Her Güne Bir Bilgi

Duyma Anında Neler Oluyor?



duyma_aninda_neler_oluyor_tr.jpg
Yolda karşılaştığınız bir arkadaşınız size "merhaba" dediğinde, arkadaşınızdan gelen ses dalgaları kulak kepçesi tarafından toplanır. Ses, yolculuğu sırasında saniyenin ellide birinde 6 m. yol kat eder.

İki kulağın içinde titreşen hava, hızla orta kulağa kadar olan mesafeyi kat eder.7.6 mm çapında olan kulak zarı titremeye başlar. Bu titreme hareketi üç küçük kemiğe iletilir. Ses titreşimleri böylece mekanik titreşimlere dönüşür. Daha sonra ise bu kemiklerdeki titreşimler iç kulağa iletilir ve buradaki salyangoza benzeyen koklea isimli yapının içinde bulunan özel sıvıyı hareketlendirir.

Koklea'nın içerisinde farklı ses tonları birbirinden ayrıştırılır.Kokleanın içinde, tıpkı bir müzik aleti olan arpteki teller gibi, değişik kalınlıklarda ince teller uzanmaktadır. Arkadaşınızın sesi şimdi bu telleri adeta çalmaktadır. "Merhaba" sesi, başlangıçta düşük perdeden başlamış sona doğru yükselmiştir. Önce kalın teller titreşir sonra bunu inceleri takip eder. Sonunda iç kulaktaki on binlerce çubuk şekilli cisimcik, kendi titreşmelerini işitme sinirlerine aktarır.

Artık "merhaba" sesi sadece bir elektrik sinyalidir. Bu sinyal, işitme sinirleri içinde beyne doğru hızla ilerler. Sinirlerdeki bu yolculuk, sinyaller beyindeki duyma merkezine ulaşıncaya kadar devam eder. Bu yolculuğun sonunda beyindeki milyonlarca nöronun büyük bir kısmı, elde edilen işitme bilgilerini değerlendirmekle meşguldür. Böylece arkadaşınızın merhabasını duymuş olursunuz.

Burada son derece yüzeysel hatları ile anlatılan bu işlemler, gerçekte çok daha karmaşıktır ve saniyeden de kısa bir sürede gerçekleşir. Her gün yüzbinlerce kez görür ve işitiriz. Ancak çoğu zaman bunları nasıl yapabildiğimizi düşünmeyiz. Oysa gördüğümüz ve duyduğumuz herşeyi Rahman ve Rahim olan Allah'ın rahmetiyle görmekte ve işitmekteyiz. Bunun için de tüm bunlar müminlerin şükürlerine vesile olmalıdır.

__________________
 
Trafik lambaları neden kırmızı,sarı ve yeşildir?




Trafik ışıklan uygulaması, önceleri demiryollarının trenleri kontrol için uyguladığı sinyaller örnek alınarak başlamıştır. Demiryolları idaresi kırmızı rengi 'dur' sinyali olarak seçmişti. Kırmızı renk kan rengi olduğundan asırlar boyu tehlikenin, tahribatın ve ölümün simgesi olmuştur. Demiryolları ilk faaliyete geçtiği 1830'lu yıllarda 'ikaz' ışığının rengi yeşil, 'geç' ışığının ise beyazdı.
Bir süre sonra beyaz sinyal problem yaratmaya başladı. Beyaz renkli 'geç' sinyali diğer sokak lambaları ile karıştırılabili-yordu. Ama daha da kötüsü 'dur' işaretlerine konulan kırmızı mercekler yerlerinden düşünce ışık beyazlaşıyor, 'geç' sinyali olarak algılanıyor ve kazalara yol açabiliyordu.
Sonunda demiryolcular kırmızıyı 'dur', yeşili 'geç' san rengi de 'ikaz' sinyali olarak kullanmaya başladılar. Bilindiği gibi sarı, renk spektrumu içinde en göz alıcı renktir. Böylece makinist bir sinyalin bulunması gereken yerde beyaz ışığı görürse, bir şeylerin yanlış olduğunu anlıyor ve tedbirini alıyordu.
Karayollarına gelince, yollarda sadece atların ve at arabalarının bulunduğu tarihlerde bile dünyanın büyük şehirlerinde trafik sorundu. İlk trafik lambası otomobillerin ortaya çıkmasından çok önce 1868'de Londra'da kullanıldı. Gazla yakılan ve bir eksen etrafında döndürülebilen kırmızı ve yeşil lambalar bir yıl sonra patlayıp, kendilerini çeviren polisi de yaralayınca bu uygulama ortadan kalktı.
Ama öte yandan otomobillerin ortaya çıkması ve şehirlerde dolaşmaya başlamalarıyla birlikte durum iyice kötüleşti. Çeşitli şehirlerde değişik uygulamalar yapıldı. Demiryollarındaki uygulama örnek alındı ama demiryollarında birbirine paralel iki hat vardı. Bu sistem iki yolun kesiştiği kavşaklarda işe yaramıyordu.
Sonunda günümüzdekilere benzeyen ilk elektrikli otomatik trafik lambasını, ilkokul mezunu ve ABD'deki Cleveland'da otomobil sahibi ilk siyah olan Garrett Morgan geliştirdi. 1914'de ilk denemelerine başlayan Morgan 1923'de de patentini aldı. Morgan 1963'de ölümünden az önce patentini 40 bin dolara General Electric firmasına sattı.
Morgan'ın lambaları demiryollarına benzer şekilde bir 'T' üzerinde kırmızı ve yeşil iki lambadan ibaretti. Çok geçmeden ikaz anlamında sarı lamba da ilave edildi ve uygulama bütün dünyaya süratle yayıldı.
Aradan geçen yıllara rağmen sarı renk hala 'ikaz' anlamındadır ama günümüz sürücüleri onu 'geç' sinyali olarak algılıyorlar.
 
Cenazede Siyah Giymek



Batı kültüründe görülen "cenazede siyah giymek" ise hayalet korkusundan kalma bir gelenek. Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi’ne göre, binlerce yıl önce cenaze töreninde bulunanlar, gömülecek ölünün hayaletinin orada bulunanlardan birinin bedenine girmek isteyeceğine inanıyorlardı ve hayaletten saklanmak için vücutlarını siyaha boyuyorlardı.
Zamanla bu adet, siyah giysi olarak devam etti ve günümüze kadar geldi
 
87986743.jpg


Bir Boeing 747. tekerlekleri nin üzerinde kalkış pistine doğru ilerlerken, yatay yüz geçleri olan sosis şeklindeki bir otobüsü andırıyor. Yakıt tankları nın yanındaki bu iki çelik ve alümin yum yığını kanatlar, uçak yerde iler lerken tek kelimeyle işe yaramaz du rumda...


Ne var ki, otobüs pistte hızlanırken fizik ve mühendislik devreye giriyor...
Çoğumuzun akıl erdiremediği garip birşeyler oluyor ve 747 tam bir dönü şüm geçiriyor. Hava, eğimli üst yü zeylerin üzerinden geçerken, kanatlar yukarı doğru bükülüyor ve uçak kalkıyor. Hantal görünümlü otobüs artık havada süzülen alımlı bir uçak... Bu olay, yoğun ticari havaalanlarında, küçük alanlarda ve hatta uçak gemile rinin o kısacık pistlerinde bile günün her dakikasında yüzlerce kez yaşanı yor...


Bu olay en tecrübeli uçak yolcularını bile hayrete düşürüyor, gizemi akılları kurcalıyor
Uçaklar, kanatların yardımıyla burunlarını havaya dikiyor ve bir süre sonra havada süzülmeye başlıyor. An cak ne kadar sık yaşanırsa yaşansın, bu olay en tecrübeli uçak yolcularını bile hayrete düşürüyor. Kanatların ne işe yaradığını biliyor olsak da, olayın karmaşıklığı ve gizemi akılları kurca lamaya devam ediyor


wol_error.gif
Bu resmin boyutları değiştirilmiştir. Orjinal versiyonunu görmek için buraya tıklayınız. Orjinal boyutları 882x344 ve 81KB.
21485729.jpg


Havacılık mühendisleri bile, kanat ların uçağı nasıl kaldırdığı konusunda sıkıntılar yaşıyorlar
"Aerodinamik"' ve "hava akımı" gibi terimleri açık layabiliyorlar, hava moleküllerinin oklarla gösterildiği çizelgeler yapabi liyorlar. Ama uçağın uçmasına yar dımcı olan fiziksel destekler tam ola rak anlaşılamıyor.



79850906.jpg


Uçak tabii ki uçu yor…
Evet oluyor, oluyor da nasıl oluyor da oluyor?
Bu sorunun en popüler yanıtı, ka nadın, -canlı ya da yapma- çevresin deki havanın yapısını değiştirdiği... Kanat havayı yararken, havayı alt ve üst yüzeylerinin çevresinden dolaş maya zorluyor. Kanadın altı düz ya da hafif eğimli, üst yüzeydeki eğim ise oldukça fazla... Üst yüzey üzerinden geçen hava kanadın diğer ucuna var mak için, alt yüzeyin altından dolaşan havadan daha uzun bir yol katediyor. Kanadın üzerindeki hava hızlı hareket etmezse, kanadın altındaki hava kana dın ucunda kıvrılıyor, üst yüzey üze rinden ileri gidiyor ve kanadın kalkışı sağlamasını engelliyor. Gerçekten de, kanadın üzerinin buz tabakasıyla kap lı olduğu durumlarda bu olay gerçek leşiyor ve uçak kalkamıyor.

Hava akış hızındaki bu fark, nor mal şartlarda kanadın üzerindeki ha vanın uzamasına ve yoğunluğunun azalmasına neden oluyor. Böylece kanadın üzerindeki hava basıncı alttakine oranla daha az oluyor. Üstteki alçak basınç kanadı çekiyor, alttaki yüksek basınç da onu yukarı doğru itiyor. Böylece kanat - ve uçağın göv desi - havalanmış oluyor. Yüzbinlerce saatlik hava kanalı testleri ve uçuş de neyleriyle her tip kanat için ayrı çizel geler oluşturuluyor. Bunların hepsi de, kanadın alt ve üst yüzeyleri üze rindeki hızın ve basıncın farklı oldu ğunu doğruluyor...


74877708.jpg


Ancak, uçuş sırasında devreye gi ren bir başka olay daha var...
Ön kö şesi arka köşesinden daha yüksekte duran düz bir tahta bile, havayı yararak hareket ederse havalanabiliyor. Yani uçuş için kanat ucunun olması bile gerekmiyor. Bunun nedeni, açılı kanadın havanın momentini aşağı doğru yöneltmesi... Ki, bu da kanadı yukarı doğru itiyor.


18486757.jpg


Kanatlara sabit yapılar olarak bak mak yanlış...
Hem kuşlarda hem de uçaklarda kanatlar sürekli bir değişim gösteriyor. Bir şahin kanatlarını vücu dunun iki kenarında toplayarak, avı için dalışa geçiyor. En son anda ise ka natlarını tamamen açarak inişi hafifle tiyor. Uçakların kanatları da benzer amaçlarla sürekli değişim geçiriyor. Kanadın içinden çıkıp gerektiğinde yu*valarına giren metal parçaları, uçağın iniş, kalkış ve uçuşunda önemli bir rol oynuyor. Bir kanadın en bilinen parçaları olan "flap"lar, hız lı uçuş sırasında kapanıyor, iniş ve kalkış sırasında ise açılıyor.

Ticari dev uçaklar, genelde 0.8 mach hızla - ses hızının yüzde 80'i -uçuyorlar. Bu hızlarda, havada süzül mek için daha az kanat alanına ihti yaçları var. Ancak iniş ve kalkış sıra sında, daha yavaş uçuyorlar -saatte 200 km. kadar (daha hızlı uçarlarsa daha uzun iniş pistlerine ihtiyaç duyu luyor). Küçük kanatlar, bir jet uçağını bu kadar düşük hızda havalandırmaya yetmiyor. Böylelikle flaplar hem ka nat alanını hem de kanat hükümlülü ğünü arttırmak için açılıyorlar. "Slat" denilen bir başka yardımcı parça da kanadın önünden çıkarak, kalkış ve iniş gibi önemli anlarda maksimum kaldırmayı ve durağanlığı sağlıyor.

Havacılık diye birşey olma saydı, insanlar tekerlekli araçlarla uzun mesafeleri katetmeye çalışacak ve gökyüzüne baktıkça kuşlara imrenmeye devam edeceklerdi.
 
Bira içince neden çok sık tuvalete gidilir ?



Bira, insanlığın en eski ve en güzel içeceklerinden biridir. Ama bu güzel içkinin küçük bir kusuru vardır. İki bardağı bitirene kadar en az iki kere de tuvalete gitmek zorunda kalınır. Neredeyse içilen bira kadarı tuvalete bırakılıp, gidilir.

Aslında bu olayın biranın sıvı kısmı ile pek alakası yoktur. Bira içince tuvalete gitme ihtiyacını hissettiren 'antidiuretic' denilen bir hormondur. Biz buna kısaca 'ADH' diyeceğiz. Vücudumuzda üretilen bu hormon idrar miktarını ayarlar ve doğrudan olmasa da kanımızdaki su miktarım etkiler.
Susuz kaldığımız zaman 'ADH' böbreklerimize sinyal gönderip idrar üretimini durdurtur. Böylece su harcaması kesilerek kanımızdaki su miktarı korunur ve plazmadaki tuz miktarının yükselmesine mani olunur. Yani 'ADH' vücudumuzdaki su ve tuz miktarını dengeleyen, koruyucu bir işlev görür.

Halk arasında idrar söktürücü adı da verilen bazı maddeler 'ADH'nin salgılanmasına mani olur. Bu durumda böbrekler idrar üretip üretmeyeceklerine karar veremezler ve sonunda üretmeye devam ederler. Mevcut dengenin bozulduğunu bilmeden suyu dışarı atarlar, insanı tuvalete gitmeye mecbur bırakırlar ve vücudun kurumasına sebep olurlar.
Vücudumuzdaki bu hormonu en çok etkileyen maddelerden biri de alkoldür. Birayı bolca içince, içindeki alkol nedeni ile 'ADH'den sinyal de gelmeyince böbrekler fazla mesai yaparak vücuttaki suyu idrar haline getirirler. Tabii biranın sıvı kısmının da buna katkısı vardır, ama aynı sürede, aynı miktarda su içildiğinde bu kadar tuvalet ihtiyacı duyulmaz.

Aslında aynı durum tüm alkollü içeceklerde de geçerlidir. İçilme zamanı ve miktarı biraya eşdeğer olduğunda aynı etki onlarda da görülür. Bu hormonu etkileyen bir diğer önemli madde de kafeindir. Kahve ile birlikte yeterli kafein alındığında 'ADH' salgılanması durur ve böbrekler idrar üretmeye devam eder.

Görüldüğü gibi içki içmenin sonuçlarından birisi de vücudun kurumasıdır. Buna karşı vücutta susama ile birlikte acıkma d****u da uyarılır. Kaybedilen suya karşı gece yarısı yemek yeme ihtiyacı duyulur. Durum buna uygun değilse sabah kalkıldığında bir sürahi su içilir.
 
Semazenlerin Başı Neden Dönmez ?




Semazenlerin başı neden dönmez? Bütün sır semazenlerin dönerken başlarını hafif eğmelerinde yatıyor. “Sema yaparken başa 20-25 derecelik bir eğim veriliyor. Bu eğim iç kulaktaki denge sirküler kanallarının eşit derecede uyarılmasını sağlıyor. İşte bütün sır burada.

"Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Yöndemli, semazenlerin eğitimleri sırasında yaptıkları egzersizlerin, nöroloji ve KBB hekimlerinin uyguladığı vestibüler testlere çok benzediğini belirtiyor. “Modern tıp yöntemlerini semazenlerin 700 yıldır kullanmakta olduğunu görmek hepimizi hayrete düşürüyor.” diyen Yöndemli, semazenlerin çalışmalarından çıkarılacak derslerle otomobil ve deniz tutmasının da önlenebileceğine inanıyor. Semazenlerin yüzyıllardır ayinlerinde sergiledikleri yetenekleri hakkında ilk bilimsel çalışmayı yapan Yöndemli, kitabın ilk bölümünde Mevleviliğin adap ve ahlâk anlayışını, musiki, ruh ve beden terbiyesini ele alıyor. Yöndemli, kitabın ikinci bölümündeyse sema gösterilerine tıbbi bir bakış açısı getiriyor. Yöndemli, Türkiye’deki araştırma ve fikir hayatının cılızlığından yakınıyor. Yöndemli, “Türkiye’de Mevlevilik hakkında yayınlanan kitap sayısı 50’yi bile bulamazken, Napolyon hakkında sadece Fransa’da yayınlanan kitapların 100 bini aştığı belirtiliyor. Semazenler ABD’de ya da Avrupa’da olsaydı haklarında şimdiye kadar 50 bin cilt kitap yazılırdı. Ben konuyu daha çok kulak-burun-boğaz uzmanı olarak değerlendirdim.” diyor. "

5200 tur döndükleri halde nasıl yorulmuyorlar?

Semazenler Tennure adı verilen kumaştan bir elbise giyer.

Etek biçimindeki bu elbise dönerken açılır.

Açıldığında kumaş ile yer arasında bi potansiyel enerji oluşur.

Ayrıca dönme sırasında açılan kumaş bir merkez kaç kuvveti kazandırır.

Bu merkez kaç kuvveti tennurenin kapanmasını önlerken aynı zamanda dönerken yakılan enerjiyi %90 azaltır.

Yaptığım testlerde elbise giyilmeden yapılan sema esnasında yorulma kat kat artıyor ve denge sağlanılamıyor.

Dengeyi sağlayan kulak olsada bu konuya Tennureninde büyük katkısı war.

Semadan önce neden Abdest alınır?

Sema yapmadan önce abdest alınmasını her ne kadar maneviyat ve işin gereği olsada bilime bakan yönüde war.

Abdest su ile alınır.

Bildiğiniz üzere su vücuttaki Negatif enerjiyi alıır ve götürür.

İşte vücuttaki bu negatif enerjinin yani - yüklü maddelerin yeri çekmemesi (zemin + yüklüdür.) için abdest almak gerekir.
Sema yapmadan önce Abdest alınmadığında denge kaybı artıyor.

Semazenlerin kafasında gödüğünüz takke neden silindir biçimindedir?




Bildiğimiz üzere insana doğadan bi enerji girişi olur.

Bu enerji girişi bıngıldak denilen yerden yani kafatasının tam üstünden olur.

Ve yine bildiğimiz üzere bu enerji saat yönünün tersine döner atomlarda öyle, bizde öyle.

Peki enerji ile ne alakası war şöyle:

Biz döndüğümüz zaman başımız kendi etrafında daire çizecek şekilde dönmez.

Kendi etrafında 0 çizen yani dönüş hızı sıfır olan sol orta kulak zarıdır.

Biz ve enerji aynı yönde döndüğü için bi hiza söz konusudur.
 
Firavunların mezarları yani piramitler hangi firavun adına yapılmışsa sadece o kişinin doğdugu ve öldügü gün içerisine güneş ışığı düşermiş ...buda benden olsun gerçi bilen coktur ama ilginc bence :)
 
Ben bilmiyordum , teşekkurler :)
 
Türk Kahvesinin Yanında Neden Su İkram Edilir?

Türk usulü bir kahve yapıldığında hepimizinde bildiği gibi bizler annelerimizden öyle gördük bir bardak ta su getirilir acaba bu suyun neden getirildiğini biliyormusunuz??İŞTE CEVAP:

img471f8f02b85eb1bk6.jpg


enteresann Türk usulü kahve avrupaya hatta dünyaya Osmanlı İmparatorlu tarafından yayılmıştır. İşte Osmanlı imparatorluğu zamanında hepinizinde tarih derslerinden bildiğiniz gibi Padişahlar kardeşlerini zehirliyor devlet büyükleri zehirlenerek öldürülüyor devlet erkanının (bugünkü Bakanlar Kurulu Toplantılarında) toplantılarında ya da diğer imparatorluk ya da diğer ülke hükümdarlarının misafir edildiği ya da bizim padişahlarımızın misafir olarak gittiği yerlerde tağırlandığı esnada suikatlere maruz kalmakta idi. suikastlerde zehirlenmelerde TÜRK KAHVESİ İLE İLGİLİ ZEHİRLENMELERDE kahve ile içildiğinde kahvenin içine koyulabilecek zehirin cözülmesi maksadı ile kahvenin yanında su getirirlerdi ki Su bura da ne işe yarar diye sorucaksınız şimdi bana. Su burada; Türk Kahvesinin içine katılan zehir çok özellikli bir zehirdir arkadaşlar sadece kahvenin içinde tutunabiliyor ve diğer çeşitli içeceklerde ve yiyeceklerde kendini belli etmekte olduğundan sadece kahvenin içine katılmakta idi. Ayrıca Osmanlı döneminde Yemeklerin içine zehir ve benzeri maddelerin katılıp katılmadığı yemeklerin sofraya getirilmeden önce testten geçirildiği yani bu iş için saraylarda insanların görevlendirilip bu pişen yemekleri ya da içecekleri tattıkları ve belli bir süreden sonra sofraya getirildiğide araştırmalar da yer almıştır. Konumuza gelince Kahve sıcak içildiğinden en etkili tesirli zehir ancak kahvenin içine katılabilirdi insanların amacına ulaşabilmesi için bu dönemde. Kahvenin içine koyulan zehirinde sadece yanında getirilen bir bardak su ile çözüldüğünü yukarıda anlatmıştım sizlere arkadaşlar. Peki su nasıl çözüyor zehiri. Kahve ikram edildiğinde yanında gelen sudan sadece bir iki damla kahvenin içine damlatıldığında kahve mavi bir renk alıyorsa işte bu kahve zehirli kahve idi . Eğer kahvede herhangibir renk değişikliği yoksa afiyetle ve güvenle içiyorlardı kahvelerini. padişalar ve kardeşleri hükümdarlar işte bu bir bardak su ile kendilerini koruyorlardı kendilerini bu tarz suikastlerden.

Diğer Bir Görüş:

Osmanlı zamanında eve misafir geldiğinde kahve ile birlikte su ikram edilirmiş. Misafir açsa suyu toksa kahveyi alırmış.

Misafir suyu alıyorsa hemen sofra kurulurmuş böylece ince nezaket ile anlaşılmış olunurmuş
 
Mide Neden Kendini Sindiremiyor?



68d0b80a038566c2a856444c81765b45_1290454402.jpg







Mide sindirim sistemimizin en önemli organıdır. Ye*mek borusundan gelir ve onikiparmak barsağı ile bar-saklara açılır. Kabaca “J harfi şeklindedir” diye tarif ede*biliriz. Her organımızda olduğu gibi midede de san’at-ı İlâhî’nin akıllara durgunluk verecek inceliklerini gözleriz.

Boşken mide-muhteviyatı- 50 ml. kadardır. Gıda alı*mından sonra, mide hacmi 1000-1500 ml.’yi bulur ve mide kann boşluğunda oldukça geniş bir yer işgal etme*ye başlar. Gıdaların hazmedilmesinden sonra, hacim yi*ne küçülür. Bu kadar aşın elastikiyet, hareket kolaylığı sağlayarak insanın günlük çalışmalarında midenin engel teşkil etmesini önler. Yine kann boşluğu içine birçok or*ganın rahatça yerleşmesini sağlar.


Midenin “hava cebi” denilen yukarı kısımlarına yerleş*tirilmiş bir elektirikî uyan merkezi (pacemaker) vardır. Buradan her 3-4 dakikada bir uyaran, kalkarak mide duvarından aşağı kısımlanna kadar yayılan bir dalgalan*mayı (peristaltizm) meydana getirir. Bu hareketler mide-

nin boşalmasına yardım ettiği gibi içindekinin iyi sindirilmeşini de te’min eder.


Mideye gıdalann girişi bir düzen dahilindedir. Mide, yemek borusu ile o şekilde birleştirilmiştir ki gıdalar mi*deye; kuyuya taş düşer gibi değil, mide duvanndan kaya*rak inerler. Mide ile yemek borusunun birleşmesinde bu incelik hesaplanmamış olsaydı, yuttuğumuz her lokma*nın sesini kamımızda duyacaktık. Gıdalar yine mideyi bir nizam dahilinde terkederler. Bu düzeni de mide kapı*sı (pilor) te’min eder. Mide kapısı (pilor) ameliyatla çıka*rılarak yerine sun’î pilor yapılan şahıslarda “dumping sendromu” denilen bir hastalık görülür. Bu hastalığı izah etmek üzere pek çok fikir ileri sürülmüş, fakat hiçbiri tatmin edici bir açıklamayı getirememiştir. Ancak şurası kesindir ki, hastalık pilorun yokluğundan kaynaklan*maktadır. Pilor ne kadar hassas bir şekilde ayarlanmıştır ki piloru olan kimselerde “dumping sendromu” görülme*mektedir. Biz bu ayan yapmaktan aciziz.

Midenin iç yüzünü mukoza adı verilen bir tabaka kaplar. Mukoza içinde asit, pepsin ve mukus ifraz eden bezler yer alır. Mukoza, sanki yeryüzündeki dağlar ve va*diler gibi kıvrımlar gösterir. Bu kıvnmlarla az bir sahaya gertiş bir mukozanın yerleştirilmiş olduğu görülür. Böyle*ce sindirimi sağlayan yukandaki saydığımız maddelerin, yeterli miktarda salgılanması mümkün olur. Eğer bu kıv*rımlar olmasaydı mide iç yüzü alan olarak küçülecek, dolayısiyle sindirim bezlerinin sayısı azalacaktı. Böylece sindirimi sağlayacak kadar salgı sağlanamayacaktı.


Mide asidi hidroklorik asit (HCD)’dir. Yukanda bah*settiğimiz mukoza içinde yer alan bezler tarafından salgı*lanır. Birçok araştırmalara rağmen bunun nasıl husule geldiği henüz kesin olarak bilinmemektedir. Saf mide su


yunda HCI yoğunluğu PH 1 kadardır. Kandaki hidrojen iyonu, yoğunluğuna göre mide suyunda bir milyon kez fazladır. Bu biyolojinin en hayret verici olaylanndan biri*dir.


Mukos, kabaca “sümüksü madde” diye ifade edilebi*lir. Mukoza üzerine devamlı yapışarak her türlü gıdayı eriten mide salgısının, midenin kendisini eritmesine ma*ni olur. Bu korunmada mukozanın özel yapısının da et*kili olduğu düşünülmektedir. Ancak bu özellik henüz ay-dınlatılamamıştır.


Görülüyor ki mide kaba bir torba değil, kimya ve mühendislik hesaplarının en incesiyle kurulmuş bir san’at eseridir. Bu hesaplarda en ufak bir hata bula*mıyoruz. Bulamadığımız gibi bu eserde birçok ilmî sırlar olduğunu seziyor, fakat bunca ilmimize rağmen bu sırları çözemiyoruz. Demek ki ilmi bizden çok üs*tün olan biri var ve mideyi yapan O’dur.
 
ok.gif
Yumurtanın niçin bir tarafı yuvarlak, diğer tarafı sivridir?

yumurta.jpg

Eğerköşeli olsalardı kenarları dayanıklılık bakımından çok zayıf olurdu. En dayanıklı geometrik şekil küredir ama bu şekildeki yumurta yuvarlanacak olursa nerede duracağı belli olmaz. Yumurta yuvarlanınca düz gitmez. İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer. Başladığı yere yakın bir noktada durur. Yani düz bir yerde kaybolması olanaksızdır. Yumurta, tavuğun yumurta kanalında küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kasların büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik biçimini sağlarlar. Yumurtanın şeklinin nedeni de budur. Sürüngenlerde bu düzenek olmadığından yumurtaları küresel biçimdedir
 
Kahvenin Yaninda Gelen Suyun Gizemi...,



Türk usulü bir kahve yapıldığında hepimizinde bildiği gibi bizler annelerimizden öyle gördük bir bardak ta su getirilir acaba bu suyun neden getirildiğini biliyormusunuz??İŞTE CEVAP enteresann Türk usulü kahve avrupaya hatta dünyaya Osmanlı İmparatorlu tarafından yayılmıştır. İşte Osmanlı imparatorluğu zamanında hepinizinde tarih derslerinden bildiğiniz gibi Padişahlar kardeşlerini zehirliyor devlet büyükleri zehirlenerek öldürülüyor devlet erkanının (bugünkü Bakanlar Kurulu Toplantılarında) toplantılarında ya
da diğer imparatorluk ya da diğer ülke hükümdarlarının misafir edildiği ya da bizim padişahlarımızın misafir olarak gittiği yerlerde tağırlandığı esnada suikatlere maruz kalmakta idi. suikastlerde zehirlenmelerde TÜRK KAHVESİ İLE İLGİLİ ZEHİRLENMELERDE kahve ile içildiğinde kahvenin içine koyulabilecek zehirin cözülmesi maksadı ile kahvenin yanında su getirirlerdi ki Su bura da ne işe yarar diye sorucaksınız şimdi bana. Su burada; Türk Kahvesinin içine katılan zehir çok özellikli bir zehirdir arkadaşlar sadece kahvenin içinde tutunabiliyor ve diğer çeşitli içeceklerde ve yiyeceklerde kendini belli etmekte olduğundan sadece kahvenin içine katılmakta idi. Ayrıca Osmanlı döneminde Yemeklerin içine zehir ve benzeri maddelerin katılıp katılmadığı yemeklerin sofraya getirilmeden önce testten geçirildiği yani bu iş için saraylarda insanların görevlendirilip bu pişen yemekleri ya da içecekleri tattıkları ve belli bir süreden sonra sofraya getirildiğide araştırmalar da yer almıştır. Konumuza gelince Kahve sıcak içildiğinden en etkili tesirli zehir ancak kahvenin içine katılabilirdi insanların amacına ulaşabilmesi için bu dönemde. Kahvenin içine koyulan zehirinde sadece yanında getirilen bir bardak su ile çözüldüğünü yukarıda anlatmıştım sizlere arkadaşlar. Peki su nasıl çözüyor zehiri. Kahve ikram edildiğinde yanında gelen sudan sadece bir iki damla kahvenin içine damlatıldığında kahve mavi bir renk alıyorsa işte bu kahve zehirli kahve idi . Eğer kahvede herhangibir renk değişikliği yoksa afiyetle ve güvenle içiyorlardı kahvelerini. padişalar ve kardeşleri hükümdarlar işte bu bir bardak su ile kendilerini koruyorlardı

 
Geri
Üst