Büyük Üstad'dan Seçmeler

Börteçine9

New member
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
2,162
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
KIZILELMA!!
YAR O Kİ...

Falan, dağın ardında;
Seslen seslen işitmez!
Filan toprak altında;
Göz yaşları diriltmez!
Neye vardın , vardın da?
Ufuk varmakla bitmez.
Bir şey göster kadında,
Tılsımını eskitmez!
Yar o ki, hep yadında ;
eksilmez ve eksiltmez.
Muradı muradında,
Seni bırakıp gitmez.
1972

ÖPMEK
Ellerime uzanan dudakları tepeyim;
Allah diyen, gel , seni ayağından öpeyim!
1976

GÜZEL
Güzel Allah'ım, senden ne gelecekse gelsin ;
Sen ki, rahmetinle de, kahrınla da güzelsin...
1977

YAKINLIK
Neye yaklaşsam, sonu uzaklık ve kırgınlık ;
Anla ki, yok Allah'tan başkasına yakınlık...

1977
-------------------------------------
İSTE
Verirler “ben acizim, kudret senin” dedikçe
Verenin şanı büyük sen iste istedikçe!

1980
-------------------------------------

RAHMET

Yaradan rahmetini kahrından üstün saydı;
Ne olurdu halimiz, gözyaşı olmasaydı?

1982

ANLAMAK
Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var;
Akıl için son tavır , saçlarını yolmak var...
1983
-------------------------------------
O DİYORSA
Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür!
Sana çöl gelen , O , göl diyorsa göldür!
1977

-------------------------------------
ALLAH DOSTU
Allah dostu odur ki, nefsine tek pay biçmez;
Kırk yıl bir ekşi ayran özler de onu içmez.
1940

OYUNCAK
Ben bir atım, iradem , elinde binicimin;
Bir çocuk oyuncağı, ucunda bir sicimin...

1976

-------------------------------------
SUAL-CEVAP
Sual: Ey veli,insan nasıl olmalı, söyle!
Cevap: Son anda nasıl olacaksa hep öyle...
1973

-------------------------------------
AKIL
Akıl akıl olsaydı ismi gönül olurdu;
Gönül gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu.
1980

-------------------------------------
ŞARKI
Her ağızda , her telde fanilik dırıltısı
Sonunda tek bir şarkı , tabutun gıcırtısı...
1980

CANSIZ AT
Bilmem kaçı kaç geçe,
Bilmem kaça kaç kala,
Ya erkence, ya geççe,
Sıram gelir, hoppala!
Altımda gacır gucur,
Kişner duru cansız at...
İşte servili çukur;
Ve ölümsüz hakikat!
1944

-------------------------------------
BÜYÜK RANDEVU
Büyük randevu... Bilsem nerede saat kaçta?
Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta?
1958

DİPSİZ KUYU

Ağzıma soğuk kurtlar dolacak, gözüme kum;
Dipsiz kuyu, sürdükçe zaman, sürecek uykum...
1939

-------------------------------------
YOKLUK
Yokluk, o donduran buz, o söndüren karanlık;
Büsbütün bilgisizlik ve tam bir unutkanlık...
1939
-------------------------------------
HABERİ YOK

Şu geçeni durdursam , çekip de eteğinden ;
Soruversem: Haberin var mı öleceğinden?
1939
-------------------------------------

GEÇER AKÇA

Hasis sarraf , kendine bir başka kese diktir!
Mezarda geçer akça neyse, onu biriktir!
1972
-------------------------------------
TEBESSÜM
Bu dünyada renk, nakış,lezzet ne varsa küsüm;
Gözümde son marifet, Azrail'e tebessüm...
1973
-------------------------------------
BAYRAM
Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
Oh ne güzel bayramda tahta ata binmek var!...
1982

-------------------------------------
KAPI

Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse;
Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!
1982

KORKU

Bir kalbim var ki benim, sevdiğinden burkulur:
Kahredenden ziyade sevilenden korkulur...
1973

-------------------------------------
AYRILIK
Hep ayrılık ; isteğe erince istek ölür,
Bir anda ölseler de insanlar tek tek ölür...
1977

-------------------------------------
AYNI NOKTA

Çocukken gün battı mı, bir köşede ağlardım;
Nihayet döne döne aynı noktaya vardım.
1978
-------------------------------------
GÖLGELER

Gönlüm uçmak isterken semavi ülkelere;
Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere...
1982

HANİ YA...

Gözüne mil çekersen
Görünür gerçek dünya.
Aynalarda sen , hep sen;
Dost sevgili hep riya!
Kaç, kurtul kelimeden;
Ağlamadan , gülmeden!
Hani ya sen ölmeden,
Ölecektin, hani ya?..
1982

-------------------------------------
MANTIK

Dağı tanıyan , nasıl tanımaz uçurumu?
Mademki yükseliş var, iniş olmaz olur mu?
1972
-------------------------------------
HİÇ

Alemin küfre göre, hem başı, hem sonu “hiç”...
“İki hiç” arasında varlık olur mu ki hiç?...
1975

KADER

Kader , beyaz kağıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan , gel de sıyır beyazı!...
1976
-------------------------------------
VARLIK
Tek neşe bu dünyada, var olmanın sevinci;
Ve tek ilim, varlığın bilinmeden bilinci...
1977

-------------------------------------
EKSİK
Göz attığım her şeyde işte o şeydir eksik;
Mekan kopuk kopuktur , zaman da kesik kesik...
1978
-------------------------------------
SAYILAR
Sayılar yalnız Bir'in kendi dalgalanışı,
Sayılar kemmiyetin keyfiyeti anışı...

1983
-------------------------------------
BU DÜNYA
Bu dünya bir tamam'dan eksiklikler alemi;
Kopuşlar , ayrılıklar, kesiklikler alemi...
1982

-------------------------------------
YENİ
Tohum çatlar da bilmem, kafa nasıl çatlamaz?...
Yeni odur ki, solmaz , pörsümez, bayatlamaz.
1983
-------------------------------------

FİKİR SANCISI

Lafımın dostusunuz, çilemin yabancısı,
Yok mudur, sizin köyde, çeken fikir sancısı?
1980
-------------------------------------
MANZARA
Bütün manzara , ucuz bir dekor muşambası;
Kurtuluş günü , çıkmaz ayın son çarşambası ...
1947
-------------------------------------
DÜŞMANIMA
Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsız!...
1939

ÖLÜMSÜZ ŞARKI
Garip geldik gideriz, rafa koy evi barkı!
Tek, dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı ...
1962
-------------------------------------
SAHTE KAHRAMAN
Bize kalan aziz borç asırlık zamanlardan;
Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan ...
1973

-------------------------------------
NİZAM
Bir nizam ki, eskimez, yıpranmaz, sendelemez ,
Mekan onu aşamaz, zaman onu delemez.
1974
-------------------------------------

KOLAY
Kolay mı Kafdağı'nı çevirmek dolay dolay?
Var ol ey ulvi zorluk , yere bat sefil kolay!
1982
Necip Fazıl KISAKÜREK
 
Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan, gelde sıyır beyazı!.. Necip FazıL Kısakürek

eLine sağLık kardeşim..
Birbirinden kıymetLi güzeL eserLer..
 
"O DİYORSA
Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür!
Sana çöl gelen , O , göl diyorsa göldür! "...Unutulamz bir şahıs ki eserleri de öyle...

Allah razı olsun...Çok güzel anlatıyor bir çok hususu Necip Fazıl...İyi ettin paylaşarak akrdeşim...
 
Ne Var Ki Pazarlığa Girişecek Ecelle,
Sermayem Tek Kelime Allah Azze Ve Celle..
-------------------


NUR

Sen ol dersin ve olur!

Pırıltı dolu billur,
Çığlık içinde fağfur.
Bir renk bize öteden
Ve bir ses o besteden
Nur bize Allah ' ım nur!

Büyük divan ve huzur......
Bekliyor mezarı Sûr.
Sonsüzlük ölümsüzlük
Bitmez tükenmez düzlük;
Nur bize Allah ' ım nur!

Güneşşi tuttu çamur;
Elmas mahçup zift mağrur.
Yakın kandili yakın;
Ne donanma ne yangın
Nur bize Allah 'ım nur!

Sen ol dersin ve olur!
--------------------------------

SEN

Senden ,senden , hep senden .
Akisler aynalarda.
Göğe çıksam mahzendn;
Hasretiim turnalarda.

Seni buldum bulduysam;
gökten bir davet duysam!
Ben ki , suçumu yuysam,
Su biter kurnalarda.

Garibe sensin vatan.
Ne yurdunu aratan!
Sensin , sensin yaratan,
Rahmeti analarda.
--------------------
ALLAH DERİM
Sırtımda taşınmaz yükü göklerin;
Herkes koşar , zıplar , ben yürüyemem
İsterseniz hayat aşını verin;
Sayılı nimetler bal olsa yemem!

Ey akıl , nasılda delinmez küfen ?
Ebedi olsun urbası kefen!
Kursa da boşluga asma köprü , fen,
Allah derim, başka hiç bir şey demem!
-------------
ALLAH DİYENE

Her şey , her şey şu tek müjdede;
Yoktur ölüm , Allah diyene!
Canım kurban , başı secdede ,
İki büklüm Allah diyene

Akıl, kırık kanadı hiçin
Derdi gücü "nasıl" ve "niçin...
Bağlı perçin üstüne perçin,
Benim gönlüm Allah diyene....
---------------------
İŞARET

O ki ,pınar başında çeker suya hasreti ;
Kadınında kadına , yurdunda yurda hasret.
Yalan dünyada bütün görünüşler iğreti;
Her şey o şeye hazin benzeyişten ibaret.

Var olan yoklukların ömrünü soruyorum!
Aşklar bom boş kuruntu , hürrüyetler esaret!
Yalnız , "Rakip" ismiyle Allah ı görüyorum!
Bir yokluk ki bu dünya , var olandan işaret....
 
Allah razı olsun.
 
senmustafakemal_necip.jpg


ALLAHIM, SENİ İSTİYORUZ!


Yıllardır insanlık, derin ve sinsi bir dert çekiyor. Bu dert, sinirleri bozuk bir mirasyedi oğlunun iç sıkıntısı. Mirasyedi çocuğu, gözünün bir işaretiyle yeryüzünün bütün çeyizlerini ayağına serdirebileceği halde hiçbirisiyle avunamıyor. Lâstik toplarını ısırıyor, renkli balonlarını iğneliyor, motorlu fillerini, pervaneli atlarını yerlerde süründürüyor ve bütün zenginliklere arkasını dönmüş, bir pencereden, bir türlü kendisine kadar gelemiyen güneşin toprak üstündeki altın lekelerini seyrediyor. Bu hastalık, masallardaki dünya güzeli şehzadelerin derdi gibi bir şey... Başında bin doktor ve üfürükçü, bin hokkabaz ve falcı çare arıyadursun; o, günden güne fenalaşmakta...



Denizaşırı bir memlekette bir takım kardeşleri, tuhaf bir ülke kurdu. Evleri itfaiye merdivenlerinden, gökleri arı kovanlarından, sokakları, üstünde binlerce bıçağın işlediği bileği taşlarından farksız... Orada, uzun boylu, cam gözlü, dört köşe omuzlu; az konuşan, konuştuğu zaman da kurbağa gibi sesler çıkaran bir insan örneği pey dahlandı. Suratı yoğurttan daha çizgisiz olan bu tipin ne zaman ağladığı, ne zaman güldüğü, ne zaman heyecanlandığı belli değil... Yalnız bir paspasın üstünde, yumruklarına deriden bohçalar sarmış iki çıplak insan boğuşurken; milyonluk kalabalıklar karşısında, bir takım kısa pantalonlu çocuklar meşinden bir yuvarlağı kovalarken; iki lâstik tekerlekli araba 80 derece meyille bir dönemeci kıvrılırken gırtlağından nâralar boşanıyor.
Ufak bir ameliyatla aşka ait her kahırdan kurtulmuş harem ağaları gibi, içinin bütün zehirlerini sinirleriyle beraber söktürmüş olan bir insan örneği, teselliyi cematlaşmakta aramanın korkunç misali...
İşte, bütün hârikası sadece kemiyet plânını alabildiğine köpürtmekten ibaret (Yeni Dünya) isimli diyarın macerası!..



Beri tarafta, şarka doğru bitmez ormanlar ve sonsuz (step)ler memleketinde başka kardeşleri, yıldızların bile duyduğu bir çığlık kopardılar: Komünizma!..
Yenicami merdivenlerinde asker terhislilerine leke sabunu satan işportacıların kolay belâgatiyle dünyayı, asırları, medeniyetleri, milletleri ve sınıfları markaladılar. Bütün derdi, fazladan bir demet soğan, bir şişe yağ ve iki saat istirahatten ibaret bir sınıfın istırabı, insandaki büyük ve mücerret idrâk ıstırabının yerini almak istedi. O gündenberi kâinatı dört köşe gören bir madde telâkkisi, hâdiselerin ebedî düğümünü arıyan ruh kavrayışına; sefil bir yokluk mantığı, mantığın üstündeki varlık murakabesine; Eskimolara bile vâdeden insaniyetçi dolandırıclık, millet aşkına; sokak afişçiliği, sâf ve hâlis san'ata; âdî vu zuh, ulvî muğdile düşman kesildi. Sonunda onlar da, ezelî ve ebedî kıymetlerin çoğuna, merkezinden mahrum olarak, sinsi sinsi dümen kırmakta aradılar muvazeneyi...



Gelelim, (Adriyatik) kıyılarından esmeğe başlayıp Baltık sahillerinde kasırgalaşan, sonra dünya büyüklüğünde bir balon gibi patlayıveren mahut tecrübeye: Faşizma ve Nazizma!...
Bu tecrübe, eşya ve hâdiselere tahakküm iktidarından düşen, öz terakkileri içinde boğulan (Greko - Lâtin) medeniyetinin kendi nefsine karşı bir aksülâmeli oldu. Bir aksülâmel; kendi kanunlarına, mukaddeslerine karşı bir isyan ve ihanet... Garp medeniyetinin son yemişi müsbet bilgiler, onu bir hançer gibi tutan elde, hiçbir başka hak ve mukaddes tanımaksızın, mutlak bir imtiyaz ve tahakküm edasiyle mirasa konmak istedi.
Ve meydanı, hiçbir insanî ideolocya gayreti olmıyan, sadece kâbuslarda bile görülmez bir iştiha ve ihtiras psikolocyasiyle şişmiş, ilim ve sistem sahibi bir canavarlık hamlesi kapladı. Netice malûm...



Ya demokrasyalar?.. Hastalığın başı onlarda!.. Bir zamanki sahte muvazeneleri ve sonra bu muvazeneyi allak bullak eden madde keşiflerinden sonra, rahimlerine bu iki (menfi)yi düşüren, bilmeden geliştiren, doğuran ve nihayet teker teker boğup kilise kapılarına bırakmaya mecbur olacak kadar bedbahtlaşan; şu ânda maddede muzaffer, fakat mânada büsbütün müflis onlardır!



Hiçbir misal ve tecrübe, insanlığı kandıramıyor. O, kifayetsizi ve dalâleti hemen seziyor. Menfiyi, çürüğü, günübirliği sezmek işten bile değil, fakat müsbeti, sağlamı, devamlıyı bulmak, dâvaların dâvası...
Niçin o kadar tapındığı müsbet ilimler ona tesellisini vermiyor. Ölülerin kalbini şişelerde zıplatan doktorları; suyun altına, havanın üstüne merdiven kuran mühendisleri; Londradaki fısıltıyı Tahranda dinleten kâşifleri var. Bütün bunlar içinin yıkıntısına niye ilâç değil?..
Ruhunun bütün nizamı çöktü. Bestekârın kulağına eski vecdin sesleri yerine sar'alı kadın çığlıkları ve Afrikalı vahşi tepinmeleri geliyor. Ressamın gözüne, eski âhenkli yüzler yerine, yedi başlı zebanîler ve kemik hastalıkları koğuşundan seçilmiş hilkat galatları görünüyor. Mimar, gökyüzüne bağırsak gibi şeyler çekiyor. Şairin şiiri, daha içini okumadan, uzaktan bakıldığı vakit, kocakarı ağzı gibi yıkık dökük... Üstünde oturduğumuz eşya, taş devri âletleriyle yontulmuş, işsizlik, ümitsizlik ve bedbinlik teneşirleri...
İnsanlık bunalıyor!!!
İşte bütün dâva; insanlık bunalıyor!!!
Belki de bunalmaktan kurtulmak için ayaklandırdığı kıyamete rağmen insanlık bunalıyor. Ve asıl bundan sonra bunalacak!...
Son yıllarda zamanın en ince çizgisine dokunan filozof ormanlarda dolaştı; ve (Bunalma felsefesi) başlığı altında korku ve sıkıntıyı bestelemeğe çalıştı. Şimdi de insanlığın beklediği yeni ve büyük (metafizik)ten bahsediyorlar!



Artık anlıyoruz; Allah dünyamızdan çekilmiştir!
Dünyanın ve her şeyin mutlak sahibi dünyadan çekilmedi; dünyanın kalbleri, kendilerini onun nurundan çekti. Allah dünyamızdan çekilmiştir.



Bize kim yol verecek? Kabuğunu emdiği şeyin ruhunu tüküren ham ve kaba softa mı? Adını bile anmayın!
Basit ve tabiatın üstünde, âlem içi âlem sezen yepyeni (fevkalâde) telâkkisi; sen neredesin? Kaz kümeslerine sığmayan üstün ruhun, istikbâle ve mâveraya iştiyakından ne haber?.. Kurbanlık koyunlar gibi boynu kesilmiş büyük saffet ve teslimiyet; bizi E f e n d i m i z e ancak sen kavuşturabilirsin!



Niçin yıllarca güneşe, ateşe, öküze ve ağaca taptık?.. Ne diye bu âdi maddelere ruhumuzun esrar gömleklerini giydirdik? Hep bu dört köşe şeklin dışındaki ruhu, hep bu yaşadığımız günün ilerisindeki ânı, hep bu gençliğin üstündeki durağı ifadelendirmek için...
Dünya ilk defa olarak Allahsızdır. Artık ne bir (harikulâde) telâkkisi, ne bir sonsuzluk duygusu, ne bir gizlilik idrâki, ne bir yarın iştiyakı!..
Hızını büyük imanlardan alan müsbet bilgilerimiz, lokomotifi bozulmuş vagonlar gibi ilk darbeyle yürüyor ve hep inişlerden faydalanıyor. Yokuş göründü! Vagonlardan çığlıklar geliyor: Nasıl tırmanacağız?..
Allah dünyamızdan çekildi. Bu çekiliş, bir insandan cesaretin çekilişi, bir çehreden sevginin uçuşu, bir bahçeden baharın gidişi gibi, kaba madde üzerinde takibi mümkün bir iş değil!...
Ve işte bunalıyoruz!!! Günün en ince çizgisi, bu... Rahatsızız; mahduda sığamıyor, hudutsuzu dolduramıyoruz.
Her sakatlık ve çarpıklık yalnız bu yüzden...
Bu hal, her vasfı ihmal edilen ruhun, göze görünmez bir plânda, kâinat kadar büyük şahsiyetini ihtar edişinden doğmakta...



Dünyanın ve her şeyin mutlak sahibini, has aynası olan gönüllerde, mutlak sahiplik tecellisine dâvet etmeyi bilecek miyiz, bilmeyecek miyiz? Bilmeyeceksek bilelim ki bir saniye ilerimizde, artık bir daha zerrelerimiz yanyana gelmemecesine müthiş, patlama ânı var!..



Allahım! Seni istiyoruz!..


LAİSİZMA

Mümin - Siz lâisizmanın ne demek olduğunu, ne ifade ettiğini, nasıl bir içtimaî ve siyasî vesileyle ortaya atıldığını, hangi dini veya dinleri şümulüne aldığını, hangi noktalara istinat ettiğini, tarih boyunca nasıl bir seyir takip ettiğini bilmiyorsunuz değil mi?

Kâfir - Bilmiyorum; ben onun yalnız dini dünyadan ayırmak olduğunu biliyorum ya, yetmez mi?

Mümin - Yağma yok!.. Size, o kadar ucuz tarafından hakikatleri çiğnetemeyiz! Hep bu açıkgözlüğe bağlanan demagocya sanatına artık paydos! Şöyle bir sigara yakınız da, size lâisizmayı, bütün incelik ve hususiyetleriyle anlatayım! Ha, şöyle!.. Dinleyin: Lâisizma tâbiri Fransız İnkılâbının bir icadıdır. Aslından inhiraf ettirilmiş ve zaten dünya ile alâkasız bir din olarak yerleşmiş bulunan Hıristiyanlık, gitgide kendi dâvasını kendi mümessilleriyle ayak altına alınca, Fransız İnkılâbı, sırf Hıristiyanlığı Hıristiyanlıktan ibaret bırakmak ve rahiplerin Hıristiyanlık dışı tasallutlarına engel olmak için lâisizma ölçüsünü meydana getirdi: "Din, yani Hıristiyanlık, kendi kendisinden ibaret kalacak ve zaten müdahale salâhiyetinden uzak bulunduğu dünyayı da kendi haline bırakacaktır!..." Ölçü şudur:
Hıristiyanlık ruhanî nüfuz ve murakabesinde istediği gibi devam edebilir; fakat bunu, kendi nefsine uygun olarak, cismanî sahaya teşmil etmemelidir.

Kâfir - Demek lâisizma budur, ha!..

Mümin - Evet, lâisizma yalnız budur. Fakat bizde bunu ne bilirler, ne de bildirmek isterler. Lâisizma, bizzat Hıristiyanlığa karşı tehdit edici bir engel değil, ruhanî nüfuzdan faydalanarak dünyayı idareye kalkan papazların nefslerine karşı bir mâniadır. Bizde ise bunu, doğrudan doğruya dini dünyadan ayırmak mânasına alıyorlar. Bu işde ne muazzam bir canbazlık yapılıyor. Din, bizzat dünya hükümlerine malik olunca onu ya topyekûn red ve nefyetmek, yahut kabûl etmek mümkündür; herhalde dünyadan ayırmak mümkün değildir. Dini hem kabul, hem de dünyadan ayrı mütalâa etmek, bütün mevcutları yaratan Allah'ı tasdik ettikten sonra, onun dünyaya karışmıyacağını iddia etmektir ki, bu da abeslerin ve muhallerin şâhı olur.

Kâfir - Yâni ne demek istiyorsunuz?

Mümin - Şunu demek istiyorum ki, hem dünya, hem de ukbânın hesabını veren bir dine, sırf Hıristiyanlığa mahsus hususî bir ölçü olan lâisizma tatbik edilemez. Edilecek olursa, o dini kaldırmak, fakat kaldırıldığını söylememek mânasına gelir. Lâisizma İslâmiyete tatbiki kabil olmıyan bir ölçü olduğu, hem gerçek lâikler, hem de kâfir ve müminlerce hakikattir. Onun içindir ki ben lâisizma üzerinde müsbet veya menfi hiçbir hüküm izhar etmeden, onun, bütün kâinatı ihata edici dinlere mahsus bir ölçü olmadığını belirtmekle iktifa ediyorum. Bu da, sizin gibi bir münkire; ve vasıtanızla, bu mefhum üzerinde demagocya canbazlıkları yapmak isteyen cehil istismarcısı açıkgözlere verilecek en şapa oturtucu cevaptır. (mümin ile kafir adlı eserinden)

Necip Fazıl
 
[VIDEO]0bAXbS0iqMQ[/VIDEO]


O erler ki gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.

Yıldızları tesbih tesbih çeker de.
Namazda arka saf hizasındalar.

İçine nefs sızan ibadetlerin,
Birbiri ardınca kazasındalar.

Günü her dem dolup her dem Başlayan,
Ezel senedinin imzasındalar.

Bir an yabancıya kaysa gözleri,
Bir ömür gözyaşı cezasındalar.

Her rengi silici aşk ötesi renk;
O rengin kavuran beyzasındalar.

Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allah'ın c.c. rızasındalar.
 
Bunlar Güzel Calısmalar Ellerinize Sağlık
 
EMANET

Bir anlık emanetle ne türlü övünelim;
Gel , rahmet kapısında ağlaşıp dövünelim !....


YÜK
Bu yük senden Allah 'ım , çekeceğim , naçarım !
Senden sana sığınır, senden sana kaçarım !

HEY
Neye baksam aynı şey , neyi görsem aynı şey...
Olan sensin , heydiki Hakikat Sultanı hey !


YAKIN

Yakın O ' dur , gerisi birbirine en uzak;
Her şey Rakip ismiyle O ' nun kurduğu tuzak...

AŞK
Rabbim , Rabbim , bu işin , bildim neymiş Türkçesi;
Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi...

KUDRET

Kudret O ' nun ; gayrında ne mecal var , ne tüyan;
Alim ilmine yansın , pazısına pehlivan ...

LÛGAT

Tutuşturanlar , lûgat kitabını elime ,
Bilsin : Allah ' tan başka bilmiyorum kelime..

İLMİHAL

Yandı kitap dağlarım , ne garip bir hal oldu !
Sonun da bana kalan , yalnız ilmihal oldu !


AĞZIMI DİKSELER

Tel tel ve iple iplik dikseler de ağzımı ;
Tek ses duysalar ; ALLAH... Yoklayanlar nabzımı .

ALLAH VE İNSAN

Seni aramam için uzağa attın !
Âlemi benim , beni kendin için yarattın !

MERDİVEN

Diyorlar bana : Kalsın şiir de söz de yerde !
Sen araştır , göklere çıkan merdiven nerde?

MİMARÎ

Fikret nasıl kurulmuş , içiçe bu iklimler?
Nasıl kaynştırılmış , sesler , renkler , hacimler ?

HOKKABAZ

Marifetli hokkabaz , başını kaldır da bak !
Gökte bir oynayan var , yıldızlarla kaydırak....
 
Ne gece bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar....
 
Ne gece bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar....

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni,
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme artık neye yarar!

birde şunu eklemek isterim;

Beni bir ben bilirim bir de Yaradan,
Bana bir ben lazımım bir de anlayan!
 
necip fazıl hayranı olarak cok tesekkur ederim saolsın
 
Her defa haberi taze bir müjde;

O var!

Her defasında geç gafletten vecde;

O var!

Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse;

O var!

Bütün sevdiklerin elden gittiyse;

O var!

Kalacak kim var ki dost tomarından?

O var!

Sana daha yakın şahdamarından;

O var!

Arama, ilâç yok eczahanede!

O var!

Gayede, sebepte ve bahanede

O var!

Sevdiğini ebed boyu tutan dinç;

O var!

Ölümsüzlük şevki, İlâhî sevinç;

O var!

Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek;

O var!

Tekten de tek, bir tek, tek başına tek;

O var!


N. Fazıl Kısakürek​
 
Osmanlı Arması

Merhum Necip Fazıl Kısakürek'in 1954 lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuası'nın bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, "padişahlık propagandası yapmak " gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiğini...

Necip Fazıl'ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde:

"İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?" diye haykırdığını biliyor muydunuz?


dün ölümünün yıldönümüydü ruhun şad mekanın cennet olsun Üstad.
 
Geri
Üst