SENAT0R
Banned
- Katılım
- 1 May 2008
- Mesajlar
- 227
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Tarih, genelde hepimizin en ek*** olduğu konudur. Umursamadığımız tarihi okudukça anlarız ne kadar az bildiğimizi ve ne kadar boş şeylere inandığımızı. Ülkemizde “tarih yazmaya” heves son yıllarda arttı. Biz, bu uzun yazımızda, yazılmış tarih kitaplarından pasajlar ve kaynakçalar vereceğiz. Tabi ki bütün bu olan bitene hissiyatımızı da sakınmadan yazacağız. Olan biten şu:
Bu aralar Fenerbahçe’ye her koldan ve sistematik olarak yıpratma politikası uygulanmaya çalışılıyor. Bunu yapanların metotları ise; öncelikle tarihte kayıt altına alınan gerçekleri, yaşananları, yapılanları yok var sayıp, olmayan hikâyeler uydurmak, sonrasında ise bunu uzun uzun anlatıp, sulandırarak herkese kabul ettirmeye çalışmak. Bu kla*** elitist – aristokrat taktiklerine alıştık alışmasına ama en son iddiaları bardağı taşırdı. Çünkü bu iddia olarak ortaya atılan SAV (!) zaman içinde her sefer olduğu gibi anlatıla anlatıla GERÇEKLER yerine konmaya çalışılacaktı. Buna müsaade edilemez.
Bir Galatasaray Yalanı: Atatürk 3 Mayıs 1918’te İstanbul’da değildi. Dolayısıyla kulübünüze gelmedi ve defterinizi imzalamadı.
Takdir edersiniz ki bu konuda en güvenilir kaynak Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kendisidir. Mustafa Kemal Atatürk, kendi el yazısıyla tuttuğu “KARLSBAD'DA ''GEÇEN GÜNLERİM'' başlıklı notlarında “30 Haziran 1918 Pazar günü öğleden sonra saat 07.30'da Karlsbad istasyonuna muvasalat edildi” demektedir ve bu notlar ATATÜRK’ün manevi kızı Prof. Dr. Afet İNAN tarafından kitaplaştırılmıştır.
Bu konuyla ilgili olarak “Bilgi Edinme Kanunu” kapsamında, Mustafa Kemal Atatürk’ün mensubu olduğu Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de danıştığımızı, oradan aldığımız cevapta da yukarıda bahsi geçen Prof. Dr. Afet İNAN’ın kitabının referans olarak tarafımıza sunulduğunu belirtelim.
Yine de tatmin olamayanlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün söz konusu tarihte İstanbul’da olduğunu, Sayın Sertaç KAYSERİLİOĞLU’nun resmi sitemizde yayınlanan detaylı açıklamasından ve kaynakçalarından da görebilirler (http://www.fenerbahce.org/detay.asp?ContentID=2555)
Bu iddianın ortaya atılma sebebi nedir? Niçin onca senedir Fenerbahçe’nin Mustafa Kemal Atatürk tarafından ziyaret edildiğine itirazı olmayan bir camia ve bu camiayı temsil eden resmi yayın organı bunu bugün ifşa (!) eder? 100’e yakın seneden sonra değişen şey nedir? Sanırım cevabı herkes biliyor: Giderek açılan fark. Fenerbahçe’nin yüzünü, kısır iç çekişmelerden, başarıya, büyümeye, ilerlemeye çevirdiği bugünlerde açılan farkın yarattığı sinir sistemi bozukluğudur bu değişimin sebebi.
Fenerbahçe Spor Kulübü, 80 senedir, Mustafa Kemal Atatürk’ün kulübü ziyaret ettiği gün olan 3 Mayıs gününü, kuruluş günü olarak kutluyor. Fenerbahçe’nin kuruluş tarihini atfettiği bir günün, sırf Atatürk’ün Fenerbahçe’ye olan sempatisini yok varsaymak için, olmayan kaynakça ve kanıtlarla karalanmasına, yaşanmamış sayılmasına, “iftira”dan başka bir sıfat bulmak mümkün değil.
Galatasaray Dergisi, bu konuda özür dilemeli ve yanlış yaptığını kabul etmelidir. Bu yapılmadığı takdirde Galatasaray Spor Kulübü’nün en küçük menfaat için dahi yalan söylemekten ve/veya yalan söyleyenleri içinde barındırmaktan çekinmediği anlaşılacaktır. Yazmaya çok hevesli oldukları tarih; bu tavrı ve yalanları da olduğu gibi yazar. Tarihi saptırmayı ve Fenerbahçe’ye saldırmayı artık bir ”mücadele metodu” haline getirenler, bugünlerde, kuruluş amaçları olan “Spor alanında başarı”yı elde edemedikleri için “Sanal Tarih” yazarak saha dışında galibiyet arama yoluna girmişlerdir. Bu yapılanlar bile Fenerbahçe’nin ne kadar büyük olduğunu açıkça gösteriyor.
Madem mücadele alanını tarih olarak seçtiler, o zaman bizde bu alanda cevaplarını veririz.
Tarihte Galatasaray ( Galata Sarai )
Galatasaray, Mekteb-i Sultani’de doğmuş bir kulüptür. Ve lise kökenli bu camianın çözemediği en önemli sorun da şudur: Alaylı – Mektepli!
Öncelikli olarak Galatasaray camiası bu sorununu çözmeli. Çünkü eğer kulüp mektebinse, mektepli olmayanlar kimdir? Takıma destek verenler, aslında kime destek olmaktadır? Galatasaraylılık duruşu nedir? “Kol kırılır, yen içinde kalır” dendiğinde akla hangi camia gelir? Kol’un içinde kaldığı Yen "Mektep" ise, Liseli olmayanların konumu nedir? Halka açık olduğu söylenen bir oluşumda böyle bir içine kapanıklılığın mantığı nedir?
Biz söyleyelim… Halkın değil sadece bir zümrenin takımı olmanın ipuçlarıdır bunlar. Fenerbahçe gibi, gücünü halktan alan bir dev karşısında ezilmemek için, ülkenin her alanında beğeni ve güç kazanmak için “zümre takımı değiliz!“ deseler de, gelenekleri, söylemleri ve en önemlisi kongreleri, sadece belirli bir topluluğun takımı olduklarını gün gibi ortaya koyuyor.
Bu durumu en iyi şekilde anlatan örnek, kulüp başkanlığına gelmiş kişilerdir. Mektep dışından gelen, yani alaylı olan kişilere ne kadar rağbet edildiği ortada. Kulübü karşılıksız seven taraftarların istemediği birçok adayın başkanlığa tekrar tekrar gelmesi, diğer bir deyişle istifası yıllarca beklenen, büyük tepkiler ve protestolarda bulunulan kulüp başkanlarının daima mekteplilerce yeniden iktidara taşınması, bu konudaki en önemli gösterge. Bu kulübün asıl sahiplerinin tescili, tribünlerin yok varsayılmasıdır. Anlayana!
Demek ki, sokaktaki, tribündeki adam ne derse desin, ne yaparsa yapsın, mekteplilerin dediği oluyor Galatasaray’da! Son üç yıldır, tribünlerde, medyada her türlü oluşumlarda gönderilmesi, bir daha seçilmemesi için yapılan tüm kampanyalara rağmen, sayın Özhan Canaydın, 25 Mart 2006 tarihinde 3. kez başkanlık koltuğuna oturdu. Tıpkı ilk seçildiği kongrede de yaptığı gibi, büyük kentlerde bulunan ve adına “Galatasaraylılar Evi” denen, Galatasaray Liselilerin derneklerinde kendisini anlatması, kongreyi kazanması için yeterli oldu. Kendisini başka kimseye (taraftarlara) bir şey izah etmek zorunda hissetmedi, ne televizyonda, ne de tüm kongre üyelerini davet ettiği bir toplantıda kendini ve yapacaklarını anlatma ihtiyacı duymadı. Çünkü Lise'nin ve Liselilerin oyunu almak Galatasaray Başkanı için yeterlidir. Galatasaray'da Liseliler ne derse o olur. Taraftarın söz hakkı yoktur.
Galatasaray'ın halkın değil, mektebin takımı olduğunu en iyi anlatan satırlar yine bir Galatasaraylı (hem de Galatasaray Spor Kulübü’nün 12 numaralı üyesi) olan Ruşen Eşref Ünaydın'a aittir. Ruşen Eşref, 1955 basımı, “Galatasaray Hatıralarım” isimli kitabında bu durumu şöyle izah eder:
“Galatasaray, doğuşunun üçüncü yılı memleketin ilk birincisi iken, yani sürekli şanının en yüksek zamanındayken Fenerbahçe henüz bir yaşında idi. Şu halde, Fenerbahçe doğmuş da olsa Galatasaray gene elbette ilk göz ağrısı idi; en göz önünde durandı; fakat diyebiliriz ki o doğuştan sonra pek en gözde olmadı. Çünkü Galatasaray bir mektep idi; bir kültür ocağı. Onun kendine göre bir geleneği, daha yekpare tutumlu bir seviyesi, bir çerçevesi vardı… O, şehre kolay katılamazdı; şehir ona kolay sokulamazdı! Günün siyaseti, partinin tutması gibi şeyler ona pek işlemezdi. Yeni doğan kardeş ise bir semti; doğrudan doğruya şehirden bir parça, o, şehirden her çevre ile daha ve girgin temas edebilirdi! Şehir ona daha çabuk sokulabilir ve katılabilirdi! Meşrutiyet’te iktidara gelen hükümet, diyelim; “ İtiyat ve Terakki” , mektepten, ocaktan çok semti tuttu; semti, yani şehri, ve her seviyeden bir kümeyi… Onun için dilediği muhitten üye ve oyuncu derleme genişliği de bu kolaylığa eklenince Fenerbahçe’nin itibarı da daha kısa zamanda yayıldı.”
Bütün bunlara rağmen, mektepli olsun alaylı olsun bütün Galatasaray Spor Kulübü taraftarları , iftiharla Mekteb-i Sultaniden bahsederler. Tarih alanında bu kadar iddialı (?) bir camianın güvendiği en önemli söylemlerden biridir; “138 yıllık tarihi ( ya da 500 senelik tarihi ) olan bir camiayız” cümlesi. Bu cümlelerin altında 100. yıllara henüz ulaşmış diğer camialara bir fark atmak, büyüklük ve azametlerini uzun yıllara dayandırmak hevesi yatar. Büyüklüklerine ispat olarak, sık sık Lisenin tarihini ortaya koyarlar. Bizde kendi kitaplarını ve kaynakçalarını esas alarak bu geçmişe şöyle bir göz attık.
__________________
Bu aralar Fenerbahçe’ye her koldan ve sistematik olarak yıpratma politikası uygulanmaya çalışılıyor. Bunu yapanların metotları ise; öncelikle tarihte kayıt altına alınan gerçekleri, yaşananları, yapılanları yok var sayıp, olmayan hikâyeler uydurmak, sonrasında ise bunu uzun uzun anlatıp, sulandırarak herkese kabul ettirmeye çalışmak. Bu kla*** elitist – aristokrat taktiklerine alıştık alışmasına ama en son iddiaları bardağı taşırdı. Çünkü bu iddia olarak ortaya atılan SAV (!) zaman içinde her sefer olduğu gibi anlatıla anlatıla GERÇEKLER yerine konmaya çalışılacaktı. Buna müsaade edilemez.
Bir Galatasaray Yalanı: Atatürk 3 Mayıs 1918’te İstanbul’da değildi. Dolayısıyla kulübünüze gelmedi ve defterinizi imzalamadı.
Takdir edersiniz ki bu konuda en güvenilir kaynak Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kendisidir. Mustafa Kemal Atatürk, kendi el yazısıyla tuttuğu “KARLSBAD'DA ''GEÇEN GÜNLERİM'' başlıklı notlarında “30 Haziran 1918 Pazar günü öğleden sonra saat 07.30'da Karlsbad istasyonuna muvasalat edildi” demektedir ve bu notlar ATATÜRK’ün manevi kızı Prof. Dr. Afet İNAN tarafından kitaplaştırılmıştır.
Bu konuyla ilgili olarak “Bilgi Edinme Kanunu” kapsamında, Mustafa Kemal Atatürk’ün mensubu olduğu Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de danıştığımızı, oradan aldığımız cevapta da yukarıda bahsi geçen Prof. Dr. Afet İNAN’ın kitabının referans olarak tarafımıza sunulduğunu belirtelim.
Yine de tatmin olamayanlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün söz konusu tarihte İstanbul’da olduğunu, Sayın Sertaç KAYSERİLİOĞLU’nun resmi sitemizde yayınlanan detaylı açıklamasından ve kaynakçalarından da görebilirler (http://www.fenerbahce.org/detay.asp?ContentID=2555)
Bu iddianın ortaya atılma sebebi nedir? Niçin onca senedir Fenerbahçe’nin Mustafa Kemal Atatürk tarafından ziyaret edildiğine itirazı olmayan bir camia ve bu camiayı temsil eden resmi yayın organı bunu bugün ifşa (!) eder? 100’e yakın seneden sonra değişen şey nedir? Sanırım cevabı herkes biliyor: Giderek açılan fark. Fenerbahçe’nin yüzünü, kısır iç çekişmelerden, başarıya, büyümeye, ilerlemeye çevirdiği bugünlerde açılan farkın yarattığı sinir sistemi bozukluğudur bu değişimin sebebi.
Fenerbahçe Spor Kulübü, 80 senedir, Mustafa Kemal Atatürk’ün kulübü ziyaret ettiği gün olan 3 Mayıs gününü, kuruluş günü olarak kutluyor. Fenerbahçe’nin kuruluş tarihini atfettiği bir günün, sırf Atatürk’ün Fenerbahçe’ye olan sempatisini yok varsaymak için, olmayan kaynakça ve kanıtlarla karalanmasına, yaşanmamış sayılmasına, “iftira”dan başka bir sıfat bulmak mümkün değil.
Galatasaray Dergisi, bu konuda özür dilemeli ve yanlış yaptığını kabul etmelidir. Bu yapılmadığı takdirde Galatasaray Spor Kulübü’nün en küçük menfaat için dahi yalan söylemekten ve/veya yalan söyleyenleri içinde barındırmaktan çekinmediği anlaşılacaktır. Yazmaya çok hevesli oldukları tarih; bu tavrı ve yalanları da olduğu gibi yazar. Tarihi saptırmayı ve Fenerbahçe’ye saldırmayı artık bir ”mücadele metodu” haline getirenler, bugünlerde, kuruluş amaçları olan “Spor alanında başarı”yı elde edemedikleri için “Sanal Tarih” yazarak saha dışında galibiyet arama yoluna girmişlerdir. Bu yapılanlar bile Fenerbahçe’nin ne kadar büyük olduğunu açıkça gösteriyor.
Madem mücadele alanını tarih olarak seçtiler, o zaman bizde bu alanda cevaplarını veririz.
Tarihte Galatasaray ( Galata Sarai )
Galatasaray, Mekteb-i Sultani’de doğmuş bir kulüptür. Ve lise kökenli bu camianın çözemediği en önemli sorun da şudur: Alaylı – Mektepli!
Öncelikli olarak Galatasaray camiası bu sorununu çözmeli. Çünkü eğer kulüp mektebinse, mektepli olmayanlar kimdir? Takıma destek verenler, aslında kime destek olmaktadır? Galatasaraylılık duruşu nedir? “Kol kırılır, yen içinde kalır” dendiğinde akla hangi camia gelir? Kol’un içinde kaldığı Yen "Mektep" ise, Liseli olmayanların konumu nedir? Halka açık olduğu söylenen bir oluşumda böyle bir içine kapanıklılığın mantığı nedir?
Biz söyleyelim… Halkın değil sadece bir zümrenin takımı olmanın ipuçlarıdır bunlar. Fenerbahçe gibi, gücünü halktan alan bir dev karşısında ezilmemek için, ülkenin her alanında beğeni ve güç kazanmak için “zümre takımı değiliz!“ deseler de, gelenekleri, söylemleri ve en önemlisi kongreleri, sadece belirli bir topluluğun takımı olduklarını gün gibi ortaya koyuyor.
Bu durumu en iyi şekilde anlatan örnek, kulüp başkanlığına gelmiş kişilerdir. Mektep dışından gelen, yani alaylı olan kişilere ne kadar rağbet edildiği ortada. Kulübü karşılıksız seven taraftarların istemediği birçok adayın başkanlığa tekrar tekrar gelmesi, diğer bir deyişle istifası yıllarca beklenen, büyük tepkiler ve protestolarda bulunulan kulüp başkanlarının daima mekteplilerce yeniden iktidara taşınması, bu konudaki en önemli gösterge. Bu kulübün asıl sahiplerinin tescili, tribünlerin yok varsayılmasıdır. Anlayana!
Demek ki, sokaktaki, tribündeki adam ne derse desin, ne yaparsa yapsın, mekteplilerin dediği oluyor Galatasaray’da! Son üç yıldır, tribünlerde, medyada her türlü oluşumlarda gönderilmesi, bir daha seçilmemesi için yapılan tüm kampanyalara rağmen, sayın Özhan Canaydın, 25 Mart 2006 tarihinde 3. kez başkanlık koltuğuna oturdu. Tıpkı ilk seçildiği kongrede de yaptığı gibi, büyük kentlerde bulunan ve adına “Galatasaraylılar Evi” denen, Galatasaray Liselilerin derneklerinde kendisini anlatması, kongreyi kazanması için yeterli oldu. Kendisini başka kimseye (taraftarlara) bir şey izah etmek zorunda hissetmedi, ne televizyonda, ne de tüm kongre üyelerini davet ettiği bir toplantıda kendini ve yapacaklarını anlatma ihtiyacı duymadı. Çünkü Lise'nin ve Liselilerin oyunu almak Galatasaray Başkanı için yeterlidir. Galatasaray'da Liseliler ne derse o olur. Taraftarın söz hakkı yoktur.
Galatasaray'ın halkın değil, mektebin takımı olduğunu en iyi anlatan satırlar yine bir Galatasaraylı (hem de Galatasaray Spor Kulübü’nün 12 numaralı üyesi) olan Ruşen Eşref Ünaydın'a aittir. Ruşen Eşref, 1955 basımı, “Galatasaray Hatıralarım” isimli kitabında bu durumu şöyle izah eder:
“Galatasaray, doğuşunun üçüncü yılı memleketin ilk birincisi iken, yani sürekli şanının en yüksek zamanındayken Fenerbahçe henüz bir yaşında idi. Şu halde, Fenerbahçe doğmuş da olsa Galatasaray gene elbette ilk göz ağrısı idi; en göz önünde durandı; fakat diyebiliriz ki o doğuştan sonra pek en gözde olmadı. Çünkü Galatasaray bir mektep idi; bir kültür ocağı. Onun kendine göre bir geleneği, daha yekpare tutumlu bir seviyesi, bir çerçevesi vardı… O, şehre kolay katılamazdı; şehir ona kolay sokulamazdı! Günün siyaseti, partinin tutması gibi şeyler ona pek işlemezdi. Yeni doğan kardeş ise bir semti; doğrudan doğruya şehirden bir parça, o, şehirden her çevre ile daha ve girgin temas edebilirdi! Şehir ona daha çabuk sokulabilir ve katılabilirdi! Meşrutiyet’te iktidara gelen hükümet, diyelim; “ İtiyat ve Terakki” , mektepten, ocaktan çok semti tuttu; semti, yani şehri, ve her seviyeden bir kümeyi… Onun için dilediği muhitten üye ve oyuncu derleme genişliği de bu kolaylığa eklenince Fenerbahçe’nin itibarı da daha kısa zamanda yayıldı.”
Bütün bunlara rağmen, mektepli olsun alaylı olsun bütün Galatasaray Spor Kulübü taraftarları , iftiharla Mekteb-i Sultaniden bahsederler. Tarih alanında bu kadar iddialı (?) bir camianın güvendiği en önemli söylemlerden biridir; “138 yıllık tarihi ( ya da 500 senelik tarihi ) olan bir camiayız” cümlesi. Bu cümlelerin altında 100. yıllara henüz ulaşmış diğer camialara bir fark atmak, büyüklük ve azametlerini uzun yıllara dayandırmak hevesi yatar. Büyüklüklerine ispat olarak, sık sık Lisenin tarihini ortaya koyarlar. Bizde kendi kitaplarını ve kaynakçalarını esas alarak bu geçmişe şöyle bir göz attık.
__________________