64general1
New member
- Katılım
- 14 Haz 2007
- Mesajlar
- 1,720
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
"Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı.
Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum." (Mustafa Kemal Atatürk, 1924)
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 130. maddesi; “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur.” demektedir.
Bu üniversitelerin organları ise 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Yasasında beliren kurallara göre seçilir.
Bu yazıda, şu anda gündemi oluşturan Rektör seçimlerini ele alıp düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım.
Üniversite Organlarından biri ve en önemlisi olan Rektör seçimleri, Yasanın 13. maddesinde; “Devlet Üniversitelerinde rektör, profesör akademik unvanına sahip kişiler arasından görevdeki rektörün çağrısı ile toplanacak üniversite öğretim üyeleri tarafından seçilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca atanır. Rektörün görev süresi 4 yıldır…
…
Bu toplantıda en çok oy alan 6 kişi aday olarak seçilmiş sayılır, bunlardan Yükseköğretim Kurulunun seçeceği 3 kişi atanmak üzere Cumhurbaşkanına sunulur.” şeklinde açıklanmıştır.
Yasal bir zorunluluk olmamasına karşın, Yüksek Öğretim Kurulunun en çok oy alan üç adayı Cumhurbaşkanına bildirmesi, oy kullanan öğretim üyelerine saygının gereğidir.
Ne yazık ki son yıllarda bu etik (ahlaki) kural bozulmuş her kurumda olduğu gibi, YÖK’te, politikacıların etkisinden kurtulamayarak siyasallaşmış ve Cumhurbaşkanına, iktidar yanlısı rektörlerin adlarının bildirilmesi benimsenmiştir.
Oy sırası bozulmadan, bildirilen durumlarda da, sıranın bazen Cumhurbaşkanı tarafından değiştirilerek 2. hatta 3. sıradaki adayın seçildiği görülmüştür.
Son olarak yapılan seçimlerde saptanan Rektör adayları arasında birinci sırada olan, bazı adayların YÖK tarafından baypas edilerek Cumhurbaşkanına bildirilen listelere alınmaması, yazılı ve görsel medyada eleştirilere konu olduğu gibi, yurttaşlar arasında da huzursuzluğa neden olmuştur.
Genelde baypas edilen Rektör adayları, aydın ve Atatürkçü kimlikleri ile tanınan kişiler olması, tartışmaların haklı olduğu kanısını uyandırmaktadır.
Karşı tezi savunanlar ise, bu tür uygulamaların YÖK Başkanı Erdoğan Teziç ve eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer zamanında da yapıldığını, dolayısıyla eleştirilerin haklı olmadığını belirtmektedirler.
Olaya, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yukarıya aldığım önemli sözü çerçevesinde yaklaşarak düşüncelerimi belirtmeye çalışacağım.
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasanın 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” şeklinde tarif edilmektedir.
Bu tariften yola çıkarak, tüm yurttaşların bu cumhuriyeti koruma yükümlülüklerinin yanında, Kamuda görev alan tüm görevlilerin Cumhuriyet yandaşı davranma ve görev yapma yasal zorunluluğu vardır.
Son yıllarda, dini bir simge olduğu ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırılığı, yüksek Türk Mahkemeleri (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından saptanan sıkmabaşın (türbanın) üniversitelerde meşrulaştırılmaya çalışılması, AKP iktidarı döneminde sürekli gündemde tutulmuş ve mahkeme kararlarına karşın, iktidar yandaşı bazı rektörlerce üniversitelerinde serbest bırakıldığı görülmüştür.
Bu emrivakilerin, Laik Cumhuriyetle zıtlaşmak, rövanş almak ve İslami kuralların uygulanmasını yapmaktan öte bir anlamı olamaz.
Günlük hayatta, sıkmabaşa kimsenin bir diyeceği yokken, ısrar ve inatla yıllardır gündemde tutulması, gerilim yaratılması ve kamu alanında kullanılması için Anayasa’ya varana kadar değişiklikler yapılması bu savımızı doğrulamaktadır.
Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in yaptıkları rektör atamalarında, Cumhuriyet yandaşlığı kriteri göz önünde tutulduğunda, laik Cumhuriyet karşıtlarınca kabul edilmese bile, haklılığını savunma olanaklı iken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından YÖK Başkanlığına seçilen Yusuf Ziya Özcan’ın; seçildikten sonra, Anadolu Ajansına verdiği demeçte Anayasa Mahkemesinin sıkmabaşla ilgili kararları için;
- “Onların savlarını biliyorum. Bunlar, üniversite dışında konulmuş yasaklardır. Mahkemeleri ilgilendirir. Bu bakış meselesidir. Öyle bir kural olabilir. Ama siz onu önemli görmeyebilirsiniz, bir sürü insanı rahat ettirirsiniz. Biz öyle bir sonucun çıkacağını ümit ediyoruz” söylemi ile rektörlere, Anayasa mahkemesini kararlarına uyulmamasını önermesi,
- Öte yandan, TBMM Başkanı Köksal Toptan ile mecliste bir araya gelen Özcan, YÖK ile ilgili söyleyecekleri olup olmadığını soran Toptan’a “Sayın Cumhurbaşkanı tavsiye etti, hem Başbakan… ’Aman hocam dikkat et, bir şey söylersin ipimizi çekerler” açıklamasıyla ne kadar siyasallaştığı,
- “Cumhuriyetin Anayasa’da belirtilen nitelikleri hiçbir biçimde kişi hak ve hürriyetlerinin sınırlandırmanın gerekçesi olarak kullanılamaz” şeklindeki beyanı,
- "YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, YÖK Yasası’nın görüşmeleri için geldiği Meclis’te ilginç değerlendirmelerde bulundu. Meslek liselerindeki katsayıyı kaldırmakta kararlı olduğunu belirten Özcan, görüşmeden önce CHP’li Muharrem İnce ile girdiği tartışmada, "yüzde 5 için yüzde 95’i yakmayalım. Herkes istediği bölümde okusun. İmam hatiple ilgim yok. Gerekirse bu zıkkımları kapatalım. İmam hatiplerin adını değiştirebiliyorsak, onu da yapalım. Düz lise yapalım" dedi.
İşte Özcan’ın sözleri: Yani biraz daha fazla dini eğitim almış çocuğu, şu alanlara gidemezsin diye bizim sınırlama hakkımız yok.(İnce’nin ’Yani hadis okuyan doktor, öğretmen mi olsun?’ sorusu üzerine) "Olsun tabii. Bunu biz sınırlayamayız."
(İnce’nin ’AKP’lilerin çocukları da okumuyor zaten, yoksulların çocukları okuyor’ sözü üzerine gülerek) "Olabilir" şeklinde basına yansıyan düşünceleri,
Karşısında;
Yusuf Ziya Özcan Başkanlığında toplanan YÖK tarafından baypas edilen (birinci sırada kazananlar bile) aydın ve Atatürkçü rektör adaylarının durumu için, ister istemez insanlar, ne oluyor diye kuşkuya kapılmaktadırlar.
Açıkçası, her kurumda olduğu gibi, Rektörler bazında da AKP üniversitelerde kadrolaşmak istiyor ve siyasallaştırmayı başardığı YÖK’ü bu konuda istediği gibi yönlendirebiliyor. Bunun ilerde birçok sıkıntıları ve gerilimleri beraber getireceği ve üniversitelerimizi medreseleştireceği şimdiden görülmesine karşın, AKP ve YÖK yönetimi bunda bir sakınca görmüyor.
Son pişmanlığın fayda etmeyeceğini, hep birlikte yaşayarak göreceğiz. 25.7.2008
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı
Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum." (Mustafa Kemal Atatürk, 1924)
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 130. maddesi; “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur.” demektedir.
Bu üniversitelerin organları ise 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Yasasında beliren kurallara göre seçilir.
Bu yazıda, şu anda gündemi oluşturan Rektör seçimlerini ele alıp düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım.
Üniversite Organlarından biri ve en önemlisi olan Rektör seçimleri, Yasanın 13. maddesinde; “Devlet Üniversitelerinde rektör, profesör akademik unvanına sahip kişiler arasından görevdeki rektörün çağrısı ile toplanacak üniversite öğretim üyeleri tarafından seçilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca atanır. Rektörün görev süresi 4 yıldır…
…
Bu toplantıda en çok oy alan 6 kişi aday olarak seçilmiş sayılır, bunlardan Yükseköğretim Kurulunun seçeceği 3 kişi atanmak üzere Cumhurbaşkanına sunulur.” şeklinde açıklanmıştır.
Yasal bir zorunluluk olmamasına karşın, Yüksek Öğretim Kurulunun en çok oy alan üç adayı Cumhurbaşkanına bildirmesi, oy kullanan öğretim üyelerine saygının gereğidir.
Ne yazık ki son yıllarda bu etik (ahlaki) kural bozulmuş her kurumda olduğu gibi, YÖK’te, politikacıların etkisinden kurtulamayarak siyasallaşmış ve Cumhurbaşkanına, iktidar yanlısı rektörlerin adlarının bildirilmesi benimsenmiştir.
Oy sırası bozulmadan, bildirilen durumlarda da, sıranın bazen Cumhurbaşkanı tarafından değiştirilerek 2. hatta 3. sıradaki adayın seçildiği görülmüştür.
Son olarak yapılan seçimlerde saptanan Rektör adayları arasında birinci sırada olan, bazı adayların YÖK tarafından baypas edilerek Cumhurbaşkanına bildirilen listelere alınmaması, yazılı ve görsel medyada eleştirilere konu olduğu gibi, yurttaşlar arasında da huzursuzluğa neden olmuştur.
Genelde baypas edilen Rektör adayları, aydın ve Atatürkçü kimlikleri ile tanınan kişiler olması, tartışmaların haklı olduğu kanısını uyandırmaktadır.
Karşı tezi savunanlar ise, bu tür uygulamaların YÖK Başkanı Erdoğan Teziç ve eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer zamanında da yapıldığını, dolayısıyla eleştirilerin haklı olmadığını belirtmektedirler.
Olaya, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yukarıya aldığım önemli sözü çerçevesinde yaklaşarak düşüncelerimi belirtmeye çalışacağım.
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasanın 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” şeklinde tarif edilmektedir.
Bu tariften yola çıkarak, tüm yurttaşların bu cumhuriyeti koruma yükümlülüklerinin yanında, Kamuda görev alan tüm görevlilerin Cumhuriyet yandaşı davranma ve görev yapma yasal zorunluluğu vardır.
Son yıllarda, dini bir simge olduğu ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırılığı, yüksek Türk Mahkemeleri (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından saptanan sıkmabaşın (türbanın) üniversitelerde meşrulaştırılmaya çalışılması, AKP iktidarı döneminde sürekli gündemde tutulmuş ve mahkeme kararlarına karşın, iktidar yandaşı bazı rektörlerce üniversitelerinde serbest bırakıldığı görülmüştür.
Bu emrivakilerin, Laik Cumhuriyetle zıtlaşmak, rövanş almak ve İslami kuralların uygulanmasını yapmaktan öte bir anlamı olamaz.
Günlük hayatta, sıkmabaşa kimsenin bir diyeceği yokken, ısrar ve inatla yıllardır gündemde tutulması, gerilim yaratılması ve kamu alanında kullanılması için Anayasa’ya varana kadar değişiklikler yapılması bu savımızı doğrulamaktadır.
Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in yaptıkları rektör atamalarında, Cumhuriyet yandaşlığı kriteri göz önünde tutulduğunda, laik Cumhuriyet karşıtlarınca kabul edilmese bile, haklılığını savunma olanaklı iken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından YÖK Başkanlığına seçilen Yusuf Ziya Özcan’ın; seçildikten sonra, Anadolu Ajansına verdiği demeçte Anayasa Mahkemesinin sıkmabaşla ilgili kararları için;
- “Onların savlarını biliyorum. Bunlar, üniversite dışında konulmuş yasaklardır. Mahkemeleri ilgilendirir. Bu bakış meselesidir. Öyle bir kural olabilir. Ama siz onu önemli görmeyebilirsiniz, bir sürü insanı rahat ettirirsiniz. Biz öyle bir sonucun çıkacağını ümit ediyoruz” söylemi ile rektörlere, Anayasa mahkemesini kararlarına uyulmamasını önermesi,
- Öte yandan, TBMM Başkanı Köksal Toptan ile mecliste bir araya gelen Özcan, YÖK ile ilgili söyleyecekleri olup olmadığını soran Toptan’a “Sayın Cumhurbaşkanı tavsiye etti, hem Başbakan… ’Aman hocam dikkat et, bir şey söylersin ipimizi çekerler” açıklamasıyla ne kadar siyasallaştığı,
- “Cumhuriyetin Anayasa’da belirtilen nitelikleri hiçbir biçimde kişi hak ve hürriyetlerinin sınırlandırmanın gerekçesi olarak kullanılamaz” şeklindeki beyanı,
- "YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, YÖK Yasası’nın görüşmeleri için geldiği Meclis’te ilginç değerlendirmelerde bulundu. Meslek liselerindeki katsayıyı kaldırmakta kararlı olduğunu belirten Özcan, görüşmeden önce CHP’li Muharrem İnce ile girdiği tartışmada, "yüzde 5 için yüzde 95’i yakmayalım. Herkes istediği bölümde okusun. İmam hatiple ilgim yok. Gerekirse bu zıkkımları kapatalım. İmam hatiplerin adını değiştirebiliyorsak, onu da yapalım. Düz lise yapalım" dedi.
İşte Özcan’ın sözleri: Yani biraz daha fazla dini eğitim almış çocuğu, şu alanlara gidemezsin diye bizim sınırlama hakkımız yok.(İnce’nin ’Yani hadis okuyan doktor, öğretmen mi olsun?’ sorusu üzerine) "Olsun tabii. Bunu biz sınırlayamayız."
(İnce’nin ’AKP’lilerin çocukları da okumuyor zaten, yoksulların çocukları okuyor’ sözü üzerine gülerek) "Olabilir" şeklinde basına yansıyan düşünceleri,
Karşısında;
Yusuf Ziya Özcan Başkanlığında toplanan YÖK tarafından baypas edilen (birinci sırada kazananlar bile) aydın ve Atatürkçü rektör adaylarının durumu için, ister istemez insanlar, ne oluyor diye kuşkuya kapılmaktadırlar.
Açıkçası, her kurumda olduğu gibi, Rektörler bazında da AKP üniversitelerde kadrolaşmak istiyor ve siyasallaştırmayı başardığı YÖK’ü bu konuda istediği gibi yönlendirebiliyor. Bunun ilerde birçok sıkıntıları ve gerilimleri beraber getireceği ve üniversitelerimizi medreseleştireceği şimdiden görülmesine karşın, AKP ve YÖK yönetimi bunda bir sakınca görmüyor.
Son pişmanlığın fayda etmeyeceğini, hep birlikte yaşayarak göreceğiz. 25.7.2008
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı