- Katılım
- 28 Haz 2007
- Mesajlar
- 8,232
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
İlk duyuşta şaka gibi gelse de içinde derin bir felsefe ve hakikatı barındıran "Gülen Hareketi yok; Gülen İnsanların Hareketi var!" diyen bir insana...
Sosyal bilimcilerle yediği bir yemekte onların Gülen Hareketi kavramını çok kullanmaları karşısında: "Gülen Hareketi kavramını doğru bulmuyorum. Ortada bir dert, bir sancı, bir ıstırap var. Bu dert ile dertlenen, bu sancı ile kıvranan, bu ıstırapla muzdarip olan insanların emekleri ile ortaya koydukları bir yapı var. Bunun bana izafe edilmesi, en azından onların hukukuna tecavüzdür; itikadımız açısından da şirke kadar uzar bu yaklaşım. Siz sosyal bilimciler olarak bu harekete illâ bir isim koymak zorundaysanız, şöyle diyebilirsiniz: Yüksek İnsanî Değerler Etrafında Toplanmış İnsanların Hareketi." Evet, bu teklifi yapan birine... Bilgi ve tecrübesi ile yol göstericisi olduğu insanların "ci-cu" ekleri kullanılarak kendi ismine izafesini, -haşa!- annesine zina isnadı, hatta ondan daha ağır bir hakaret olarak kabullenen birine... Hemen her cümlesi kaydedilmiş 70 yıllık hayatının kahve sohbetleri, cami vaazları, dost meclisi muhabbetlerinin hiçbir yerinde, 50'yi aşkın kitabının hiçbir satırında "Ben" dememiş, "Biz" dememiş, hep "O" demiş ve daima O'nu göstermiş birine. Sahip olduğu her türlü vâridata, kesbî bilgi ve tecrübeye, halkın kendine gösterdiği onca teveccüh ve ihtirama, öncüsü olduğu hareketin dünya çapında göz kamaştıran başarılarına rağmen kendini sıfırlamayı, tevazu ve mahviyeti iradî olarak tercih eden ve bunu inancının, ahlâkının lazımı sayan birine.
Uzmanı olduğu bir sahada bile söz söylerken; "Bu konuda söz söylemeye hâlimin de, dilimin de müsait olmadığının farkındayım. Kalem ve kelimelerim de bana bunu söylüyor. Susmak ve bir şey yazmamak gönlümde bir ızdırap, haddimi aşan bir mevzuda söz söylemek ise tam bir cür'et.. kendi kendime ne "sükût" diyebildim ne de yazıp çizdiklerimin ruhumda hâsıl ettiği endişelerden sıyrılabildim. Her zaman acz u fakrımı Hakk'ın inayetine bir çağrı saydım, cür'etimi de kalbi diline hâkim, dili sırrına tercüman, sırrı hafî ufkuna açık, hafîsi de ahfâ kenziyle irtibatlı erbab-ı gayret ve hamiyeti harekete geçirme sinyali sayarak "Bismillâh", "minallah", "ilâllah" dedim ve Hakk'ın ekstra lütfunu dileyerek yürüdüm. Kim nasıl anlarsa anlasın, ne böyle gâmız bir konunun ne de bunun daha berisindeki çok basit meselelerin eri ve ehli olmadığımı her zaman söylemişimdir, yine de söylüyorum..." diyen birine...
Evet, kavlî olarak bunları söyleyen, fiilî olarak da yaşayan bir zât'a; "O, kendisinin Allah tarafından seçildiğine inanıyor" demek ithamdır, bühtandır, iftiradır, ayıptır, zulümdür, hakarettir ve insafsızlıktır. Kısaca kendi mesaj ve beyanları ile ortaya koyduğumuz bu zât -tahmin edeceğiniz üzere- Fethullah Gülen Hocaefendi'den başkası değil!
Onu bir insan olarak sevmeyebilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz; ya da bir kısım ideolojik engellere takılıp dünya genelinde onun ve takipçilerinin insanlığa hizmet nâmına yaptıklarını kabullenmeyebilirsiniz. Hatta onu düşman ilan edebilirsiniz. Ama bunların hiçbiri sizin ona ve onun şahsında binlere-milyonlara hakaret etmenizde sizi Hak önünde de, halk önünde de haklı çıkarmaz!
Düşmanlığın bile bir haysiyeti, namusu olmalı! Bana kalırsa düşmanını öldürmek için bile olsa önce dinlemek, okumak, tanımak insanî bir vecibedir. Hatta bunlar da yetmez; bir de anlamak lazım! Sahasının en itibarlı yayınlarından Foreign Policy dergisinin dünya genelinde aday gösterdiği 100 entelektüel arasına Gülen'i de koyması, Pakistan'daki Pak-Türk okullarını New York Times gibi bir gazetenin manşete taşımasının, aslında dost-düşman ülkemiz topraklarında yaşayan, bu millete, kültüre, vatana aîdiyet hisleri ile dolu herkesi sevindirmesi gerekir. Ama sevinme bir kenara "Seçilmiş insan olduğuna inanıyor!" türünden tezviratlarda bulunuyorlarsa ne diyelim, Allah insaf versin. Yarın Hakk'ın divanı var!
kaynak
Sosyal bilimcilerle yediği bir yemekte onların Gülen Hareketi kavramını çok kullanmaları karşısında: "Gülen Hareketi kavramını doğru bulmuyorum. Ortada bir dert, bir sancı, bir ıstırap var. Bu dert ile dertlenen, bu sancı ile kıvranan, bu ıstırapla muzdarip olan insanların emekleri ile ortaya koydukları bir yapı var. Bunun bana izafe edilmesi, en azından onların hukukuna tecavüzdür; itikadımız açısından da şirke kadar uzar bu yaklaşım. Siz sosyal bilimciler olarak bu harekete illâ bir isim koymak zorundaysanız, şöyle diyebilirsiniz: Yüksek İnsanî Değerler Etrafında Toplanmış İnsanların Hareketi." Evet, bu teklifi yapan birine... Bilgi ve tecrübesi ile yol göstericisi olduğu insanların "ci-cu" ekleri kullanılarak kendi ismine izafesini, -haşa!- annesine zina isnadı, hatta ondan daha ağır bir hakaret olarak kabullenen birine... Hemen her cümlesi kaydedilmiş 70 yıllık hayatının kahve sohbetleri, cami vaazları, dost meclisi muhabbetlerinin hiçbir yerinde, 50'yi aşkın kitabının hiçbir satırında "Ben" dememiş, "Biz" dememiş, hep "O" demiş ve daima O'nu göstermiş birine. Sahip olduğu her türlü vâridata, kesbî bilgi ve tecrübeye, halkın kendine gösterdiği onca teveccüh ve ihtirama, öncüsü olduğu hareketin dünya çapında göz kamaştıran başarılarına rağmen kendini sıfırlamayı, tevazu ve mahviyeti iradî olarak tercih eden ve bunu inancının, ahlâkının lazımı sayan birine.
Uzmanı olduğu bir sahada bile söz söylerken; "Bu konuda söz söylemeye hâlimin de, dilimin de müsait olmadığının farkındayım. Kalem ve kelimelerim de bana bunu söylüyor. Susmak ve bir şey yazmamak gönlümde bir ızdırap, haddimi aşan bir mevzuda söz söylemek ise tam bir cür'et.. kendi kendime ne "sükût" diyebildim ne de yazıp çizdiklerimin ruhumda hâsıl ettiği endişelerden sıyrılabildim. Her zaman acz u fakrımı Hakk'ın inayetine bir çağrı saydım, cür'etimi de kalbi diline hâkim, dili sırrına tercüman, sırrı hafî ufkuna açık, hafîsi de ahfâ kenziyle irtibatlı erbab-ı gayret ve hamiyeti harekete geçirme sinyali sayarak "Bismillâh", "minallah", "ilâllah" dedim ve Hakk'ın ekstra lütfunu dileyerek yürüdüm. Kim nasıl anlarsa anlasın, ne böyle gâmız bir konunun ne de bunun daha berisindeki çok basit meselelerin eri ve ehli olmadığımı her zaman söylemişimdir, yine de söylüyorum..." diyen birine...
Evet, kavlî olarak bunları söyleyen, fiilî olarak da yaşayan bir zât'a; "O, kendisinin Allah tarafından seçildiğine inanıyor" demek ithamdır, bühtandır, iftiradır, ayıptır, zulümdür, hakarettir ve insafsızlıktır. Kısaca kendi mesaj ve beyanları ile ortaya koyduğumuz bu zât -tahmin edeceğiniz üzere- Fethullah Gülen Hocaefendi'den başkası değil!
Onu bir insan olarak sevmeyebilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz; ya da bir kısım ideolojik engellere takılıp dünya genelinde onun ve takipçilerinin insanlığa hizmet nâmına yaptıklarını kabullenmeyebilirsiniz. Hatta onu düşman ilan edebilirsiniz. Ama bunların hiçbiri sizin ona ve onun şahsında binlere-milyonlara hakaret etmenizde sizi Hak önünde de, halk önünde de haklı çıkarmaz!
Düşmanlığın bile bir haysiyeti, namusu olmalı! Bana kalırsa düşmanını öldürmek için bile olsa önce dinlemek, okumak, tanımak insanî bir vecibedir. Hatta bunlar da yetmez; bir de anlamak lazım! Sahasının en itibarlı yayınlarından Foreign Policy dergisinin dünya genelinde aday gösterdiği 100 entelektüel arasına Gülen'i de koyması, Pakistan'daki Pak-Türk okullarını New York Times gibi bir gazetenin manşete taşımasının, aslında dost-düşman ülkemiz topraklarında yaşayan, bu millete, kültüre, vatana aîdiyet hisleri ile dolu herkesi sevindirmesi gerekir. Ama sevinme bir kenara "Seçilmiş insan olduğuna inanıyor!" türünden tezviratlarda bulunuyorlarsa ne diyelim, Allah insaf versin. Yarın Hakk'ın divanı var!
kaynak