help meeeeeeeee!!!!!!!!!!

AHMET HAMDİ TANPINAR (1901-1962)

Ahmet Hamdi Tanpınar 23 Haziran 1901’de İstanbul’da doğdu. Babası Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanımdır. Tanpınar’ın dedesi müftü, babası kadıdır. Mızrakçıoğulları veya Müftüzâdeler diye bilinen aile aslen Batumlu’dur. Geniş Osmanlı coğrafyasında değişik yerlerde görev yapan Hüseyin Fikri Efendi, en son Antalya kadılığından emekli olmuş ve 1935 yılında vefat etmiştir. Tanpınar’ın annesi ise Trabzonlu Kansızzadeler ailesinden deniz yüzbaşısı Ahmet Beyin kızıdır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çocukluğu babasının vazifesi gereği farklı yerlerde geçmiştir. Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya gibi farklı coğrafya ve kültürlerde çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçiren Tanpınar, bu süre içinde hem bir imparatorluğun dağılışını hem de annesini kaybetmenin acısını yaşamıştır.
Ergani’den sonra geldikleri İstanbul’da ilk tahsiline Ravza-i Maarif İptidai Mektebinde başlayan Tanpınar, 1908-1910 yılları arasında kaldığı Sinop’ta devam etmiştir. İstanbul’da iki memuriyet arası kaldıkları için Vefa Lisesi’nde başladığı lise hayatını Kerkük ve Antalya Liselerinde sürdürmüştür.
Liseden sonra Mondros Mütarekesi şartlarının yaşandığı İstanbul’da önce Halkalı Ziraat Mektebi’ne yatılı olarak kaydolan Ahmet Hamdi Tanpınar, burada bir yıl okuduktan sonra kaydını Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne aldırmıştır. Onun edebiyatı seçmesindeki en büyük etken Yahya Kemal’in burada ders veriyor olmasıdır. Fakültenin kadrosunda bulunan Cenap Şahabettin, Ferit Kam, Hüseyin Daniş, Necip Asım, Fuat Köprülü, Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem ve Yahya Kemal devrin önemli sanat ve ilim adamlarıdır. Yine sınıf veya devre arkadaşları arasında bulunan Hasan Âli Yücel, Mustafa Nihat Özön, Halil Vedat Fıratlı, Mükrimin Halil Yinanç, Necmettin Halil Onan, Rıfkı Melûl Meriç ve Mehmet Halit Bayrı da daha sonraki yıllarda başarılı olacak ve önemli görevlere gelecek kişilerdir.
1920 yılında Tanpınar henüz 19 yaşındayken Celâl Sahir’in yayımladığı Birinci Kitap, İkinci Kitap adlarını taşıyan şiir dergisinde çıkan Musul Akşamları isimli şiiri onun yayımlanan ilk şiiridir.
1921-23 yıllarının en önemli yayın organlarından biri olan Dergâh dergisi onun için ikinci bir fakülte olmuştur. Yahya Kemal, Necmettin Halil, Ali Mümtaz Arolat, Yunus Kâzım Köni, Nurullah Ataç, Ahmet Kudsi Tecer, Mustafa Şekip Tunç, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Ahmet Haşim Dergâh çevresinin sanatkârlarıdır. Tanpınar’ın Dergâh dergisinde 11 şiiri çıkmıştır.
Tanpınar, Fakültenin son yıllarına doğru Yahya Kemal’in verdiği bilgilerle Batı edebiyatından Baudelaire, Verlaine, Mallarmé gibi şairlerle Anatole France, Hoffmann, Edgar Allan Poe, Gerard de Nerval, Andre Gide, Marcel Proust, Dostoyevski ve Goethe gibi romancıların eserlerini okur. Fakat ona asıl etkiyi yapacak olan Paul Valéry’dir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, 1923 yılında Şeyhî’nin “Husrev u Şirin” mesnevisi hakkında hazırladığı bir tez ile Edebiyat Fakültesinden mezun olur. Aynı yıl Erzurum Lisesinde edebiyat öğretmenliğine başlar. Bir buçuk yıl süren bu görevi boyunca yayımladığı yazı veya şiiri yoktur. Erzurum ona Beş Şehir’in Erzurum kısmı için ilk malzeme olacaktır.
Erzurum’dan sonra Konya’ya gelen Tanpınar burada Variété I isimli eseriyle Valéry’yi tanır. Onun şiir estetiğinin kuruluşunda Valéry’nin önemli yeri vardır. Aynı yıllarda Konya’da yapılan bir Mevlevî âyininde Itrî’nin rast bir bestesini dinleyen Tanpınar bir taraftan da klâsik Türk mûsikisinin o ana kadar kendisine kapalı olan cennetine girmiştir.
1927 yılında Ankara Lisesine nakledilen Tanpınar, burada Faruk Nafiz Çamlıbel ve Fakülteden arkadaşı Rıfkı Melûl Meriç ile beraber çalışmıştır. Okulda Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet ve Samet Ağaoğlu gibi öğrenciler vardır. Üç yıl burada görev yaptıktan sonra Gazi Terbiye Enstitüsü edebiyat hocalığına getirilir. 1930-1932 arasında bulunduğu Enstitü’nün Musiki Muallim Mektebi’nde Batı müziği ile alâkalı ne kadar plâk varsa hepsini dinleme imkânı bulmuştur.
Ahmet Hamdi Tanpınar 1932’de Kadıköy Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilir. 1933’te Ahmet Haşim’in ölümüyle Güzel Sanatlar Akademisi sanat tarihi hocalığına nakledilir. Bir yıl sonra bu görevine estetik ve mitoloji hocalığı da ilave edilir. Bu arada Bağlarbaşı Amerikan Koleji’nde Türk edebiyatı dersi okutur. Akademide resim ve diğer plâstik sanatlar hakkında bilgisini genişletir.
1938 yılında ciğerlerinden geçirdiği bir hastalık sebebiyle uzun bir süre hastanede yatar. Bu rahatsızlık ömrünün sonuna kadar onu etkilemiştir.1938 yılı kasım ayında İsmail Habip Sevük ile yaptığı bir kavga basında geniş bir şekilde işlenmesiyle onu bütün memlekete tanıtmıştır. Bu tartışmanın ayrıca onu kitap yazmaya teşvik edici bir rolü olmuştur.
1939 yılında Tanzimat’ın 100. yılı vesilesiyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü kurularak başına profesör olarak tayin edilmiştir.
1940 yılında 39 yaşındayken Kırklareli’nde topçu teğmeni olarak askerliğini yapmıştır.
1943 seçimlerinde Tanpınar Maraş milletvekili olarak Meclise girer.
1946 seçimlerinde CHP’den aday gösterilmeyen Tanpınar’a Millî Eğitim Bakanlığı müfettişliği verilir. İki yıl bu görevde kaldıktan sonra önce Güzel Sanatlar Akademisi Estetik hocalığına, bir yıl sonra da Fakültedeki görevine döner. Bu arada Cumhuriyet’te tefrika edilen ve büyük değişikliklerle kitap haline getirilen Huzur romanı ve aynı yıl çıkan XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi ile sanatkâr ve ilim adamı olarak sanat ve ilim sahalarında kendine mühim bir yer edinmiştir.
Çeşitli vesilelerle Avrupa’ya gidip gelen ve bir süre kalan Tanpınar, son üç yılda Yahya Kemal, Hasan Âli Yücel ve Mükrimin Halil Yinanç’ın ölümüyle sarsılmış, 1962 yılı ocak ayında derslerinin bir kısmına gelememiş, 23 Ocakta toplanan Fakülte Kurulunda bir fenalık hissederek Haseki Hastanesi’ne kaldırılmıştır. Geçirdiği enfaktüs sonucu sabaha karşı 04.40’da hayatını kaybetmiştir.
Tanpınar, Rumelihisarı Mezarlığında Yahya Kemal’e yakın bir yere defnedilmiştir.

ESERLERİ

Şiirin adı : Ne İçindeyim Zamanın
Şiirin konusu : Zaman ve insan
İmajı : Zaman, Rüya
Sembolleri : Değirmen ,Post ,Sarmaşık
İmge : Rüzgar
Söz Sanatları : Teşhis, Tekrar ve Oxymoron sanatları vardır.
Şiirin açıklaması : Şair ilk dörtlükte zamanın ne içinde nede dışında olduğunu, kendisinde zamanın akışında parçalanmaz bi bütün olduğunu söylüyor. İkinci dörtlükte ise rüzgarda uçan bi tüyün bile zamanın akışı içersinde kendinden hafif olmadığını söylüyor zamanın akışında kendisini değirmende öğütülen buğday gibi görüp, değirmeni zaman olarak almıştır. zamanın kendini öğütüp yetiştirdiğini söyleyip son dörtlükte ise zamanın akışında dünyanın zamana yenilişi içinde usulca yüzdüğünü yani yaşadığını söyler.

Şiirin adı : Sabah
Şiirin konusu : Sabahın güzelliği
İmajı : Rüzgar, Ufuk, Uyku
Sembolleri : Saç, Boyun ,Meme
İmge : Sevgi ve Göz
Söz Sanatları : Çeşitli benzetmeler kullanılmıştır ayrıca Oxymoron sanatıda kullanılmıştır
Şiirin açıklaması : Şair bu şiirinde ilk önce sabahı tasvir ederek onu kişileştirmiş daha sonra ise madem ki geceden daha güzelsin derken gece ile sabahı karşılaştırarak sabahın geceden daha güzel olduğunu vurgulayarak karşılıklı konuşma izlenimi yaratmıştır.

Şiirin adı : Yavaş Yavaş Aydınlanan
Şiirin konusu : Deniz
İmajı : Zaman, Nefes, Esrar ve Sonsuzluk
Sembolleri : Güvercin, Gece
İmge : Pınar, Ses, Billur Avize ve Kızıl Meyva
Söz Sanatları : Çeşitli benzetmeler kullanılmıştır ayrıca Oxymoron sanatıda kullanılmıştır
Şiirin açıklaması : Şair ilk dörtlükte gün ışıması ile aydınlanan deniz altı aleminin yosunlu bir boşlukta kendini deniz altına o muhteşem bambaşka aleme çektiğini söylüyor. İkinci dörtlükte ise bir yıldız kadar uzakta kendininde anlam veremediği şekillerin, denizin ürkek bulanıklığında uyandığını söylüyor. Üçüncü dörtlükte ise; şairin denizin billur kadar temiz güzelliğini, gökleri yakınlaştırdığını ve bu güzelliği gökten aldığını belirtiyor. Dördüncü mısrada ise doğa güzelliklerinde bahsederek, beşinci mısrada doğanın kendinde uyandırdığı güzellikleri, acıyı, sevinci bir oyun gibi görerek tasvir eder.

Şiirin adı : Bendedir Korkusu
Şiirin konusu : Zamanın hayatında kaybettirdikleri
İmajı : Zaman, Hayat, Sonsuzluk
Sembolleri : Kartal, Ceylan
İmge : Mavi Kartal, Pençe
Söz Sanatları : Benzetme ve Teşhis sanatları vardır
Şiirin açıklaması : Şair bu şiirinde kendisinin bir kartal gibi olduğunu biten şeylerin korkusunun kendinde olduğunu hayatın sonsuzluk içinde kaybolduğunu ve pençelerinde hayatı bir ceylana benzeterek hayattan aldıklarını kendisine kazandırdıklarını söyler. Zamana karşı yenilmediğinden bahseder.

Şiirin adı : Şiir
Şiirin konusu : Şiirin insan hayatındaki yeri ve kazandırdıkları
İmajı : Ezeli Bahar, Kader, Edebiyat, Karanlık
Sembolleri : Tılsım, Pınar, Yıldız, Buğday, Deniz
İmge : Sarışın, Buğday
Söz Sanatları : Çeşitli söz sanatları ve benzetmeler yapılmıştır
Şiirin açıklaması : Şair bu şiirinde şiirin insanların duygularıyla beslenip büyüdüğünü ve yetişince bir ekin gibi biçilerek oluştuğunu, acıların, sevinçlerin herşeyden ilham alarak kendi içimizde sonsuz bir denize benzeterek şiiri insan hayatının her evresinde, her yerde insanları her bir dizesinde yetiştirdiğini anlatıyor.

Şiirin adı : Uyanma
Şiirin konusu : Akşam ve karanlık
İmajı : Bahar bahçesi, Yanık türkü
Sembolleri : Servi, Güneş, Ses, Türkü
İmge : Ateşten çember ve Gül
Söz Sanatları : Anafor ve Oxymoron sanatları vardır
Şiirin açıklaması : Şair bu şiirinde ömrünün son deminde ertesi günün uzak olduğunu birdaha göremeyeceğini güneşi, baharı, suyun o büyüleyen sesini, dalda öten bülbülün güzelliğini ateşten bir güle benzeterek hayatı bülbülün ateşten bile korkmayarak gülden uzak kalmayacağını kendininde bu rüyadan uyanarak kalmayacağını bu karamsarlığın bile o güzelliği bozmayacağını bu yüzden uyanmak istemediğini belirtir.

Şiirin adı : Deniz Ufkunda
Şiirin konusu : Akşam ve Karanlık
İmajı : Ufuk, Çığlık, Rüya
Sembolleri : Güneş, Ateş, Su
İmge : Deniz ve Akşam
Söz Sanatları : Oxymoron ve Tezatlık sanatları vardır
Şiirin açıklaması : Şair bu şiirinde denizin ufkunda batan güneşin karanlığın habercisi olduğunu ve bu haberin kuşların çığlıkları ile duyulduğunu fakat bu kuşların naralarının umutsuz olduğu akşamın yinede geleceğini anlatıyor.

Şiirin adı : Sabaha Karşı
Şiirin konusu : Gün doğuşu
İmajı : Aydınlık, Hafıza gibi dağınık, Sıska yüzler
Sembolleri : Duvar, Dal, Gülmek
İmge : Bir kadın başı duvarda
Söz Sanatları : Anafor, Tekrir ve Benzetmeler yapılmıştır
Şiirin açıklaması : Şair sabahın ilk ışıltılarını bir kadına benzetiyor ve bu kadının duvardan yansıyan ışıltı ile kendine baktığını düşünüp, dışarıda kuşların bile kirpiklerini kırptığını, şair uyanınca güneş ışıltısının sanki ellerinde parmaklarında hissettiğini ve kendisine duvardan bakan kadının gün ışığıyla beraber yeni günü gülerek haber verdiğini ve sabahın boş sessiz zamanında bunları belirttiğini söylüyor.

Şiirin adı : Selam Olsun
Şiirin konusu : Dünyaya duyulan özlem ve hasret
İmajı : Dönmeyen gemiler, Hasretsiz kanat şarkısı
Sembolleri : Dünya, Selam, Gün, Gemi
İmge : Gül, Işık, Gölge, Gök
Söz Sanatları :
Şiirin açıklaması : Şair kendini bu şiirde ölmüş biri olarak düşünüp bir sersenişte bulunuyor ve "Bahçede hala güller açarmı, ışıklar gölgeler hala suda oynarmı, Hepsi güzeldi, kar, tipi, fırtına ve günlerin geçişi, mavi kuşkar hala uçarmı" derken bir özlem belirtiyor ve bıraktığı zamana yaşadığı zamanki güzelliklerin hala eskisi gibi olup olmadığını soruyor. "Işıktan şimdi çok uzağız" derken öldüğünü ve "Adımızı soran varmı, arayan varmı" derken kendisinin hayatı özlediğini, insanlarında kendini özleyip özlemediklerini soruyor.

Şiirin adı : Yollar Çok Erken
Şiirin konusu : Yalnızlık
İmajı : Sessizlik, Rüzgar, Soğuk
Sembolleri : Ay, Yıldız, Yol, Dal ve Sessizlik
İmge : Ev, Ay rengi ve Yollar
Söz Sanatları : Teşhis sanatı ve Benzetmeler yapılmıştır.
Şiirin açıklaması : Şair bu şiirinde ilk iki mısrada yolların yani başka alemin kendisi için çok erken olduğunu söyleyip kaybolmaktan korkmadığını ve ay ışığındaki sessizliğin bile bunun ötesinde olduğunu söylüyor. Bu yüzden yıldızlardan ve herşeyden uzak kalacağını ve evinin eninde sonunda bir mezar olduğunu söylüyor.

Şiirin adı : Siyah Atlar
Şiirin konusu : Ölüm
İmajı : Soğuk, Rüzgar, Ufuk, Sessizlik ve Yorgunluk
Sembolleri : Gün, Gece
İmge : Ömür, Siyah, At, Saç
Söz Sanatları : Kişileştirme ve Benzetmeler kullanılmıştır.
Şiirin açıklaması : Şair bu şiirde ölümün soğuk rüzgarının saçlarında ve gecede olduğunu ve bir gün ölünce bedeninin sessizlik ve yorgunca mezarında bekliyeceğini ve kendi kendine ömrün çemberinden kurtulduğundan bahsediyor.

Şiirin adı : Bir Heykel İçin
Şiirin konusu : Ölüm ve Sevgi
İmajı : Ateşler püskürterek dolaşan ejderha ve Gülümsemek
Sembolleri : Tahta, Ejderha, Nergis, Çiçek
İmge : Gülümsemek, Ömrün sabahı, Ümit ve Sevgi
Söz Sanatları : Tedric sanatı, Teşhis ve Anafor sanatları kullanılmıştır.
Şiirin açıklaması : Şair ilk önce bir benzetme yapıyor. Bir heykeli tasvir ederek onun yapısındaki ince ve yumuşak işçiliğinden bahsederek hayatın güzelliklerine bir heykel açısından bakarak sessizce seyrediyor dünyanın güzelliklerini ve şiirin en sonunda heykeline kişileştirerek ölümün sessizliğinden ve sonsuzluğu içinden gülümsüyor daha önce yaşarken gülümsediği gibi ömrünün sabahında ümide ve sevgiye nasıl gülümsediyse ölüykende öyle gülümsediğini anlatıyor.

Şiirin adı : Bir Gül Tazeliği
Şiirin konusu : Hayat ve Kaderi
İmajı :Mahmur uğultulu yaz sabahları, Mercan kadehleri, Gizli gülücükler, Ayrılmayan kader baş ucumuzda.
Sembolleri : Kader, Su, Gemi, Sahil ve Rüya
İmge : Güvercin, Gül, Hava ve Yaz sabahı
Söz Sanatları : Anafor ve çeşitli benzetmeler kullanılmıştır.
Şiirin açıklaması : Şair hayatın her anını bir gül tazeliği içinde güzel bir üslupla anlatarak hayatın her anından zevk alınması gerektiğini söylüyor. Doğanın her yerinde gizli gülüşler, gizli öpüşler olduğunu ve doğanın her yerinde anılarının olduğunu fakat kadere karşı herşeyin boyun eğdiğini ve bunun böyle gelip böyle geçtiğini değişmeyenin sadece kader ve doğa olduğundan bahsediyor.

Şiirin adı : Sesin
Şiirin konusu : Hayal ve Ölüm
İmajı : Akan deremdir ben susuz, çırpınan bir ruhum
Sembolleri : Rüya, Ses, Ayna
İmge : Saf billur, sessiz yıldızlı gece
Söz Sanatları : Teşbih-i Beliğ ve Mecazı Mürsel sanatları kullanılmıştır.
Şiirin açıklaması : Şair bu şiirinde ölümü bir ses, çağrı olarak görüp, sesin yani ölümün sesinin kendisi için yıldızlı bir gecede baş ucundaki geniş, sonsuz dalgalanan bir derinlik olarak ölümü tasvir ediyor. Şair kendini akanın kendi içinden bir parça olduğunu kendine ise "susuz çatlamış dudaklarımla koşarım ölümün o saf billuruna" diyor. Sonra bunların bir düş olduğunu uyanınca anladığını ve ruhun bu yüzden çırpındığını anlatıyor. Herşeyin anlamsız olduğunu vurguluyor.

Şiirin adı : Bir Gül Bu Karanlıklarda
Şiirin konusu : Gül ve Karanlık
İmajı : Zaman aralığı, Sesler, Korkular ve Renkler
Sembolleri : Gül, Karanlık, Kadeh
İmge : Ümitsiz bir yalvarış ve Yetmezmi bu müjde sana
Söz Sanatları : Oyxmoron, Anafor ve Teşhis sanatları kullanılmıştır.
Şiirin açıklaması : Şair burada kendini karanlıklar içinde bir güle benzetiyor. Zamanın içinde kendini bir kadeh olarak görür ve bu olaylar içinde kendisinin hangi hayali beklediğini sorar daha sonra berrak bir sesle gecenin yumuşaklığı içinde gözyaşlarının boş olduğunu, günlerinin akışının boşuna olduğunu ve bununla gelen müjde ile bir yıldız kervanına gideceğini söyler.


BURSA'DA ZAMAN

Bursa'da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarîlerin en ilâhisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camiler, eski bahçeler,
Şanlı hikâyesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengâmelerin
Nakleder yâdını gelen geçene.

Bu hayâle uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtılarından
Billûr bir âvize Bursa'da zaman.

Yeşil türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.

İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayâl içinde... Ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevî âhenk..
Bir ilâh uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette,
Belki de rüyâsı bu cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.
ÖYKÜ KİTAPLARI

Abdullah Efendi'nin Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955), Hik(yeler (Kitaplaşmayan iki hikâyesiyle birlikte tüm öyküleri, 1983).

HAKKINDA YAZILANLAR
Hazır Reçete Yok !
Her şey bizden bir yeni terkip bekliyor
Mahmut Çetin

Türk aydını, Osmanlı devletinin Batı karşısında çözülmesiyle yeni bir kültür dünyasına açılır.Bu çaba Osmanlı devletinin yıkılması ve onun değer yargılarının tasfiyesiyle hızlanır.Aydınlarımız bu maksatla önce yerli olanla islami olanı ayırıp, yerli olana bağlanmayı dener.Ardından yerli olan kültür kaynağını iyice daraltıp folklordan hareketle teorik bütüne ulaşmayı düşünürler.Folklordan hareketle bir çok fikri üretim yapılmasına rağmen, bu arayış asıl amaç olan ‘yeni bir teorik zemin’i oluşturamaz.I.Tarih Kongresiyle ortaya yeni bir tez atılır.Tez şudur: “Bütün dünyaya şamil medeniyetin mebde ve menşei Orta Asya’dır.”(1)
Erol Güngör esaslı bir eleştiriye tabi tuttuğu bu tezi şöyle özetler.Yeni teze göre Orta Asya medeniyetin beşiğidir.Türkler Orta Asya’da yaşarken bir kuraklıkla yurtlarından ayrılmışlar, dünyanın değişik yerlerine göç etmişler ve medeniyeti dünyaya yaymışlardır.Bu arada Anadolu, Mısır ve Mezopotamya’da yeni yeni medeniyetler kurmuşlardır.Etiler, Hititler ve Sümerler gibi.Türkler müslüman olunca yeni bir göç dalgasıyla yeniden Anadolu’ya ulaşmışlar, buradaki Eti , Hitit kültürleriyle yeniden kaynaşmışlardır.Anadolu 4 bin yıllık Türk yurdudur.Cumhuriyetle bu en eski Türk kültürlerine sahip çıkılmıştır.(2)

Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı zinciri Türk tarihinden bir sapma mı ?
Teorinin buraya kadar olan kısmı, Anadolu üzerinde gözü olan Batı ülkelerine karşı sevimli bir çıkış olarak görülebilir.Ancak teoriyi üretenler hızını alamayıp asıl Türk tarihinin kaynağını Anadolu Medeniyetleri adı altında Eti-Hitit-Sümer zincirine bağlar ve Türk tarihinin Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı zincirini asıl özden bir sapma olarak niteler.Bu nedenle Türklerin müslümanlaşmasından sonraki dönemler, gözden geçirilmesi gereken dönemlerdir.Aydınlar başlangıçta -genellikle- kabul etmekle birlikte zaman bu tezi geçersiz kılar.

İki ara bir dere: Batı
Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı dönemini es geçerek oluşturulmak istenen tarih anlayışlarının geçersizliği, arayış içindeki odakları, Batı medeniyetini evrensel tek bir medeniyet olarak görmeye ve ona entegre olmaya itmiştir.
Batı medeniyetine entegre olma düşüncesi Nurullah Ataç tarafından teorik birliğe ulaştırılmaya çalışılır.Belki de yabancılaşma dönemi boyunca sınırlı da olsa başarıya ulaşmış tek düşünce budur.1938 yılından sonra fikir hayatımıza bu düşünce hakim olmuştur.Bu görüşe göre Batı medeniyetinin gelişme çizgisi, bütün insanlık için ortaktır.Batı medeniyeti dışında ortaya çıkan medeniyetler ayrıktır ve onların ancak folklorik bir değeri vardır.Yerli medeniyetlerin tasfiye edilip, Batı medeniyetine adapte olmaları tarihi bir zarurettir.Bundan dolayı Yunan, Latin ve Fransız kaynaklarından Batı kültürü aktarılarak, pozitivizmde karar kılınmıştır.Resmi görüşe paralel olarak, Batı’dan aktarılan yeni fikir akımları sınıf ya da üretim temelinden yoksun olmasına rağmen siyasi yönelişlerde ve kadrolaşmada kaynak olmuştur.Batı alıntılarıyla, aktarmacılığıyla devlete ‘kapılanma’ mümkün olduğundan resmi siyaset ve kültürü kendilerine göre yorumlayan siyasi gruplar, üretimden kaynaklanmayan gelirlerle ‘sübvanse’ edilerek ithal bir kültür ortaya konmuştur.(3)Bu aktarma kültürün etkisi günümüzde azalarak sürmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ileri sürülen tarih görüşleri 1950 sonrası serbestlik ortamıyla, devlet görüşü olmaktan çıkmıştır.Bu görüşlerin ileri sürüldüğü dönemlerde ise daima karşı tezler var olmuştur.
Kültüre dayalı çözüm: ‘değişerek devam etmek’
Bu karşı tezlerden biri de Anadoluculuktur.Özellikle Yahya Kemal’in tarih görüşü bu isimle ifade edilmiştir.Bu görüşe göre Türk Tarihi, Malazgirt Zaferiyle başlar.Dilin ve milletin önceki macerası, bu tarihin bir çeşit mukaddimesinden ibarettir.Malazgirt Zaferi, İstanbul’un Fethi ve Milli Mücadele, Fransız İnkılabı çapında ‘doğu rönesansı’na kaynaklık etmişlerdir.
Yahya Kemal’in fikri halefi durumundaki büyük yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur adlı şaheserinde roman örgüsü içinde üç önemli tezi de yoğurmaktadır.Tarihinin sürekliliği, kültür devrimlerinin başarısızlığı ve milli çözüm: halkın gücü. Bizim üç ana başlıkta topladığımız Huzur tezleri, bütüncül bir tarih tezi ortaya koymuştur.“Yalnız bir şeyi biliyoruz.O da bir takım köklere dayanmak zarureti, tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti.bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz.Muvazalar daima tehlikelidir.”(4)

Tarihi bütünlüğün sağlanması, yani tarihin bir takım zoraki tezlerle değil, sadece vakıa-olgu olarak değerlendirilmesini gerektirir.Tarihin belirli devirlerini tasviye edip yerine mantıki tezler teklif edememe durumu, toplumda mutlak bir yabancılaşmayı başaramasa da değer yargılarını yozlaştırmaktadır.
Bu tahribat nedeniyle fertler, toplumlarına has hüviyetlerini temsil edemez hale gelmektedir.Hüviyetini bulamayan fertlerin oluşturduğu toplum bunalımlara gebe bir toplumdur. “Evvela insanı birleştirmek.Varsın aralarında hayat standardı yine ayrı olsun; fakat aynı hayatın ihtiyaçlarını duysunlar.”(5)Köklerine bağlı fertler, farklı içtimai sınıflara mensup olsalar bile ‘biz şuuru’nu muhafaza edeceklerdir. “Maziyi ihmal edersek hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder.”(6) Tarihi birikimden kaçmak boşuna bir çabadır.İnsan için hafıza neyse, millet için de tarih odur.Nasıl insan fikir değiştirebildiği halde hafızasını silip atamamaktaysa, milletler de günlük zaruretler nedeniyle tarihi birikimlerini silip atamazlar.Silip atmaya kalktıkları durumda bile hayatın tabii akışı ‘günlük dayatma’ları geçersiz kılacaktır.Yabancılaştırmanın başarıldığı iddia edilen sömürge topraklarda bile toplumsal doku hepten silinememekte ve tarihi birikim ‘ecnebi bir cisim gibi’ insanları rahatsız etmektedir.
Halkın içinde ve önünde aydın
Toplum için değişik bakış açılarıyla değişik tasnifler yapılabilir.Bunlardan biri de halk ve aydın ayırımıdır.Halk ve aydın ikiliği yabancılaşma döneminin başından itibaren cemiyetimizde etkisini gösterir.Türk toplumu için bu iki kesim de yeni dönemin rengini vermeğe tek başına yeterli değildir.Huzur romanındaki karakterlerden Mümtaz, Türkiye’nin kültür birliği sağlanamadığından gelecekten ümitsizdir.Ancak romanın diğer kahramanı İhsan yani romandaki Yahya Kemal, “Güçlük var.Fakat imkansız değil.Biz şimdi bir aksülamel devrinde yaşıyoruz.Kendimizi sevmiyoruz.Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede’yi Wagner olmadığı için, Yunus’u Varlaine, Baki’yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz...Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz.Başka milletlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz”(7) der.
Başkasının hayatını yaşayamazsınız
Medeniyetlerin farklı gelişme çizgileri vardır.Ancak batıcı ortodoks görüşe göre Batı medeniyeti evrensel ideal gelişim sürecinden geçmiştir.Bu medeniyetin dışındaki medeniyetlerin yaşaması, Batı medeniyetine adapte olmasına bağlıdır.Bu görüş kültür hayatımıza hakim olmuş ve aydınımızı kültür ikiliğine yani kimlik bunalımına düşürmüştür.Bu hususta Tanpınar’ın işareti şudur: ‘başka milletlerin tecrübesi’nden faydalanılabilir, ama onun tecrübesini yaşamak mümkün değildir.
KAYNAKLAR

1.İnanç ve Kültür Sadettin Elibol s.133
2.Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik Erol Güngör s.66
3.Niçin Arabesk Değil Sibel Özbudun s.40
4-7.Huzur Ahmet Hamdi Tanpınar s.302-304
5-www.google.com
 
Geri
Üst