeyi veren; gücü her şeye yeten mutlak kudret, kulli irade ve sonsuz kemal sahibi olan Allah Teâlâ'dır. Fakat insana verilen bu sıfatların hiç biri tam ve mutlak değildir. Allah'ın kemâl sıfatlarına nazaran çok eksik ve sınırlıdır. Bu sebeple insan, iradesini, fıtrî yeteneklerini ve diğer sıfatlarını kullanırken, belirli ölçülere, kayıtlara ve ilâhî kanunlara tabidir. Fakat bu kayıtlara ve bazı engellere rağmen insan, cüz'î iradesini kendi sınırları içinde kullanmakta ve dilediği tarafa yöneltmekte serbesttir. Gerçek şudur ki insan, belirli ölçüler ve sınırlar içinde hareket edebilen hür bir varlıktır.
O halde insanın kendi irade ve seçimi ile yaptığı, isteyip elde ettiği işler vardır ve yaptığı bu işlerden elbette sorumludur. Yapmakla mükellef olduğu iyi ve güzel işler karşılığında mükafaat alacak, yapmaması gerekenler karşılığında da ceza görecektir., Çünkü insan, kendi irade ve isteğiyle iyi veya kötü belirli bir işi yapmaya karar vermiş ve o kararını uygulamaya koymaya girişmiş olmakla, o işin sorumluluğunu yüklenmiştir. İşte insanlar, sahip oldukları bu irade ve seçme melekelerine sahip olmalarından dolayı mükellef ve yaptıkları işlerden sorumludurlar. Bu teklif esasına göre dinen sevaba layık veya cezaya müstehak olurlar. Aksi halde insanlar mükellef ve yaptıkları işlerden sorumlu olmazlar. Teklif ve sorumluluk, sevap ve ceza esaslarını kabul etmemek ise, bütün ilahî dinlerin esas ve gayesine aykırıdır.
Diğer taraftan, şayet insanlar yaptıkları her işi mecburi ve zorunlu olarak yapar diye düşünürse, cebir (zorlama) lazım gelir ve insan iradesi inkâr edilmiş olur. Yani insanların yaptıkları hiç bir işte irade ve secim hakki olmaz, buna rağmen o işlerden sorumlu tutulmuş olurlar ki bu, ilahi adalete aykırı düşer. Bu sonuç ise batıldır.
ALINTI ve DERLEMEDIR
"Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık" (Kamer Suresi, 49) ayetiyle haber verildiği gibi, Allah canlı cansız tüm varlıkları kaderleriyle birlikte yaratmıştır. Allah'ın belirlediği bu kader dışında hiçbir varlığın gerçekleşecek olan bir iyiliği ya da kötülüğü engellemeye ya da tersine çevirmeye gücü yetmez. İşte kamil iman sahipleri de "Allah'ın kendileri için yazdıkları dışında başlarına hiçbir şey gelmeyeceği"nin bilincinde olan kişilerdir.
Bu gerçek, aslında müminler için yaratılmış sonsuz bir rahatlık kaynağıdır. Çünkü yeryüzünde küçük büyük demeden tüm olayları, her türlü detayıyla "sonsuz bir akıl" planlamaktadır. Bu nedenle de her biri müminler için en hayırlı şekilde gelişmektedir.
Bu mutlak gerçeği kavrayan kamil iman sahipleri, Allah'ın sonsuz aklı ile belirlediği kadere gönülden teslim olarak yaşarlar. Allah'ın, yarattığı tüm olayları, temelinde dinin menfaatine ve inananların ahiretlerine faydalı olacak şekilde, bir hikmet üzerine yarattığını bilirler. Bir ayette "... Allah kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez" (Nisa Suresi, 141) şeklinde bildirilmesi, olayların mutlak surette inananların lehinde sonuçlanacağını haber vermektedir. Yine bir başka ayette de "... Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder..." (Hac Suresi, 40) şeklinde bildirilmiştir. Çünkü Allah iman edenlerin dostu ve velisidir. Allah'ı vekil edinen, yalnızca O'na dayanıp güvenen kamil iman sahipleri dünyada ve ahirette bu yardımın mutlaka kendilerine ulaşacağını hiçbir zaman unutmazlar. Özellikle de ilk bakışta aleyhlerine gibi gerçekleşen bir durum söz konusu olduğunda, bu düşüncelerinde kararlılık gösterir, bunda bir hayır olduğunu bilirler.
Allah dünyayı insanları denemek için özel bir imtihan ortamı olarak yaratmıştır. İnsanların çoğu başlarına bir iyilik, güzellik ya da bereket geldiğinde bunun Allah'tan olduğunu düşünerek Allah'a karşı teslimiyetli ve şükredici bir tavır gösterirler. Ancak ters gibi görünen ya da istemedikleri bir durumla karşılaştıklarında bu teslimiyetli tavırlarını hemen kaybederler. Allah'a karşı isyan edip, başkaldırmaya kadar varan bir tevekkülsüzlük ve nankörlük içerisine girerler. Kuran'da insanların bu durumu şöyle açıklanmıştır:
... Gerçek şu ki, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinir. Eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isabet ederse, bu durumda insan bir nankör kesiliverir. (Şura Suresi, 48)
Kamil iman sahipleri ise, "... Biz sizi şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz" (Enbiya Suresi, 35) ayetinde verilen sırrı kavramışlardır. Lehlerinde ya da aleyhlerinde gibi gözüken her olayın, aslında Allah'a olan imanlarının sınanması için özel olarak yaratılmış olduğunu unutmazlar. Karşılaştıkları olaylar her ne olursa olsun, Allah'a olan teslimiyetlerinde ve tevekküllerinde bir eksilme görülmez. Başlarına gelen ve olumsuzmuş gibi görünen pek çok olayın aslında ahiretleri için son derece hayırlı sonuçlar oluşturabileceğini bilirler. Çünkü Allah her olayı insanın görebildiği ve göremediği pek çok hikmetle birlikte yaratır. Bu gerçek bir ayette şöyle haber verilir:
... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)
Ayette de dikkat çekildiği gibi, kötülük sandığı şey aslında insan için bir iyiliğe vesile olabilir. Çünkü insanın başına gelen tüm olayları, "sonsuz akıl" sahibi olan Allah planlamaktadır. İnsanın aklı ve muhakemesi ise çok sınırlıdır. Bu nedenle insana düşen, kendisini her ihtimalde iyiye ulaştıracak olan, Allah'ın sonsuz aklı ile belirlediği kadere teslim olmaktır.
Bir olay ilk aşamada şer gibi görünebilir ama belki de Allah burada bu olaya maruz kalan kişilerin Kendisine olan teslimiyetlerini denemektedir. Ve belki de ikinci aşamada bu olayı büyük bir hayra dönüştürecektir. Allah'a güvenmeyen insanlar, ilk anda bunun bir deneme olduğunu unutup büyük bir kayıp içerisine girerler. Kamil anlamda bir imana sahip olan insanlar ise, hem güzel bir tavır gösterdikleri için Allah'ın rızasını kazanmış olurlar, hem de olayın sonucunda mutlaka bir hayra kavuşurlar.
Kader konusu İslam dininin en temel konularından biridir. Çok tartışılan ve gündemde olan bir konudur. Bu konuyla ilgili olarak aşırı giden bir çok grup ve mezhep sapikliğa kadar varmıştır. Geçmiş yüzyıllarda ehli sünnet alimleri kader ile ilgili aşırı giden grup veya mezheplere karşı bu konuda büyük mücadeleler vermiş ve gerekli tespitleri yaparak günümüze kadar ulaştırmışlardır. Mümine düşen ise bu tartışmalardan uzak olup şeksiz ve şüphesiz kader konusunda Allah'a c.c. teslim olmasıdır.
Yine kader bahsi içinde geçen bir başka konuda vardır ki buda önemlidir. Farklı bir başlık altında değilde bu konunun bir devami niteliğinde olmasinda fayda var diye düşündüm.Konu biraz uzun olacak kusura bakmayın.Ve bu vesileyle zaman zaman kafalari karıştıran şüpheci yaklaşımın sonucu olan bir sorununda cevabını vermiş olacağız. Soru şu:
"Mademki Allah c.c herşeyi yaratan ve var edendir bu anlamda kullarinin günah işlerken yapkiklari fiil ve davranişlarini da yaratmıştır. O halde kullar yaptıkları günahlardan sorumlu değildirler. Bu tamamen Allah'ın sorumluluğundadır. O halde Günah işleyenler cezalandırılamaz"
Bilindiği gibi insan, kâinattaki yaratıkların en olgunu ve şereflisidir. Çünkü, bu âlemdeki canlı cansız varlıkların hepsi, insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. Bu bakımdan insan, Rabb'ini bilmek ve O'na ibadet etmek için olduğu gibi, bu dünyayı imar ve ıslah etmek için de yaratılmıştır. Bu sebeple "Allahu Teâlâ, insana her türlü güzel vasıflar, yanında onu diğer varlıklara üstün kılan ve insan yapan, akıl, ruh, irade ve seçim gibi manevi değerler vermiştir. O, aklı, irade ve seçme gücü ile diğer varlıkların yapamayacağı bir çok işleri yapmak, yeni yeni şeyler keşfedip kesb etmek kudretine sahiptir.
İnsana bu sınırlı kudreti ve cüzî iradeyi veren; gücü her şeye yeten mutlak kudret, kulli irade ve sonsuz kemal sahibi olan Allah Teâlâ'dır. Fakat insana verilen bu sıfatların hiç biri tam ve mutlak değildir. Allah'ın kemâl sıfatlarına nazaran çok eksik ve sınırlıdır. Bu sebeple insan, iradesini, fıtrî yeteneklerini ve diğer sıfatlarını kullanırken, belirli ölçülere, kayıtlara ve ilâhî kanunlara tabidir. Fakat bu kayıtlara ve bazı engellere rağmen insan, cüz'î iradesini kendi sınırları içinde kullanmakta ve dilediği tarafa yöneltmekte serbesttir. Gerçek şudur ki insan, belirli ölçüler ve sınırlar içinde hareket edebilen hür bir varlıktır.
O halde insanın kendi irade ve seçimi ile yaptığı, isteyip elde ettiği işler vardır ve yaptığı bu işlerden elbette sorumludur. Yapmakla mükellef olduğu iyi ve güzel işler karşılığında mükafaat alacak, yapmaması gerekenler karşılığında da ceza görecektir., Çünkü insan, kendi irade ve isteğiyle iyi veya kötü belirli bir işi yapmaya karar vermiş ve o kararını uygulamaya koymaya girişmiş olmakla, o işin sorumluluğunu yüklenmiştir. İşte insanlar, sahip oldukları bu irade ve seçme melekelerine sahip olmalarından dolayı mükellef ve yaptıkları işlerden sorumludurlar. Bu teklif esasına göre dinen sevaba layık veya cezaya müstehak olurlar. Aksi halde insanlar mükellef ve yaptıkları işlerden sorumlu olmazlar. Teklif ve sorumluluk, sevap ve ceza esaslarını kabul etmemek ise, bütün ilahî dinlerin esas ve gayesine aykırıdır.
Diğer taraftan, şayet insanlar yaptıkları her işi mecburi ve zorunlu olarak yapar diye düşünürse, cebir (zorlama) lazım gelir ve insan iradesi inkâr edilmiş olur. Yani insanların yaptıkları hiç bir işte irade ve secim hakki olmaz, buna rağmen o işlerden sorumlu tutulmuş olurlar ki bu, ilahi adalete aykırı düşer. Bu sonuç ise batıldır.
ALINTI ve DERLEMEDIR