
25-Bisikletli Çocuk (Le Gamin au Vélo / The Kid with a Bike) (2011) Cannes Film Festivalinden ödüllü, son 15 yılda sanat çevrelerinde kendini ispatlamış Dardenne Kardeşlerin dingin ve minimalist tespitleriyle çarpıcı ve iz bırakan bir dram. Bisikletli Çocuk, Vittorio De Sicadan Victor Ericeye uzanan bir etki skalasının izinde Fransanın alt sınıfına tavizsiz bakışıyla sivrilirken soruyor: Bir çocuğun gözünden gözüken dünya aslında gerçeğin ta kendisi midir?

24-Zamana Karşı (In Time) (2011) Distopik bilimkurgu alanında zaman sorunsalının devreye girip para yerine geçtiği keskin bir tüketim toplumu eleştirisi. Andrew Niccol, burada Truman Showdaki kadar başarılı olmasa da yine farkını ortaya koymuş. Hayal Şehire (Logans Run, 1976) ve Soylent Greene (1973) çok şey borçlu bir eser bu orası kesin. Bu da 70lerin bilimkurgu ruhunu yaşatmasını sağlıyor Zamana Karşının.

23-Gelecek (The Future) (2011) Jim Jarmusch-Aki Karusmaki-Michel Gondry arasında gidip gelen yeni bir bağımsız yeteneğin doğuşunun ilk kıvılcımları. Miranda July, henüz ikinci filminde uzun süreli ilişki ve aile kavramlarına getirdiği alternatif yaklaşımla absürt yollardan çıkışsızlık aşılamayı becermiş. Gelecek işlevsiz aile filmlerinin dinamik ve gerçeküstücü bir örneği

22-Üç (Drei / Three) (2010) Tom Tykwerin köklerine dönüş filmi dersek yanlış yapmış olmayız. Üç, yönetmenin ilişki filmlerine her türlü cinsel tercih üzerinden cevabı olarak anılabilir. 2.35:1de kare yakalama yetisi ve girişindeki ustalıklı biçimci numaralarla dikkat çekici, Koş Lola Koş kadar üst düzey olmasa da bir yerlere not edilmesi şart bir eser.

21-127 Saat (127 Hours) (2010) Youtube estetiğini kapalı alan geriliminin malzemesi haline getiren, bu işleviyle kalıcı olması kesin bir yapıt. Danny Boyleun Milyoner (Slumdog Millionaire, 2008) ile döndüğü köklerinde yeni bir yolculuğun tanımı diyebiliriz.

20-Şeytanı Gördüm (Akmareul boatda / I Saw the Devil) (2010) Seri katil filmindeki suçlu-polis çekişmesi çatışmasını öne çıkaran, buradan da özel bir stil ile zafere ulaşan bir yapım. Kim Jee-Woonun yükselişteki Güney Kore sinemasının en önemli simalarından biri olduğunu ispatlarken her karesiyle fark yaratan bir polisiye filmi.

19-Ölümüne Kaçış (Essential Killing) (2010) Polonya sinemasının ustalarından Jerzy Skolimowskinin bir teröristin ruh halini ele aldığı, bu açıdan salgıladığı aykırı bakış açısıyla sarsıcı olabilen bir eser. Ölümüne Kaçış yönetmenlik gücüyle sessizlikten yükselmekle kalmamış, aynı zamanda ilkelleşerek hayvan pozisyonuna itilen bir adamı Irak Savaşı sonrası düşüncesine uydurmayı da becermiş. Muhalif bir terör gerilimi diyebiliriz.

18-Kutsal Savaşçı (Priest) (2011) Alternatif bilimkurgu evreniyle aradan sıyrılan distopik bir vampir filmi tanımı yapılabilir. Din ile de sorunları olan teokratik düzenin içinde anti-Amerika fetişizmi yapan eserin fazlaca çizgi roman estetiğiyle yükseldiği kesin. Bu durum da westernesk bilimkurgu ortamından düello ve kovalamaca sahnelerine kadar kendi kurallarını yazan bir scifi-vampir filmi çıkarıyor karşımıza.

17-Ölüm Odası (Chatroom) (2010) Elm Sokağı Kabusunun (A Nighmare on Elm Stree, 1984) kalıplarını internet jenerasyonuna uygulayan metafiziksel bir korku filmi. Nakatanın Halkadan (Ringu, 1998) bu yana çıkardığı en kalıcı iş. Ölüm Odası, yeni milenyumun gereklerine ayak uyduran korku sineması geleneğinin, belki de Ölüm Oyunundan (Batoru rowaiaru, 2001) beri üretilmiş en özgün halkasını sunuyor.

16-Sucker Punch (2011) Zack Snyder usulü akıl hastanesi filmi dersek herhalde gözünüzde canlanacaktır. 300ün müsebbibi olarak bildiğimiz yönetmenin, yeşil ekran teknolojisinin doruklarına ulaşırken bilgisayar oyunu geleneğinden de feyz alan bir görsel şölen sözü verdiği kesin. Bu şovu izlerken de savaş arka planlı, son derece dengeli ve duygu sömürüsüz bir akıl hastanesi filmi aradan sıyrılıyor. Yönetmenin ve günümüz sinemasının teknolojilerinin Guguk Kuşuna cevabı olarak anılabilir Sucker Punch.

15-Hugo (2011) Sinema sevgisiyle dolup taşan yapıbozucu bir çocuk/aile filmi denebilir. Hugo, fantastik tadının sinema olduğu, masalsı bir 1930lar portresi sunuyor. Filmin bunu yaparken Scorsesenin duygusal ve ustalıklı tarafından güç alması da bu duruşunu kuvvetlendiriyor. Yönetmen sesleniyor: Méliès ve yedinci sanat aşkıyla omuz omuza!

14-Julianın Gözleri (Los Ojos de Julia / Julias Eyes) (2010) Görmek, görememek ve bakmak kavramları üzerinden ilerleyen Hitchcockyen temalı, Argento dokulu, tadına doyum olmayan bir gerilim. Guillem Morales imzalı eser, İspanyol sinemasının yükselen korku algısının tavan noktalarından. Tedirgin edici atmosfer yetisi ve bakış açısı çekimine getirdiği yenilikle hatırlanacaktır.

13-Benim Adım Aşk (Io sono lamore / I Am Love) (2009) Leone stiliyle çekilmiş hafif Visconti atmosferlerini andıran İtalyan işi bir yasak ilişki filmi. Tilda Swintonın başarısı ve ayaklar altına alınan burjuva ahlakıyla da dikkat çekici. Benim Adım Aşk, alanında bayadır özlediğimiz özgünlüğü aşılıyor.

12-Salgın (Contagion) (2011) Salgın filmlerinin içinde Paranormal Activity işlevi görürken, çok hikayeli, bol karakterli, fazlaca ölümlü ve tutucu örgüyü alternatif kuran bir eser. Steven Soderberghin bağımsız ruhunu hissettirdiği çevreci bir tür filmi olan Salgın, 11 Eylül sonrası dönemden de belirgin izler taşıyor.

11-İstila (Monsters) (2010) İngiliz korku sinemasındaki çıkıştan nasibini alan Gareth Edwardsdan Sofia Coppolavari bir uzaylı canavar istilası filmi. Canavarlarla insanların mücadelesinden ziyade her iki ırkın yabancılaşmasını, yaşam mücadelesini ve aşklarını incelemeye koyulan ayrıksı bir yapıt. Kuşkusuz alanında iz bırakacaktır İstila.

10-Ateşli Oda (Habitación en Roma / Room in Rome) (2010) Elena Anaya-Natasha Yarovenko ikilisinin tek bir mekanda kimliklerini sorguladıkları bir cinsel ilişki filmi. Eşcinsel sinema ya da lezbiyen sinema adına önemli bir miras bırakan eserin, mitolojik ve siyasi alt metinleriyle de dikkat çekici bir ülke analizi sunduğu şüphesiz. Son 20 yılın önemli yönetmenlerinden İspanyol Julio Medemin, cinsellik, mistisizm ve gerçeküstücülük arasında gidip gelen evreninin en yoğun erotizm içeren şubesi karşımızdaki.

9-Çığlık 4 (Scream 4) (2011) Wes Craven bu kez 2000lerin yeni yetme korkularını ameliyat masasına yatırmış. Ancak 2011 model Çığlık, daha yenilikçi ve günümüze uygun öğelerle sarılarak interaktif dokusunu kuvvetlendirmiş. Elbette her açıdan çığır aşılayan bir korku parodisi ya da korku-komedi diyebiliriz. Alaycı bakışıyla da yıllar sonra hatırlanıp 1996 tarihli ilki ile yan yana analiz edilecektir.

8-İçinde Yaşadığım Deri (La Piel Que Habito / The Skin I Live In) (2011) Bilimsel deney filmine pembe dizi estetiği ve cinsiyet arası varoluş sorunu üzerinden bakış atan, formülün özündeki yaratıcı-yaradılış ilişkisini farklılaştıran bir eser. Alacakaranlık kuşağı filmi olarak görülebilecek İçinde Yaşadığım Deri, kuşkusuz ensest, tecavüz, saplantı, cinsel kimlik bunalımı ve aile içi çarpık ilişkilere farklı süzgeçlerden nasıl derinlemesine bakılabileceğini ispatlıyor. Almodóvarın kariyerine de nev-i şahsına münhasır bir halka armağan ediyor.

7-Başka Bir Yerde (Somewhere) (2010) Sofia Coppolanın Hollywood karşıtı tavrını hafif kişisel bir süzgeçle sinemasının en olağan temsillerinden birine dönüştürdüğü nokta. Baba-kız ilişkisi üzerine dingin, minimalist, yapıbozucu ve yabancılaştırıcı bir dünya tasviri. Elbette çok katmanlı bir dramatik yapı sözüyle!

6-Hanna (2011) Vahşetin Çocuklarının (The Boys from Brazil, 1978) Irak Savaşı sonrası temsili diyebiliriz. Tech-thriller (teknolojik gerilim) alanında katil yetiştirme konusunda muhalif ve asap bozucu bir eser. Filmin temelindeki, Joe Wrightın özel dil ve yönetmenlik becerisiyle yükselen, hafif masalsı ve büyüleyici görsel yapıya da dikkat derim.

5-Mutlu Azınlık (Happy Few) (2010) İlişkilerdeki eş değiştirme meselesini Paul Mazurskynin 1969 tarihli başyapıtı Bob & Carol & Ted & Alice ile birlikte en cüretkar ele alan film diyebiliriz. Anthony Cordier imzalı eser, Fransız Yeni Dalgasının sistem karşıtı tutumunda cinselliği öne çıkaran yapıtları akla getiriyor. Böylece Üçüncü Fransız Yeni Dalgasının işlevsel bir halkasını bizlere armağan ediyor. Mutlu Azınlık, kuşkusuz son 10 yılın en iyi Fransız filmlerinden biri.

4-Yeryüzündeki Son Aşk (Perfect Sense) (2011) Bilimkurgusal tonu yüksek, insanlığın sonunu öngören, epizodik anlatılı ve salgın kavramını duyularımız üzerinden şekillendiren, keskin bir günümüz toplumu eleştirisi. Yeryüzündeki Son Aşk, İngiliz yönetmen David Mackenzienin en önemli ve derinlikli eseri olarak aradan sıyrılırken sinema diliyle de adeta dudak uçuklatıyor. Cinsellik ve aşkla ilgili dertleri olan yönetmen, bu sefer onlara uygun stilize, ütopik ve belleksel bir model inşa etmiş.

3-Siyah Kuğu (Black Swan) (2010) Aronofskynin Tiksintiye (Repulsion, 1965) ve Dövüş Kulübüne (Fight Club, 1999) cevabı olarak anılabilecek bale filmi görünümlü psycho-noirı. Siyah Kuğu için renk oyunlarından oyuncu deliliklerine, akıllara durgunluk veren atmosferden gerilim duygusuna kadar baştan aşağı aykırı bir tür evreninin sinemasal karşılığı diyebiliriz. Psikolojik, felsefik ve sosyolojik metinlerin dalga dalga saldırdığı bir yapıt bu!


2-Hayat Ağacı (The Tree of Life) (2011) Evrim teorisiyle ilgilenirken eleştiri oklarını Amerikanın yakın tarihine yönlendiren, hipnotik, teolojik, mistik ve duyusal bir sinema şaheseri ya da dinletisi. Terrence Malickin çığır açan sinema diliyle ve görülmemiş yönetmenlik stiliyle seyirciyi allak bullak eden eserin, çok seçmeli yapısıyla 2001: Uzay Yolu Macerası (2001: A Space Odyssey, 1968) ekolünden köklü bir değişim aşıladığı şüphesiz.

1-Ruhlar Bölgesi (Insidious) (2010) Metafiziksel ruh filmi gibi melez bir alt tür yaratan korku başyapıtı. Testere (Saw) serisini fitilleyen James Wan ve senaristi Leigh Whannell yine döktürüyor burada. Alanda tekinsizliğin tanımını yeniden yaparken, dünyasıyla şaşırtıp doğrudan iliklerinize işleyen özellikli bir eser Ruhlar Bölgesi.