Doksanlarda çocuk olmak enteresanlıktır..
pazar akşamları bizimkiler izlemektir.. pazartesinin okul hazırlığı yapılır, sanki pazar değil de pazartesi banyo yapsak olmuyormuş gibi illa pazar günleri banyo yapardık.. çocuk kalbimizle kapıcı Caferi sever, Sabri beye kıl olurduk.. ali desen, bizimle büyüyordu onu gördükçe büyüdüğümüzü hissediyorduk.. geleceğe dönüş televizyon ekranında her görüldüğünde kalpte tuhaf bir çarpıntı hisseder.. dokuz aylık oynarken topun beşikten geçmesi üzerine "off! gitti namus!" derdik.. patlayan şeker ile kolanın bir arada tüketilmesi ile midenin patlayacağına inanır, bayramlarda tanıdık evleri dolaşıp el öpmek, english with me lerle İngilizce öğrenmeye çalışırdık.. biraz da "türkiş kovboylar" şarkısını diline dolamaktır doksanlarda çocuk olmak..
micheal jackson’ın eski halini görüp hayretlere düşmek, elm sokağında kabus izleyip akşam annenin seninle uyuması için yalvarmak, kanald'nin ilk açıldığı dönemlerde tsubasa izlemek, yerli malı haftasında okula çikita muz getirenleri kınamak çikita yerli değil öğretmenim diyip getireni ispiyonlamak, gazetelerden kupon kesip 14 kupona kocaamaan oyuncak ayı almak, annenin gazetelerden gelen tabak çanak için aynı gazeteden on tane aldığına tanık olmak, bir dönem tüm evlerdeki tabak çanağın "acropal" olması ve misafirliğe gelince tabaklara bakıp sırıtmak, hey corç versene borç şarkısını ezbere bilmek anlam verememek ve tam teçhizatlı kameraman arkadaş cevat kelle'ye sempati beslemektir doksanlarda çocuk olmak..
yazları, sabah uyanıp susam sokağı seyredip, öğlen, annenin elimize tutuşturduğu nevaleler ile "anneeeeaaa ben mahalle maçına gidiyom" diyip, "ezan okunmadan önce evde ol eşek sıpası" nidaları eşliğinde, koltuk altında bilmem kaç katlı kames top ile ışık hızıyla evden kaçıp soluğu arkadaşlarla birlikte atari salonunda almak, street fighter 'dan sıkılıp, en sıkı arkadaş ile haggar oynamaktı.
susam sokağı'ndaki Nihat amcayı, Zehra teyzeyi, Tahsin ustayı ve dev yaratık minik kuş'u herkesten iyi bilsen de aslında yıllar sonra fark edilir ki, zihinde kurulanla onların gördüğü çok farklıdır. senin kurabiye canavarının kocaman dişleri vardır örneğin ve kırpık, ayakları görünmeden küfede yaşayan türden bi kahraman değildir. Edi ile büdü 'nin hangisinin uzun ince, hangisinin kısa tombul olduğu arada gider gelir, zira ezber yanıltır seni kimi zaman, ve karıştırıverirsin uysal ve güler yüzlü olanla hırçın ve aksi olanı. şu hep konusu geçen "sev dünyayı açılır her kapı, işte susam sokağı" şarkısını acayip merak edersin ve hiç duymadığın için seslerini, altan erkekli'nin edi'yi seslendiriyor olması en az seni şaşırtır...
doksanlarda, pazar günleri evlerde genelde misafir olurdu ya da biz misafirliğe giderdik.. bir süre evin içinde oturup da illallah dedirtecek kadar çok şey kırar, argo konuşarak anneyi sinirlendirmeyi başarır, nihayet annelerin başından savma amaçlı izinleriyle sokağa çıkardık.. güçlü olanın kazandığını, yaşı büyük olanın hiyerarşi estirdiğini misket oynarken öğrendik.. son rakamına göre, takımına göre, futbolcu kartlarıyla kapışmak, ütmek fiilini ilk bu oyunla öğrenmekti. sen kazanmış olsan bile o dönemde “¤¤¤” diye tarif ettiğimiz bir çocuğun futbolcu kartlarını kapıp kaçtığını gözlerimizle gördük, play station bize uzaktı atarilerimizi canımız kadar sever ama önce arkadaş derdik.. parkta yeterince yorulup, 9 taş da kazanmadan, üstümüz yeterince kirlenmeden ya da annemiz bizi eve çağırmadan, ev denen şeyin varlığı aklımızda yoktu..
ayrıca doksanlarda çocuk olmak televizyondaki haber bültenlerinde Bosna hersek’teki katliam görüntülerini büyük bir dehşetle izlemek, savaşın ne kadar berbat bir şey olduğunu anlamak ve niçin savaş olduğunu sorgulamaktır. katliam görüntülerini izlerken gözyaşlarını tutamamaktır. ayrıca her gün 'pkk yine şu kadar askerimizi şehit etti' , 'pkk bir otobüsü durdurdu ve içindekileri taradı' türünden haberleri duymak ve terörden nefret etmektir.
biz tarkanı kendi ellerimizle büyütmüştük.. dişlerinin ayrık olduğu günleri bilirdik. divalığının nerden geldiğini anlayamadığımız bir ajda pekkan vardı, bebeto burak kut vardı mesela bizim için bişey ifade etmese de ablamın odasındaki
posterini hala hatırlarım, şimdi zar zor hatırladığım ortada kuyu var yandan geç ozan, arabası olup da ruhu olmayan mustafa sandal çıktığında biz çocuktuk.. yonca evcimik aboneydi o zamanlar, nedendir bilinmez 9.15 vapurunu beklerdi.. sezen hep sezendi..
biz 90ların çocukları ne 80ler gibi siyasi bir karmaşanın ortasındaydık, ne de milenyum çocukları gibi teknolojinin içine doğmuştuk. hem atari hem bilgisayar kullandık, hem rock hem arabesk dinledik, trt nin tek kanal günlerini görmemiş olsak dahi az kanal nedir bilirizbiz hem erkan yolaç' a, hem cem yılmaz' a güldük, cem özer' in laf lafı açıyorla türkiye’nin ilahı olduğu günleri de hatırlarız..
bir de süper mario vardı mesela, ondan sonra hiçbir oyun kahramanını sevemedim, ondan sonra hiç kimse mantarını taştan çıkarmadı.. bir de hiçbir oyunu bitirmek için bu kadar çok uğraşmadım hiçbir oyunun sonuyla ilgili süper marionun son bölümüyle ilgili duyduğum kadar çok yalan duymadım;
-ya benim kuzenim bitirdi süper marioyu.. son bölümde ateşten atlayıp, suda yüzyomuşsun, havada ateş edip, karada sıçıyomuşsun!
-yalan atma! yalancı abim dedi ki sonunda mario ölüyomuş..
super marioyu bitirme hayalleri kurup her seferinde "thank you mario but the princess is an another castle" yazısını görüp bişi anlamayıp ingilizce bilen ablaya sorup "yok prensesi kurtaramamışsın başka bi kaledeymiş" diyince üzülmek, gün geldi 8-4e gelip bitirdik marioyu.. zaten bizim eve de bilgisayar gelmişti.. mario’nun pabucu dama tabi.. sonra gömleklerimi pazar akşamları annem değil, pazartesi sabahı bizzat ben okula geç kalmamak için bir yandan diş fırçalayarak ütüler oldum.. pazar günleri ben arkadaşlarımla geziyor, annemle babamsa haftanın yorgunluğunu atmak için evde kalıyorlardı.. velhasıl 90lar bitiyor, ben büyüyordum..
80'lerin sonunda 90'larin basinda cocuk olmak...
80'lerin Sonunda 90'larin basinda cocuk olmak bence sunlar demek;
-Atari salonlarina gidip, 10 jetonu daha ucuza almak.
-Demet Akbag tiyatroyu beklemek.
-Taso oynamak.
-Video kiralamak.
-Terminator'u sinemada seyretmek.
-Reebok Pump almak.
-"Back to the future, Rocky Serisi, Ninja Kamplumbaglar, Hayalet
Avcilari,
Cakmaktaslar,Beverly Hills 90210'u izlemek.
-Pazar 88, pazar 89, pazar 90, pazar 91 .....
-Tipi tip cignemek.
-He man izlemek.
-Kablolu yayina gecme serefine nail olmak.
-Coca Cola'nin 1 litrelik depozitolu
siselerde satilmasidir.
-Star TV'deki Turnike'yi, Parliement Pazar Gecesi sinemasini
izlemek.
-Adam olacak cocuk, 7'den 70'e nin izlenmesi.
-Gazete kuponu ile ev, araba verilmesine tanik olmak.
-Sürekli Aydinlik için 1 dakika karanlik eylemine katilmaktir.
-"All that she wants, informer" dinlemek.
-Pazar sabahlari alf seyretmek.
-Voltran, he-man,denver, ninja turtles, clementine izlemek.
-Siyah-Beyaz televizyonu görmüş olmak.
-Micheal Jackson'dan Bad sarkisini defalaraca dinlemis olmak.
-Schumacher'in Turkiye'ye gelisini gormek.
-Mahalle ve mahalleden oyun oynamak kavramini son yasan nesil.
-Neler oldugunu anlamadan televizyon'dan korfez savasini izlemektir.
-MC Donalds'in Turkiye'ye ilk geldigi gunleri yasamis olmaktir.
-Doritos'a panco diyebilen nesildir.
-İlkokul 5'te
Anadolu Liseleri ve Kolejler sinavina hazirlanmak.
-Berlin duvarı'nın yıkılmasının tek sonucunun, berlin'in farklı
kısımlarında oturan akrabaların artık birbirlerini görebilmeleri
olduğunu sanmak.
-Banka olarak sadece imar bankasini bilmek...
-Yakari izlemektir.
-"Eskiden buralar portakal bahcesiydi, boş araziydi" diyebilmek.
-Street Fighter'da "Guy" ile oynamak.
-Bilye, gülle oynamak.
-gazoz kapagi oynamak.
-Televizyonla büyütülen ilk nesil olmak.
-emanulla izlemek..
-mahalle maçları yapmak..
-commodore 64 efsanesi..
-cumartesi geceleri bir baska gece'yi izlemek ve ozellikle benny
hill'in skeclerini yakalamaya calismak
-solo test'te 1 tane birakip bilgin olmaya kasmak
-hbb'de amerikan futbolu maci izlemek
-anadoludan gorunum'u izlemek ve sehit haberleriyle
uzulmek
-Edi ile Büdü hastasi olmak.
-Sadece pazar günleri yikanmak.
-Kontra pedal BMX bisiklet sahibi olmak.
-Cine 5'in ilk acildigi gune ve aksamina tanik olmak.
-"Bugun günlerden cuma, merhaba hanimlar merhaba"
-Moonlighting, hayat agaci, cesur ve güzel izlemek.
80'lerin sonunda, 90'larin basinda cocuk olmak zor ama bir o kadar
da guzel bir seydir.Bir ülkenin hangi aşamalardan, nasıl geçtiğine
tanık olmaktır...
Gencligin gelisimi acisindan kayıp bir dönemdir...
İYİ BAKIN ABİİİİİ!! BİZİZ BU!!!! YAŞLANIYORUZ DİYORUM
İNANMIYOSUNUZ!!
MASALLARDAN NELER ÖĞRENDİK!!!
sinderella : hatun kısmısının gece 12den sonra sokakta işi yoktur...
uyuyan guzel: bir kiz kendisini open ilk erkekle evlenir ve onunla sonsuza
kadar mutlu yaşar.
hansel ile gretel: masal kahramanlarinin sayisi arttikca IQ'lari duşer...
Çukulatadan evler yenmemelidir.
kırmızı başlıklı hanımkız: sokakta her gördüğün zibidiyle konuşma.
çirkin ördek yavrusu: ortaokulda size imalı bakışlar atan gözlüklü tombul
kızla/çocukla dalga geçip aşağılamayın, bir beş sene sonra afet olur ağzınız açık kalır ağlarsınız.
ali baba ve kırk haramiler: password'ler iyi saklanmalı onun bunun yanında
bağırarak söylenmemelidir.
alice harikalar diyarında; her bulduğunu ağzına sokma
allaaddin : sokakta her buldugunu karıstırma!
Pamuk Prenses: Hiç tanımadığınız biri size elma verirse sakın
yemeyin
Rapunzel: Bi kuleye kapatıldıysanız kaçmak için saç uzatmayın uçmayı öğrenmek daha kısa sürer
Pinokyo : Baban marangozsa asla yalan sölemiceksin...
Masallar.. Sahte dünyalarımız! Yalancı hayallerimiz.. ve de çocukluğumuz aslında masallar.. Bir yönüyle kaçıştır reel dünyadan.. Ütopyalar da bu masalların geliştirilmiş formlarıdır.. Ama masallardan farklı olarak ütopyalar siyasi bir tını taşırlar bünyelerinde.
Türk Filmlerimiz hala çocuklara hitap eder kıvamdadır.. Hala masal boyutunun ötesine geçememiştir! Hala tüm toplumu gerizekalı varsaymaktadır.. Hala gelişmemiş, çocukluğun ötesine geçememiş insanlarımıza hitap ediyor.. Adamlar bir telefon kulubesi filminde muazzam bir teatral performans sergiliyorlar.. Bizdeyse koca bir hiç! Allah aşkına biz toplum olarak hangi alanda dünyada ön sıralardayız? Yolsuzluk, sahtekarlık, magandalık.. Bunlar önde olduğumuz alanlar.
İnsanlarımız.. İnsanlarımız hala kendilerini masal kahramanı olarak görür.. Hala herkes ya bir prenstir ya da prenses! Masallar insanımız üzerinde derin etkiler ihtiva ediyor.. Masalların, hayal gücümüzün gelişmesi için yaşam çizgimizin belli iki parçası arasında fonksiyonel bir anlamı var elbette..
Masallar şifahi bir geleneğe dayanır.. Aslında masallar, kültür denildiği zaman önemli bileşenlerden biri olarak karşımıza çıkar.. Bir çok destan, efsane masallardan yola çıkılarak oluşturulur.. Nibelungen destanı da bunlardan biridir..
Çocuklarımız masallar okumalı.. Masal fasıllarını hayatının uzunca bir dönemine teşmil edenlerin hayal kırıklıkları da çok daha şiddetli oluyor.. Anlam parçalanması oluyor.. Şizofrenik insanlardan oluşan şizofren bir toplum ortaya çıkıyor.. Zihninde sahibi olduğu anlam dünyası, reel dünyaya cevap veremiyor.. Tipik bir şizofreni yani..
Ah çocukluk...
Lâkin, ne demiş şair: "ve biz büyüdük, kirlendi Dünya..."
ctrl+c ctrl+v yaptim..
pazar akşamları bizimkiler izlemektir.. pazartesinin okul hazırlığı yapılır, sanki pazar değil de pazartesi banyo yapsak olmuyormuş gibi illa pazar günleri banyo yapardık.. çocuk kalbimizle kapıcı Caferi sever, Sabri beye kıl olurduk.. ali desen, bizimle büyüyordu onu gördükçe büyüdüğümüzü hissediyorduk.. geleceğe dönüş televizyon ekranında her görüldüğünde kalpte tuhaf bir çarpıntı hisseder.. dokuz aylık oynarken topun beşikten geçmesi üzerine "off! gitti namus!" derdik.. patlayan şeker ile kolanın bir arada tüketilmesi ile midenin patlayacağına inanır, bayramlarda tanıdık evleri dolaşıp el öpmek, english with me lerle İngilizce öğrenmeye çalışırdık.. biraz da "türkiş kovboylar" şarkısını diline dolamaktır doksanlarda çocuk olmak..
micheal jackson’ın eski halini görüp hayretlere düşmek, elm sokağında kabus izleyip akşam annenin seninle uyuması için yalvarmak, kanald'nin ilk açıldığı dönemlerde tsubasa izlemek, yerli malı haftasında okula çikita muz getirenleri kınamak çikita yerli değil öğretmenim diyip getireni ispiyonlamak, gazetelerden kupon kesip 14 kupona kocaamaan oyuncak ayı almak, annenin gazetelerden gelen tabak çanak için aynı gazeteden on tane aldığına tanık olmak, bir dönem tüm evlerdeki tabak çanağın "acropal" olması ve misafirliğe gelince tabaklara bakıp sırıtmak, hey corç versene borç şarkısını ezbere bilmek anlam verememek ve tam teçhizatlı kameraman arkadaş cevat kelle'ye sempati beslemektir doksanlarda çocuk olmak..
yazları, sabah uyanıp susam sokağı seyredip, öğlen, annenin elimize tutuşturduğu nevaleler ile "anneeeeaaa ben mahalle maçına gidiyom" diyip, "ezan okunmadan önce evde ol eşek sıpası" nidaları eşliğinde, koltuk altında bilmem kaç katlı kames top ile ışık hızıyla evden kaçıp soluğu arkadaşlarla birlikte atari salonunda almak, street fighter 'dan sıkılıp, en sıkı arkadaş ile haggar oynamaktı.
susam sokağı'ndaki Nihat amcayı, Zehra teyzeyi, Tahsin ustayı ve dev yaratık minik kuş'u herkesten iyi bilsen de aslında yıllar sonra fark edilir ki, zihinde kurulanla onların gördüğü çok farklıdır. senin kurabiye canavarının kocaman dişleri vardır örneğin ve kırpık, ayakları görünmeden küfede yaşayan türden bi kahraman değildir. Edi ile büdü 'nin hangisinin uzun ince, hangisinin kısa tombul olduğu arada gider gelir, zira ezber yanıltır seni kimi zaman, ve karıştırıverirsin uysal ve güler yüzlü olanla hırçın ve aksi olanı. şu hep konusu geçen "sev dünyayı açılır her kapı, işte susam sokağı" şarkısını acayip merak edersin ve hiç duymadığın için seslerini, altan erkekli'nin edi'yi seslendiriyor olması en az seni şaşırtır...
doksanlarda, pazar günleri evlerde genelde misafir olurdu ya da biz misafirliğe giderdik.. bir süre evin içinde oturup da illallah dedirtecek kadar çok şey kırar, argo konuşarak anneyi sinirlendirmeyi başarır, nihayet annelerin başından savma amaçlı izinleriyle sokağa çıkardık.. güçlü olanın kazandığını, yaşı büyük olanın hiyerarşi estirdiğini misket oynarken öğrendik.. son rakamına göre, takımına göre, futbolcu kartlarıyla kapışmak, ütmek fiilini ilk bu oyunla öğrenmekti. sen kazanmış olsan bile o dönemde “¤¤¤” diye tarif ettiğimiz bir çocuğun futbolcu kartlarını kapıp kaçtığını gözlerimizle gördük, play station bize uzaktı atarilerimizi canımız kadar sever ama önce arkadaş derdik.. parkta yeterince yorulup, 9 taş da kazanmadan, üstümüz yeterince kirlenmeden ya da annemiz bizi eve çağırmadan, ev denen şeyin varlığı aklımızda yoktu..
ayrıca doksanlarda çocuk olmak televizyondaki haber bültenlerinde Bosna hersek’teki katliam görüntülerini büyük bir dehşetle izlemek, savaşın ne kadar berbat bir şey olduğunu anlamak ve niçin savaş olduğunu sorgulamaktır. katliam görüntülerini izlerken gözyaşlarını tutamamaktır. ayrıca her gün 'pkk yine şu kadar askerimizi şehit etti' , 'pkk bir otobüsü durdurdu ve içindekileri taradı' türünden haberleri duymak ve terörden nefret etmektir.
biz tarkanı kendi ellerimizle büyütmüştük.. dişlerinin ayrık olduğu günleri bilirdik. divalığının nerden geldiğini anlayamadığımız bir ajda pekkan vardı, bebeto burak kut vardı mesela bizim için bişey ifade etmese de ablamın odasındaki
posterini hala hatırlarım, şimdi zar zor hatırladığım ortada kuyu var yandan geç ozan, arabası olup da ruhu olmayan mustafa sandal çıktığında biz çocuktuk.. yonca evcimik aboneydi o zamanlar, nedendir bilinmez 9.15 vapurunu beklerdi.. sezen hep sezendi..
biz 90ların çocukları ne 80ler gibi siyasi bir karmaşanın ortasındaydık, ne de milenyum çocukları gibi teknolojinin içine doğmuştuk. hem atari hem bilgisayar kullandık, hem rock hem arabesk dinledik, trt nin tek kanal günlerini görmemiş olsak dahi az kanal nedir bilirizbiz hem erkan yolaç' a, hem cem yılmaz' a güldük, cem özer' in laf lafı açıyorla türkiye’nin ilahı olduğu günleri de hatırlarız..
bir de süper mario vardı mesela, ondan sonra hiçbir oyun kahramanını sevemedim, ondan sonra hiç kimse mantarını taştan çıkarmadı.. bir de hiçbir oyunu bitirmek için bu kadar çok uğraşmadım hiçbir oyunun sonuyla ilgili süper marionun son bölümüyle ilgili duyduğum kadar çok yalan duymadım;
-ya benim kuzenim bitirdi süper marioyu.. son bölümde ateşten atlayıp, suda yüzyomuşsun, havada ateş edip, karada sıçıyomuşsun!
-yalan atma! yalancı abim dedi ki sonunda mario ölüyomuş..
super marioyu bitirme hayalleri kurup her seferinde "thank you mario but the princess is an another castle" yazısını görüp bişi anlamayıp ingilizce bilen ablaya sorup "yok prensesi kurtaramamışsın başka bi kaledeymiş" diyince üzülmek, gün geldi 8-4e gelip bitirdik marioyu.. zaten bizim eve de bilgisayar gelmişti.. mario’nun pabucu dama tabi.. sonra gömleklerimi pazar akşamları annem değil, pazartesi sabahı bizzat ben okula geç kalmamak için bir yandan diş fırçalayarak ütüler oldum.. pazar günleri ben arkadaşlarımla geziyor, annemle babamsa haftanın yorgunluğunu atmak için evde kalıyorlardı.. velhasıl 90lar bitiyor, ben büyüyordum..
80'lerin sonunda 90'larin basinda cocuk olmak...
80'lerin Sonunda 90'larin basinda cocuk olmak bence sunlar demek;
-Atari salonlarina gidip, 10 jetonu daha ucuza almak.
-Demet Akbag tiyatroyu beklemek.
-Taso oynamak.
-Video kiralamak.
-Terminator'u sinemada seyretmek.
-Reebok Pump almak.
-"Back to the future, Rocky Serisi, Ninja Kamplumbaglar, Hayalet
Avcilari,
Cakmaktaslar,Beverly Hills 90210'u izlemek.
-Pazar 88, pazar 89, pazar 90, pazar 91 .....
-Tipi tip cignemek.
-He man izlemek.
-Kablolu yayina gecme serefine nail olmak.
-Coca Cola'nin 1 litrelik depozitolu
siselerde satilmasidir.
-Star TV'deki Turnike'yi, Parliement Pazar Gecesi sinemasini
izlemek.
-Adam olacak cocuk, 7'den 70'e nin izlenmesi.
-Gazete kuponu ile ev, araba verilmesine tanik olmak.
-Sürekli Aydinlik için 1 dakika karanlik eylemine katilmaktir.
-"All that she wants, informer" dinlemek.
-Pazar sabahlari alf seyretmek.
-Voltran, he-man,denver, ninja turtles, clementine izlemek.
-Siyah-Beyaz televizyonu görmüş olmak.
-Micheal Jackson'dan Bad sarkisini defalaraca dinlemis olmak.
-Schumacher'in Turkiye'ye gelisini gormek.
-Mahalle ve mahalleden oyun oynamak kavramini son yasan nesil.
-Neler oldugunu anlamadan televizyon'dan korfez savasini izlemektir.
-MC Donalds'in Turkiye'ye ilk geldigi gunleri yasamis olmaktir.
-Doritos'a panco diyebilen nesildir.
-İlkokul 5'te
Anadolu Liseleri ve Kolejler sinavina hazirlanmak.
-Berlin duvarı'nın yıkılmasının tek sonucunun, berlin'in farklı
kısımlarında oturan akrabaların artık birbirlerini görebilmeleri
olduğunu sanmak.
-Banka olarak sadece imar bankasini bilmek...
-Yakari izlemektir.
-"Eskiden buralar portakal bahcesiydi, boş araziydi" diyebilmek.
-Street Fighter'da "Guy" ile oynamak.
-Bilye, gülle oynamak.
-gazoz kapagi oynamak.
-Televizyonla büyütülen ilk nesil olmak.
-emanulla izlemek..
-mahalle maçları yapmak..
-commodore 64 efsanesi..
-cumartesi geceleri bir baska gece'yi izlemek ve ozellikle benny
hill'in skeclerini yakalamaya calismak
-solo test'te 1 tane birakip bilgin olmaya kasmak
-hbb'de amerikan futbolu maci izlemek
-anadoludan gorunum'u izlemek ve sehit haberleriyle
uzulmek
-Edi ile Büdü hastasi olmak.
-Sadece pazar günleri yikanmak.
-Kontra pedal BMX bisiklet sahibi olmak.
-Cine 5'in ilk acildigi gune ve aksamina tanik olmak.
-"Bugun günlerden cuma, merhaba hanimlar merhaba"
-Moonlighting, hayat agaci, cesur ve güzel izlemek.
80'lerin sonunda, 90'larin basinda cocuk olmak zor ama bir o kadar
da guzel bir seydir.Bir ülkenin hangi aşamalardan, nasıl geçtiğine
tanık olmaktır...
Gencligin gelisimi acisindan kayıp bir dönemdir...
İYİ BAKIN ABİİİİİ!! BİZİZ BU!!!! YAŞLANIYORUZ DİYORUM
İNANMIYOSUNUZ!!
MASALLARDAN NELER ÖĞRENDİK!!!
sinderella : hatun kısmısının gece 12den sonra sokakta işi yoktur...
uyuyan guzel: bir kiz kendisini open ilk erkekle evlenir ve onunla sonsuza
kadar mutlu yaşar.
hansel ile gretel: masal kahramanlarinin sayisi arttikca IQ'lari duşer...
Çukulatadan evler yenmemelidir.
kırmızı başlıklı hanımkız: sokakta her gördüğün zibidiyle konuşma.
çirkin ördek yavrusu: ortaokulda size imalı bakışlar atan gözlüklü tombul
kızla/çocukla dalga geçip aşağılamayın, bir beş sene sonra afet olur ağzınız açık kalır ağlarsınız.
ali baba ve kırk haramiler: password'ler iyi saklanmalı onun bunun yanında
bağırarak söylenmemelidir.
alice harikalar diyarında; her bulduğunu ağzına sokma
allaaddin : sokakta her buldugunu karıstırma!
Pamuk Prenses: Hiç tanımadığınız biri size elma verirse sakın
yemeyin
Rapunzel: Bi kuleye kapatıldıysanız kaçmak için saç uzatmayın uçmayı öğrenmek daha kısa sürer
Pinokyo : Baban marangozsa asla yalan sölemiceksin...
Masallar.. Sahte dünyalarımız! Yalancı hayallerimiz.. ve de çocukluğumuz aslında masallar.. Bir yönüyle kaçıştır reel dünyadan.. Ütopyalar da bu masalların geliştirilmiş formlarıdır.. Ama masallardan farklı olarak ütopyalar siyasi bir tını taşırlar bünyelerinde.
Türk Filmlerimiz hala çocuklara hitap eder kıvamdadır.. Hala masal boyutunun ötesine geçememiştir! Hala tüm toplumu gerizekalı varsaymaktadır.. Hala gelişmemiş, çocukluğun ötesine geçememiş insanlarımıza hitap ediyor.. Adamlar bir telefon kulubesi filminde muazzam bir teatral performans sergiliyorlar.. Bizdeyse koca bir hiç! Allah aşkına biz toplum olarak hangi alanda dünyada ön sıralardayız? Yolsuzluk, sahtekarlık, magandalık.. Bunlar önde olduğumuz alanlar.
İnsanlarımız.. İnsanlarımız hala kendilerini masal kahramanı olarak görür.. Hala herkes ya bir prenstir ya da prenses! Masallar insanımız üzerinde derin etkiler ihtiva ediyor.. Masalların, hayal gücümüzün gelişmesi için yaşam çizgimizin belli iki parçası arasında fonksiyonel bir anlamı var elbette..
Masallar şifahi bir geleneğe dayanır.. Aslında masallar, kültür denildiği zaman önemli bileşenlerden biri olarak karşımıza çıkar.. Bir çok destan, efsane masallardan yola çıkılarak oluşturulur.. Nibelungen destanı da bunlardan biridir..
Çocuklarımız masallar okumalı.. Masal fasıllarını hayatının uzunca bir dönemine teşmil edenlerin hayal kırıklıkları da çok daha şiddetli oluyor.. Anlam parçalanması oluyor.. Şizofrenik insanlardan oluşan şizofren bir toplum ortaya çıkıyor.. Zihninde sahibi olduğu anlam dünyası, reel dünyaya cevap veremiyor.. Tipik bir şizofreni yani..
Ah çocukluk...
Lâkin, ne demiş şair: "ve biz büyüdük, kirlendi Dünya..."
ctrl+c ctrl+v yaptim..