vega vhj
New member
- Katılım
- 22 Ocak 2006
- Mesajlar
- 222
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
BİRAZ BURDAN İRDELEYELİM!
Köşk yoluna taşı kendisi koymuş !
Başkomutan olmaya hazırlanan Gül, Atatürk ilkelerine karşı çıkıp, TSK’ya veryansın etmiş
RP Kayseri Milletvekili sıfatıyla 1993’te katıldığı “Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri
3. İstişare Toplantısı”nda konuşan Abdullah Gül, “Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik ve laiklik” ilkesinin halka zorla dayatıldığını iddia edip, Türkiye’de sistem bunalımı olduğunu ileri sürmüş.
Jandarma dipçikleri...
“Ne Mutlu Türküm diyene” sözünün Türkiye’yi ilkelleştirdiğini savunan Gül, konuyu TSK’ya getirip, kıyafeti yüzünden köylerin basıldığını, insanların jandarma dipçikleri ile dövüldüğünü iddia etmiş.
Dindar subay
GÜl, TSK’ya yüklenmeye şöyle devam etmiş; “Dindar olan bir subaya siz eğer kendi ordunuzda hayat hakkı vermiyorsanız, sanki ajan yakalamış gibi, onları eğer ayıklıyorsanız, siz o zaman bütünlüğünüzü nasıl temin edersiniz?...”
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklaması bekleniyor...
İlk sözde sivil Anayasacı!
AKP’nin müstakbel Köşk adayı Gül’ün Atatürk ilke ve İnkılaplarını hedef alan sözde ‘sivil anayasa’ tartışmalarının esas mimarı olduğu ortaya çıktı
22 Temmuz seçimlerinin hemen ardından, AKP Mersin milletvekili Zafer Üskül ve hükümete taslak hazırlayan Prof. Dr. Ergün Özbudun’un “Atatürk İlke ve ınkılapları Anayasa’da yer almasın” çıkışıyla başlayan sözde sivil Anayasa tartışmaları hergün yeni bir boyut kazanıyor. AKP’nin en güçlü Cumhurbaşkanı adayı olan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, Özbudun ve Üskül’den tam 14 yıl önce benzer sözler sarfettiği ortaya çıktı. 19 Aralık 1992’de Refah Partisi Milletvekili sıfatıyla katıldığı “Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 3’üncü İstişare Toplantısı” nda bir konuşma yapan Gül, Atatürk ilke ve Inkılaplarının zorla dayatıldığını ifade ediyor. Türklük vurgusundan duyduğu rahatsızlığı dile getiren Gül’ün konuşmasında şu satırbaşları ön plana çıkıyor:
Rejim halka düşman
* Bugün Türkiye’de bir sistem bunalımı var, kendi bünyesine uygun düşmeyen, kendi değerlerine zıt ve zoraki uygulanmaya çalışılan ve halka zorla diretilen bir sistem.
* Şimdi halkına zıt, halkı ile barışık olmayan ona düşman bir sistem bu sistemdir ki bizi bugün Türkiye’nin ve ülkenin bütünlüğünü konuşmaya getiren, onu gündem noktası haline getiren böyle bir sistem içerisindeyiz doğrusu, 70 senedir. İşte bunun içindir ki bugün bu milletin bir parçası olan senelerdir beraber olduğumuz bazı insanlar ayrılıkçı mücadele içerisine girmişler...Bu şartlar altında bütünlüğü bile koruyamaz, ülke bütünlüğünü bile, memleket bütünlüğünü bile tehlikeli duruma getirir hale gelmiş böyle bir sistem.
Atatürk ilkeleri zorla dayatıldı
* Türkiye’nin bu resmi ideolojisinin tabii karakterleri bu sistemi kuran tek partinin altı sloganı ile ortaya çıktı. Hepinizin bildiği gibi; Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik ve laiklik adı altında bunları özetleyebiliriz. Ama işin ilginç yanı şu ki bu milletin halkı bu millet bir araya gelipte; biz işte devletçi olalım, biz işte laik olalım, biz işte milliyetçi olalım, biz işte şöyle olalım, diye böyle bir karar vermemişler. Yani bir konsensüs neticesinde müşterek bir kararın veyahutta bir meclisin kararının neticesinde çıkmamış bu ilkeler. Bu ilkeler hep, bu halka, bu coğrafyada bu millete, Türk milletine bir zorlatma şeklinde dayatılmış ve öyle uzun bir süre devam etmiş. İşte bana göre bu zorlatma, bu diretme ki Türkiye’nin bütünlüğünü, Türkiye’nin ve burada yaşayan insanların senelerdir, yüzyıllardır beraber yaşayan insanların, birliğini tehlikeli noktaya getirir hale düşmüş.
Diktatörlükle yönetilmişiz
* Şimdi Cumhuriyetçilik ki biz bunu demokrasi olarak da genişletebilirsek, uygulamada aslında öyle bir şey olmamış uzun senelerdir. Uygulamada tam bir diktatörlük, tam bir tek parti devri, tam bir oligarşik bir devre geçmiş ve öyle olmuş ki tam halka zıt bir yönetim... Bu haliyle bütün demokratikleşme, bütün cumhuriyetleşme sözlerine nutuklarına rağmen, Türkiye bugün de hala demokrasiyle idare edilen ülkelerden çok bazı konularda dünkü demirperde ülkelerini veyahutta bugünün belki meclisleri olmasına rağmen, Irak’ını, Libya’sını, Suriye’sinin andıran büyük karakteristikleri var. Hala tabuların olduğu, hala söylenmez şeylerin olduğu, hala halkın yıldırıldığı Türkiye’de yaşıyoruz.
Her yerde aynı heykeller var!
* Türkiye’yi bu vasıfları bakımından, açık ve net şekilde konuşmak zorundayız. Demin dediğim gibi Türkiye bir Irak’a, Libya’ya benzeyen çok yanları var dedim. Neden? Aynı, tek adam pozisyonu, bugün gidin Irak’ta da, Libya’da da, Suriye’de de tek insanın resimleri vardır her yerde varsa tek insanların heykelleri vardır. Ama batıda kumandanların, sanatkarların, devlet adamlarının heykelleri vardır, resimleri vardır. İşte demokrasiyle idare edilen ülkelerde çok seslilik vardır. Ama biz bu halimizle işte bu demokratik ülkelere değil, aynı o beğenmediğimiz tam diktatörlükle idare edilen ülkelere benzeme vasfından hala kurtulabilmiş değiliz.
Milliyetçilik aslında ırkçılık
* Devrimcilik adı altında yine bir dizi hukuki düzenleme tepeden inme, zorla getirtilmiş ve halkın onayı, halkın desteği alınmadan zorla kabul ettirilmiştir. İlkelerden diğer birisi olan milliyetçilik maalesef bir nevi bir ırkçılık şeklinde devam etmiştir. Öyle olmuş ki, bırakın çok yıllar önceyi, son sıkıntılı yıllarımızda bile ne Çanakkale’de ne Medine müdafaasında, ne Trablusgarp’ta insanlar birbirini taşırken, yaralılar birbirinin yarasını sararken hiç birinin ırkının ne olduğunu sormayı akıllarından geçirmemişler. Bunları araştırmak İslam ahlakına uygun düşmeyeceğinden hiç kimsenin ilgi alanı içerisine girmemiş.
Türkçülük bizi ilkel bıraktı
* Milliyetçilik; demin dediğim gibi, öyle olmuş ki; Türkçülük şeklinde alınmış ve bu ister istemez, aksini de bazı insanların aklına getirmiştir. Mesela, -bunları açık söylemek zorundayım- “Ne mutlu Türküm diyene” lafını tutup her yere yaza yaza ve bunu özellikle hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür. “Bir Türk dünyaya bedel” gibi, bu laflar aslında Türkiye’nin o bütünlüğünü, Türkiye’nin o geçmişteki bütün insanları İslam kardeşliği etrafında toplayan bu bütünlüğünü tehdit eder anlama gelmiştir. Şimdi ne gariptir ki, bu lafları; seyahat ederseniz, Doğu ve Orta Anadolu’ya, doğru geldikçe “Önce Vatan” yazdığını, batıya Ankara’ya İstanbul’a gittiğinizde ise hiç rastlamazsınız bunlara. Yani bunlar tek parti devrinden kalan ve zorla, halkın kendi inanç değerleriyle bütünleşmeyen, bir dünya sistemini halka zorla kabul ettirmektir. Ama bunların zararlarını tabii biz daha sonra çekmeye başlamışız.
Laiklik tehdit ediyor
* Şu da bir gerçek, tarih boyunca görüşmüştür ki en kalıcı ve birleştirici unsur din olmuştur. Ama bu demin dediğim gibi Türkiye’deki resmi ideoloji tarafından devamlı tehdit altına alınmış. Moral değerleri açısından yine Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en ziyade tahribatı vermiş olan, sistemin ilkelerinin birisi de laiklik ilkesidir, laiklik olayıdır... (...) Türkiye’de ve tabii din dediğimiz de İslam, potansiyel tehlike olarak görülmüş ve devamlı devlet, buna karşı teyakkuz halinde durmuş.Bu din düşmanlığını esas alan ve hukuk tanımayan uygulama, İslam inancı ve ahlakıyla yoğrulmuş olan halkımızı da tabii dışlamıştır ve özellikle onu kendi hayatında yaşamak isteyen insanları devamlı dışlamış, devamlı bunlara karşı kapılar kapatılmıştır.
Dindarlar ordudan atılıyor
* Şimdi yine düşünebilir misiniz ki kıyafeti yüzünden köylerin basıldığı, şehirlerin basıldığı, insanların jandarma dipçikleri ile dövüldüğü bir ülke, bunlar maalesef bizim ülkemizde olmuştur. Şimdi bunlar hep bir insanların tabii moral değerlerinin bir parçasıdır. Bunlar eskiden olmuş ama bugün de devam etmekte...Aynı şeklide dini inançlarından dolayı sade bir vatandaş olarak dindar olduğu için, yani dışarıda dindar olan bir esnaf, dindar olan bir işçi gibi, dindar olan bir tüccar gibi, dindar olan bir subaya da siz eğer kendi ordunuzda hayat hakkı vermiyorsanız, sanki ajan yakalamış gibi, onları eğer ayıklıyorsanız, siz o zaman bütünlüğünü, bu ülkenin devamını nasıl temin edersiniz?
Önce yalanladı, sonra sessizliğe büründü
19 Aralık 1992’deki toplantıda “Türkiye’nin Milli Bütünlüğü ve Güvenliği” konulu bir sunum yapan Abdullah Gül’ün sözlerini Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde gündeme getirmiştik.
Haberi “Ben böyle bir toplantıya katılmadım ve konuşmadım” sözleriyle yalanlayan Gül, kendinin de dahil olduğu toplantı fotografınının Yeniçağ’da yayınlamasıyla sessizliğe bürünmüştü.
“Ne mutlu Türküm diyene” lafını tutup her yere yaza yaza ve bunu özellikle hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür. İNANMAYANLAR İŞTE SİTE
http://www.kanalturk.com.tr/uyeler/yazi.php?yazi_id=12428
Köşk yoluna taşı kendisi koymuş !
Başkomutan olmaya hazırlanan Gül, Atatürk ilkelerine karşı çıkıp, TSK’ya veryansın etmiş
RP Kayseri Milletvekili sıfatıyla 1993’te katıldığı “Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri
3. İstişare Toplantısı”nda konuşan Abdullah Gül, “Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik ve laiklik” ilkesinin halka zorla dayatıldığını iddia edip, Türkiye’de sistem bunalımı olduğunu ileri sürmüş.
Jandarma dipçikleri...
“Ne Mutlu Türküm diyene” sözünün Türkiye’yi ilkelleştirdiğini savunan Gül, konuyu TSK’ya getirip, kıyafeti yüzünden köylerin basıldığını, insanların jandarma dipçikleri ile dövüldüğünü iddia etmiş.
Dindar subay
GÜl, TSK’ya yüklenmeye şöyle devam etmiş; “Dindar olan bir subaya siz eğer kendi ordunuzda hayat hakkı vermiyorsanız, sanki ajan yakalamış gibi, onları eğer ayıklıyorsanız, siz o zaman bütünlüğünüzü nasıl temin edersiniz?...”
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklaması bekleniyor...
İlk sözde sivil Anayasacı!
AKP’nin müstakbel Köşk adayı Gül’ün Atatürk ilke ve İnkılaplarını hedef alan sözde ‘sivil anayasa’ tartışmalarının esas mimarı olduğu ortaya çıktı
22 Temmuz seçimlerinin hemen ardından, AKP Mersin milletvekili Zafer Üskül ve hükümete taslak hazırlayan Prof. Dr. Ergün Özbudun’un “Atatürk İlke ve ınkılapları Anayasa’da yer almasın” çıkışıyla başlayan sözde sivil Anayasa tartışmaları hergün yeni bir boyut kazanıyor. AKP’nin en güçlü Cumhurbaşkanı adayı olan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, Özbudun ve Üskül’den tam 14 yıl önce benzer sözler sarfettiği ortaya çıktı. 19 Aralık 1992’de Refah Partisi Milletvekili sıfatıyla katıldığı “Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 3’üncü İstişare Toplantısı” nda bir konuşma yapan Gül, Atatürk ilke ve Inkılaplarının zorla dayatıldığını ifade ediyor. Türklük vurgusundan duyduğu rahatsızlığı dile getiren Gül’ün konuşmasında şu satırbaşları ön plana çıkıyor:
Rejim halka düşman
* Bugün Türkiye’de bir sistem bunalımı var, kendi bünyesine uygun düşmeyen, kendi değerlerine zıt ve zoraki uygulanmaya çalışılan ve halka zorla diretilen bir sistem.
* Şimdi halkına zıt, halkı ile barışık olmayan ona düşman bir sistem bu sistemdir ki bizi bugün Türkiye’nin ve ülkenin bütünlüğünü konuşmaya getiren, onu gündem noktası haline getiren böyle bir sistem içerisindeyiz doğrusu, 70 senedir. İşte bunun içindir ki bugün bu milletin bir parçası olan senelerdir beraber olduğumuz bazı insanlar ayrılıkçı mücadele içerisine girmişler...Bu şartlar altında bütünlüğü bile koruyamaz, ülke bütünlüğünü bile, memleket bütünlüğünü bile tehlikeli duruma getirir hale gelmiş böyle bir sistem.
Atatürk ilkeleri zorla dayatıldı
* Türkiye’nin bu resmi ideolojisinin tabii karakterleri bu sistemi kuran tek partinin altı sloganı ile ortaya çıktı. Hepinizin bildiği gibi; Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik ve laiklik adı altında bunları özetleyebiliriz. Ama işin ilginç yanı şu ki bu milletin halkı bu millet bir araya gelipte; biz işte devletçi olalım, biz işte laik olalım, biz işte milliyetçi olalım, biz işte şöyle olalım, diye böyle bir karar vermemişler. Yani bir konsensüs neticesinde müşterek bir kararın veyahutta bir meclisin kararının neticesinde çıkmamış bu ilkeler. Bu ilkeler hep, bu halka, bu coğrafyada bu millete, Türk milletine bir zorlatma şeklinde dayatılmış ve öyle uzun bir süre devam etmiş. İşte bana göre bu zorlatma, bu diretme ki Türkiye’nin bütünlüğünü, Türkiye’nin ve burada yaşayan insanların senelerdir, yüzyıllardır beraber yaşayan insanların, birliğini tehlikeli noktaya getirir hale düşmüş.
Diktatörlükle yönetilmişiz
* Şimdi Cumhuriyetçilik ki biz bunu demokrasi olarak da genişletebilirsek, uygulamada aslında öyle bir şey olmamış uzun senelerdir. Uygulamada tam bir diktatörlük, tam bir tek parti devri, tam bir oligarşik bir devre geçmiş ve öyle olmuş ki tam halka zıt bir yönetim... Bu haliyle bütün demokratikleşme, bütün cumhuriyetleşme sözlerine nutuklarına rağmen, Türkiye bugün de hala demokrasiyle idare edilen ülkelerden çok bazı konularda dünkü demirperde ülkelerini veyahutta bugünün belki meclisleri olmasına rağmen, Irak’ını, Libya’sını, Suriye’sinin andıran büyük karakteristikleri var. Hala tabuların olduğu, hala söylenmez şeylerin olduğu, hala halkın yıldırıldığı Türkiye’de yaşıyoruz.
Her yerde aynı heykeller var!
* Türkiye’yi bu vasıfları bakımından, açık ve net şekilde konuşmak zorundayız. Demin dediğim gibi Türkiye bir Irak’a, Libya’ya benzeyen çok yanları var dedim. Neden? Aynı, tek adam pozisyonu, bugün gidin Irak’ta da, Libya’da da, Suriye’de de tek insanın resimleri vardır her yerde varsa tek insanların heykelleri vardır. Ama batıda kumandanların, sanatkarların, devlet adamlarının heykelleri vardır, resimleri vardır. İşte demokrasiyle idare edilen ülkelerde çok seslilik vardır. Ama biz bu halimizle işte bu demokratik ülkelere değil, aynı o beğenmediğimiz tam diktatörlükle idare edilen ülkelere benzeme vasfından hala kurtulabilmiş değiliz.
Milliyetçilik aslında ırkçılık
* Devrimcilik adı altında yine bir dizi hukuki düzenleme tepeden inme, zorla getirtilmiş ve halkın onayı, halkın desteği alınmadan zorla kabul ettirilmiştir. İlkelerden diğer birisi olan milliyetçilik maalesef bir nevi bir ırkçılık şeklinde devam etmiştir. Öyle olmuş ki, bırakın çok yıllar önceyi, son sıkıntılı yıllarımızda bile ne Çanakkale’de ne Medine müdafaasında, ne Trablusgarp’ta insanlar birbirini taşırken, yaralılar birbirinin yarasını sararken hiç birinin ırkının ne olduğunu sormayı akıllarından geçirmemişler. Bunları araştırmak İslam ahlakına uygun düşmeyeceğinden hiç kimsenin ilgi alanı içerisine girmemiş.
Türkçülük bizi ilkel bıraktı
* Milliyetçilik; demin dediğim gibi, öyle olmuş ki; Türkçülük şeklinde alınmış ve bu ister istemez, aksini de bazı insanların aklına getirmiştir. Mesela, -bunları açık söylemek zorundayım- “Ne mutlu Türküm diyene” lafını tutup her yere yaza yaza ve bunu özellikle hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür. “Bir Türk dünyaya bedel” gibi, bu laflar aslında Türkiye’nin o bütünlüğünü, Türkiye’nin o geçmişteki bütün insanları İslam kardeşliği etrafında toplayan bu bütünlüğünü tehdit eder anlama gelmiştir. Şimdi ne gariptir ki, bu lafları; seyahat ederseniz, Doğu ve Orta Anadolu’ya, doğru geldikçe “Önce Vatan” yazdığını, batıya Ankara’ya İstanbul’a gittiğinizde ise hiç rastlamazsınız bunlara. Yani bunlar tek parti devrinden kalan ve zorla, halkın kendi inanç değerleriyle bütünleşmeyen, bir dünya sistemini halka zorla kabul ettirmektir. Ama bunların zararlarını tabii biz daha sonra çekmeye başlamışız.
Laiklik tehdit ediyor
* Şu da bir gerçek, tarih boyunca görüşmüştür ki en kalıcı ve birleştirici unsur din olmuştur. Ama bu demin dediğim gibi Türkiye’deki resmi ideoloji tarafından devamlı tehdit altına alınmış. Moral değerleri açısından yine Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en ziyade tahribatı vermiş olan, sistemin ilkelerinin birisi de laiklik ilkesidir, laiklik olayıdır... (...) Türkiye’de ve tabii din dediğimiz de İslam, potansiyel tehlike olarak görülmüş ve devamlı devlet, buna karşı teyakkuz halinde durmuş.Bu din düşmanlığını esas alan ve hukuk tanımayan uygulama, İslam inancı ve ahlakıyla yoğrulmuş olan halkımızı da tabii dışlamıştır ve özellikle onu kendi hayatında yaşamak isteyen insanları devamlı dışlamış, devamlı bunlara karşı kapılar kapatılmıştır.
Dindarlar ordudan atılıyor
* Şimdi yine düşünebilir misiniz ki kıyafeti yüzünden köylerin basıldığı, şehirlerin basıldığı, insanların jandarma dipçikleri ile dövüldüğü bir ülke, bunlar maalesef bizim ülkemizde olmuştur. Şimdi bunlar hep bir insanların tabii moral değerlerinin bir parçasıdır. Bunlar eskiden olmuş ama bugün de devam etmekte...Aynı şeklide dini inançlarından dolayı sade bir vatandaş olarak dindar olduğu için, yani dışarıda dindar olan bir esnaf, dindar olan bir işçi gibi, dindar olan bir tüccar gibi, dindar olan bir subaya da siz eğer kendi ordunuzda hayat hakkı vermiyorsanız, sanki ajan yakalamış gibi, onları eğer ayıklıyorsanız, siz o zaman bütünlüğünü, bu ülkenin devamını nasıl temin edersiniz?
Önce yalanladı, sonra sessizliğe büründü
19 Aralık 1992’deki toplantıda “Türkiye’nin Milli Bütünlüğü ve Güvenliği” konulu bir sunum yapan Abdullah Gül’ün sözlerini Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde gündeme getirmiştik.
Haberi “Ben böyle bir toplantıya katılmadım ve konuşmadım” sözleriyle yalanlayan Gül, kendinin de dahil olduğu toplantı fotografınının Yeniçağ’da yayınlamasıyla sessizliğe bürünmüştü.
“Ne mutlu Türküm diyene” lafını tutup her yere yaza yaza ve bunu özellikle hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür. İNANMAYANLAR İŞTE SİTE
http://www.kanalturk.com.tr/uyeler/yazi.php?yazi_id=12428