Ulemanın çoğunluğuna göre; Kehf sûresi, 60-82. ayet-i kerimelerindeki Hz. Musa (a.s) kıssasında bahsedilen salih kul: Hızır (a.s)'dır.
Mezkûr kıssa özetle şöyledir:
Hz. Musa Allahu Teâlâ'nın emriyle Hızır (a.s)'ı aramaya çıkar. O'nu bulduğunda Hızır (a.s) çıkacakları yolculukta hiçbir şey sormamasını şart koşar. Hızır (a.s) bindikleri bir geminin tahtalarını söker, suçsuz, küçük bir çocuğu öldürür, kendilerine kötü davranılan bir köyde bir duvarı tamir eder... Hz. Musa ise bunların hiçbirine akıl erdiremez. Oysa herbirinde bir hikmet saklıdır.
Öldürülen çocuk azılı bir kafir olacaktır. Tamir ettiği duvarın altın-daysa iki yetimin parası saklıdır. Duvar yıkıldığında başkaları bulabilir... Geminin sahihleri ise: kendilerini savunamayan on aciz çocuktur. Zalim bir hükümdar o gemiyi beğenip el koymamalıdır. Tahtaları, su alıyor ba-hanesini hükümdarın bulması için sokmuştur, Hızır (a.s) aslında. Hz. Musa bu soru sormama kuralına uymadığı için Hızır (a.s)'dan ayrılmak zorunda kalır.
Hızır olarak bilinen bu büyük şahsa Hızır denmesinin sebebini Ebû Hureyre (r.a)'den rivayete göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle açıklıyor:
"Hızır'a Hızır (Hadır) denilmesinin sebebi şudur: Hızır otsuz kuru bir yere oturduğu zaman ansızın o otsuz yer Hızır'ın arkasından yeşillenip dalgalanırdı."
Hızır lâkabını almadan önce isminin: Belya, Yesa', Amir, Kelyan veya Ahmed; künyesinin de Ebu'l Abbas olduğu söylenmiştir. Rivayete göre Hızır (a.s) hayat suyu denilen sudan içmiş, onun için kendisine uzun ömür verilmiştir. Rivayetlerde: Bu suyun bir ağacın dibinden kaynadığı, içine düşen her şeyin canlandığı, Hz. Musa (a.s)'ın balığına da ondan isabet ettiği için dirildiği bildirilmektedir. Ulemanın önde gelenlerine göre Hızır, peygamberdir. Çünkü Kuran’da "Kendi tarafımızdan kendisine rahmet verdiğimiz" deniliyor ki, bu rahmet peygamberlik payesi olabilir. Ayrıca, "Kendi katımızdan ona bir ilim öğrettik..." mealindeki ayet de bu manayı kuvvetlendirmektedir. Sonra "Musa Peygamber"in (a.s) O'na uyması da, O'nun peygamber olduğuna bir başka delil sayılmıştır. Çünkü bir peygamber ancak başka bir peygambere uyabilir.
Nitekim müfessir Kurtubî'nin tesbitine göre, Musa (a.s), Hızır (a.s) ile birleştiklerinde Hızır (a.s) O'na şöyle söylemiştir: "Sen Allah'ın sana öğrettiği bir ilim üzere bulunuyorsun ki, ben onu bilmiyorum. Ben de, Allah'ın bana öğrettiği bir ilim üzere bulunuyorum ki, sen onu bilmiyorsun." Velhasıl: Hızır kıssasının birçok yönü nübüvvetine delâlet ettiği için sahih olan Nebi olmasıdır. Veli olduğunu iddia edenler de vardır. Evet, ulemanın bir kısmına göre Hızır (a.s) Allah'ın salih ve veli kullarından biridir. Geniş çapta ilâhî iltifat ve inayete mazhar kılınmış ve ledünni ilimle donatılmıştır. Hızır (a.s)'ın melek olduğu da ileri sürülmüştür.
Bu hususta Abdülaziz Debbağ Hz.leri şöyle der:
Peygamber değildir. O ancak bir kuldur ki, Cenabı Hak O'na marifet ikram etmiş, mahlûkatına tasarruf için selâhiyet vermiştir. Nitekim Hızır (a.s)'a verilen bu marifetin kemali ümmeti Muhammed'in Gavs'lerine de verilmiştir. Hızır (a.s) bu mertebeye şeyhsiz ve sülûksuz nail olmuştur. Cenabı Hak ona iptidada derhal bu imdadı ilahisini vermiştir. Bununla beraber Hızır (a.s) asla peygamberler ve nebiler derecesine ulaşamaz. Binaenaleyh Hızır (a.s) da, Musa (a.s)'a verilen zat, sıfat, ef'al müşahedesi yoktur. Bu sebeple peygamber olmayan bir veli, peygamber-den daha bilgiç olmaz. Bu itibarla Hızır (a.s)'ı peygamber itikat etmeye ihtiyaç yoktur.
Bütün Gavs ve kutuplar vesair hadis olan birşey üzerindeki tasarruflarını ancak Allah'ın emriyle yaparlar. Bu da peygamberlik ve risalet değildir. Halkın çoğu bunu bilmez.
Mezkûr kıssa özetle şöyledir:
Hz. Musa Allahu Teâlâ'nın emriyle Hızır (a.s)'ı aramaya çıkar. O'nu bulduğunda Hızır (a.s) çıkacakları yolculukta hiçbir şey sormamasını şart koşar. Hızır (a.s) bindikleri bir geminin tahtalarını söker, suçsuz, küçük bir çocuğu öldürür, kendilerine kötü davranılan bir köyde bir duvarı tamir eder... Hz. Musa ise bunların hiçbirine akıl erdiremez. Oysa herbirinde bir hikmet saklıdır.
Öldürülen çocuk azılı bir kafir olacaktır. Tamir ettiği duvarın altın-daysa iki yetimin parası saklıdır. Duvar yıkıldığında başkaları bulabilir... Geminin sahihleri ise: kendilerini savunamayan on aciz çocuktur. Zalim bir hükümdar o gemiyi beğenip el koymamalıdır. Tahtaları, su alıyor ba-hanesini hükümdarın bulması için sokmuştur, Hızır (a.s) aslında. Hz. Musa bu soru sormama kuralına uymadığı için Hızır (a.s)'dan ayrılmak zorunda kalır.
Hızır olarak bilinen bu büyük şahsa Hızır denmesinin sebebini Ebû Hureyre (r.a)'den rivayete göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle açıklıyor:
"Hızır'a Hızır (Hadır) denilmesinin sebebi şudur: Hızır otsuz kuru bir yere oturduğu zaman ansızın o otsuz yer Hızır'ın arkasından yeşillenip dalgalanırdı."
Hızır lâkabını almadan önce isminin: Belya, Yesa', Amir, Kelyan veya Ahmed; künyesinin de Ebu'l Abbas olduğu söylenmiştir. Rivayete göre Hızır (a.s) hayat suyu denilen sudan içmiş, onun için kendisine uzun ömür verilmiştir. Rivayetlerde: Bu suyun bir ağacın dibinden kaynadığı, içine düşen her şeyin canlandığı, Hz. Musa (a.s)'ın balığına da ondan isabet ettiği için dirildiği bildirilmektedir. Ulemanın önde gelenlerine göre Hızır, peygamberdir. Çünkü Kuran’da "Kendi tarafımızdan kendisine rahmet verdiğimiz" deniliyor ki, bu rahmet peygamberlik payesi olabilir. Ayrıca, "Kendi katımızdan ona bir ilim öğrettik..." mealindeki ayet de bu manayı kuvvetlendirmektedir. Sonra "Musa Peygamber"in (a.s) O'na uyması da, O'nun peygamber olduğuna bir başka delil sayılmıştır. Çünkü bir peygamber ancak başka bir peygambere uyabilir.
Nitekim müfessir Kurtubî'nin tesbitine göre, Musa (a.s), Hızır (a.s) ile birleştiklerinde Hızır (a.s) O'na şöyle söylemiştir: "Sen Allah'ın sana öğrettiği bir ilim üzere bulunuyorsun ki, ben onu bilmiyorum. Ben de, Allah'ın bana öğrettiği bir ilim üzere bulunuyorum ki, sen onu bilmiyorsun." Velhasıl: Hızır kıssasının birçok yönü nübüvvetine delâlet ettiği için sahih olan Nebi olmasıdır. Veli olduğunu iddia edenler de vardır. Evet, ulemanın bir kısmına göre Hızır (a.s) Allah'ın salih ve veli kullarından biridir. Geniş çapta ilâhî iltifat ve inayete mazhar kılınmış ve ledünni ilimle donatılmıştır. Hızır (a.s)'ın melek olduğu da ileri sürülmüştür.
Bu hususta Abdülaziz Debbağ Hz.leri şöyle der:
Peygamber değildir. O ancak bir kuldur ki, Cenabı Hak O'na marifet ikram etmiş, mahlûkatına tasarruf için selâhiyet vermiştir. Nitekim Hızır (a.s)'a verilen bu marifetin kemali ümmeti Muhammed'in Gavs'lerine de verilmiştir. Hızır (a.s) bu mertebeye şeyhsiz ve sülûksuz nail olmuştur. Cenabı Hak ona iptidada derhal bu imdadı ilahisini vermiştir. Bununla beraber Hızır (a.s) asla peygamberler ve nebiler derecesine ulaşamaz. Binaenaleyh Hızır (a.s) da, Musa (a.s)'a verilen zat, sıfat, ef'al müşahedesi yoktur. Bu sebeple peygamber olmayan bir veli, peygamber-den daha bilgiç olmaz. Bu itibarla Hızır (a.s)'ı peygamber itikat etmeye ihtiyaç yoktur.
Bütün Gavs ve kutuplar vesair hadis olan birşey üzerindeki tasarruflarını ancak Allah'ın emriyle yaparlar. Bu da peygamberlik ve risalet değildir. Halkın çoğu bunu bilmez.
KAYNAK