sado117
New member
'Ali topu Agop'a at!'
Bir kitap geldi dün...
Kapağında "Ali topu Agop'a at" yazıyor. Bu, Hrant Dink'in günün birinde ilkokul kitaplarında okumayı umduğu cümleydi.
"İliklerime kadar Anadoluluyum" dediği şu topraklarda yok sayılmaktan dertlendiğinde "Ne var yani" derdi;
"...hep 'Ali topu Ayşe'ye at' diye yazan şu alfabede Ali bi gün de Agop'a atıverse şu topu..."
Katledilmesinden sonra açılan anı defterine, Asya adlı bir küçük kız bu cümleciği not etmişti; kanla yazılmış bir vasiyeti yerine getirir gibi...
"Ali topu Agop'a at!"
* * *
Hrant anısına çıkarılan kitap (Kırmızı, 2007), duruşmasının yapılacağı bugün piyasada olacak. Dostlarının, ailesinin onu anlattığı kitabı bir solukta okudum dün...
Ayşe Önal, çocuklarının suikast haberini nasıl aldığını yazmış.
Hrant'ın kızı Sera, Taksim'de arkadaşlarıyla dolaşıyormuş o gün... İçlerinden birinin telefonu çalmış. Açan kız, bembeyaz kesilmiş. Şöyle yazıyor Ayşe:
"Sera arkadaşını bembeyaz bırakan haberin aslında kendi hayatını sonsuza dek değiştireceğini hissetti. İçgüdüsel olarak eli kendi telefonuna gitti. Babasını aradı. Telefon olağan çalıyordu. Derin bir nefes aldı. Az sonra babası, numarasını görüp onu arayacaktı. Ama arkadaşları onu bir taksiye bindirip Agos'a götürdüler. Tuhaf bir kalabalık vardı Halaskârgazi Caddesi'nde... Yerde birisi yatıyordu. Kalabalıktan geçip Agos'a girebilse, babasına yerde yatanın kim olduğunu soracaktı.
Soramadı!"
* * *
Oğlu Arat, aynı dakikalarda Fındıklı'ya okuluna gidiyormuş. Telefonu çalmış:
"Baban vuruldu" demiş birisi...
Taksiyle hemen Osmanbey'e dönmüş.
"Tanrım, ne olur yaşıyor olsun" diye dua etmiş yol boyu...
Taksiden inerken yeniden çalmış telefonu:
Sera, "Babam öldü" diye haykırıyormuş.
* * *
Arat babasına konuşuyor kitapta:
"İlkokul çağımdayken bile arkadaşlarımın ağızlarını doldura doldura babalarından bahsetmelerinden hoşlanmazdım. Oysa senin hakkında anlatacak sağlam hikayelerim vardı. İçimden 'Ulan benim babam var ya, benim babam' diye düşünür, ama ağzıma getirmez, sıramı savardım. Bir oğlun babasını anlatmaktan daha iyi şeyler yapması gerektiğine inandım hep... Biliyorum ki sen de, babasını anlatan bir oğul olmamdan fazlasını isterdin, benim için... Oğullar babalarını yenmedikçe bir dünya nasıl ilerler? Katillerin aldıkları bir şey de çocukların, babalarını yenme hakkıdır."
Babasının kameralar karşısında gözyaşlarına hâkim olamadığı günü anlatıyor sonra:
"Başkaları gibi 'Maçayı dik tutmak lazım' diye düşünmeden, 'İşte babam' dedim o gün:
'...işte babam... çırılçıplak insan...'"
* * *
Bazı babalar yaşı geldiğinde oğullarını Karaköy'e götürürmüş ya...
"Sen beni hiç kerhaneye götürmedin" diyor Arat...
Hrant bir gün almış oğlunu, "Hadi yaşın geldi" deyip Türkiye'de her aydının yolunun düşeceği yere, Şişli Adliyesi'ne götürmüş.
"Hâlâ yargılanıyoruz" diyor Arat...
* * *
Ama bugün yargılayacak Hrant...
Biz, bir güvercine kıymaktan yargılanacağız hep birlikte...
Onu koruyamadığımız için, cenazesindeki barış havasını yaşatamadığımız için yargılanacağız. Resmi tarihçiler ırkçı bildirileriyle, katilleri övenler türküleriyle, telefon kaydındaki polisler sövgüleriyle yargılanacaklar.
Ne yapsalar ölmeyen "çırılçıplak insan" ise, upuzun yattığı yerden seslenecek:
"Bütün isteğim, alfabede yazacak bir kardeşlik cümlesiydi:
'Ali topu Agop'a at!'"
Can Dündar bugünkü köşesinde bu katliamı farklı bir yönden ele almıştı. Sizlerle paylaşmak istedim. Hrant Dink'in hoşgörüsüne karşı yapılan çirkin saldırıyı nefretle KINIYORUM
"159. maddeyle düzenlenen Türklüğü tahkir ve tezyif suçunun tipik eylem unsuru oluşturmadığı, ayrıca eylemde suçun oluşumu için gerekli olan tahkir ve tezyif özel kastının bulunmadığı" sonucuna varılmıştı. Bilirkişi raporu Hrant'ın metninin okunma anahtarlarını açıkça sunmuş. Sözgelimi diyor ki, "Yayında geçen 'Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur' ifadeleri incelendiğinde ise ortaya çıkan sonuç, sanığın Ermeni kimliğinde bir ruhsal sorun olarak ifade ettiği Türk olgusunu, yani 1915'te yaşananları Ermeni kimliğinin hayati bir unsuru olarak benimseyip, tüm çabaların ve birlikteliğin bu olgu üzerine kurulmasını, 1915 olaylarını soykırım olarak dünyaya kabul ettirme çabası ve inadından kurtulmak gerektiğini söylemektedir. Sanık daha önceki yazılarında da bu anlayış ve çabayı Ermeni kimliğini kemiren bir husus, ruhsal bozukluk ve zaman kaybı olarak nitelendirmektedir. Zehirli kan olarak ifade edilen husus, Türklük ya da Türkler değil, Ermeni kimliğinde yer alan, sanığın ifadesiyle, hatalı anlayıştır."
Ermeni meselesiyle yüzleşme biçimimiz; gerçeklikle aramızdaki mesafe, geçmişin tartımı, geleceğin ipotek altına alınması, kendimizi hayata okuma, kısacası bu dünyaya tutunma yordamımızın çok çarpıcı bir dışavurumu olduğu için oturup üstüne yılmadan kafa yormamız gereken bir konu. İnkârla zehirlenmiş hayatımızı sağaltacaksak bu konuyla da yüzleşmemiz gerekiyor. Reddettiğimiz kardeşimiz Hrant'ı tanırsak; onu turistik broşürümüzdeki hediyelik mozaikte bir renk olarak değil, bu toprağın acılı ve zengin serüveninden gelen, yani aynı bizim gibi yana söne varolmaya çalışan bir insan olarak görebilirsek insan olma yolunda önemli bir adım atmış olacağız. İnsan, kardeşinden bellidir.
Bir kitap geldi dün...
Kapağında "Ali topu Agop'a at" yazıyor. Bu, Hrant Dink'in günün birinde ilkokul kitaplarında okumayı umduğu cümleydi.
"İliklerime kadar Anadoluluyum" dediği şu topraklarda yok sayılmaktan dertlendiğinde "Ne var yani" derdi;
"...hep 'Ali topu Ayşe'ye at' diye yazan şu alfabede Ali bi gün de Agop'a atıverse şu topu..."
Katledilmesinden sonra açılan anı defterine, Asya adlı bir küçük kız bu cümleciği not etmişti; kanla yazılmış bir vasiyeti yerine getirir gibi...
"Ali topu Agop'a at!"
* * *
Hrant anısına çıkarılan kitap (Kırmızı, 2007), duruşmasının yapılacağı bugün piyasada olacak. Dostlarının, ailesinin onu anlattığı kitabı bir solukta okudum dün...
Ayşe Önal, çocuklarının suikast haberini nasıl aldığını yazmış.
Hrant'ın kızı Sera, Taksim'de arkadaşlarıyla dolaşıyormuş o gün... İçlerinden birinin telefonu çalmış. Açan kız, bembeyaz kesilmiş. Şöyle yazıyor Ayşe:
"Sera arkadaşını bembeyaz bırakan haberin aslında kendi hayatını sonsuza dek değiştireceğini hissetti. İçgüdüsel olarak eli kendi telefonuna gitti. Babasını aradı. Telefon olağan çalıyordu. Derin bir nefes aldı. Az sonra babası, numarasını görüp onu arayacaktı. Ama arkadaşları onu bir taksiye bindirip Agos'a götürdüler. Tuhaf bir kalabalık vardı Halaskârgazi Caddesi'nde... Yerde birisi yatıyordu. Kalabalıktan geçip Agos'a girebilse, babasına yerde yatanın kim olduğunu soracaktı.
Soramadı!"
* * *
Oğlu Arat, aynı dakikalarda Fındıklı'ya okuluna gidiyormuş. Telefonu çalmış:
"Baban vuruldu" demiş birisi...
Taksiyle hemen Osmanbey'e dönmüş.
"Tanrım, ne olur yaşıyor olsun" diye dua etmiş yol boyu...
Taksiden inerken yeniden çalmış telefonu:
Sera, "Babam öldü" diye haykırıyormuş.
* * *
Arat babasına konuşuyor kitapta:
"İlkokul çağımdayken bile arkadaşlarımın ağızlarını doldura doldura babalarından bahsetmelerinden hoşlanmazdım. Oysa senin hakkında anlatacak sağlam hikayelerim vardı. İçimden 'Ulan benim babam var ya, benim babam' diye düşünür, ama ağzıma getirmez, sıramı savardım. Bir oğlun babasını anlatmaktan daha iyi şeyler yapması gerektiğine inandım hep... Biliyorum ki sen de, babasını anlatan bir oğul olmamdan fazlasını isterdin, benim için... Oğullar babalarını yenmedikçe bir dünya nasıl ilerler? Katillerin aldıkları bir şey de çocukların, babalarını yenme hakkıdır."
Babasının kameralar karşısında gözyaşlarına hâkim olamadığı günü anlatıyor sonra:
"Başkaları gibi 'Maçayı dik tutmak lazım' diye düşünmeden, 'İşte babam' dedim o gün:
'...işte babam... çırılçıplak insan...'"
* * *
Bazı babalar yaşı geldiğinde oğullarını Karaköy'e götürürmüş ya...
"Sen beni hiç kerhaneye götürmedin" diyor Arat...
Hrant bir gün almış oğlunu, "Hadi yaşın geldi" deyip Türkiye'de her aydının yolunun düşeceği yere, Şişli Adliyesi'ne götürmüş.
"Hâlâ yargılanıyoruz" diyor Arat...
* * *
Ama bugün yargılayacak Hrant...
Biz, bir güvercine kıymaktan yargılanacağız hep birlikte...
Onu koruyamadığımız için, cenazesindeki barış havasını yaşatamadığımız için yargılanacağız. Resmi tarihçiler ırkçı bildirileriyle, katilleri övenler türküleriyle, telefon kaydındaki polisler sövgüleriyle yargılanacaklar.
Ne yapsalar ölmeyen "çırılçıplak insan" ise, upuzun yattığı yerden seslenecek:
"Bütün isteğim, alfabede yazacak bir kardeşlik cümlesiydi:
'Ali topu Agop'a at!'"
Can Dündar bugünkü köşesinde bu katliamı farklı bir yönden ele almıştı. Sizlerle paylaşmak istedim. Hrant Dink'in hoşgörüsüne karşı yapılan çirkin saldırıyı nefretle KINIYORUM
"159. maddeyle düzenlenen Türklüğü tahkir ve tezyif suçunun tipik eylem unsuru oluşturmadığı, ayrıca eylemde suçun oluşumu için gerekli olan tahkir ve tezyif özel kastının bulunmadığı" sonucuna varılmıştı. Bilirkişi raporu Hrant'ın metninin okunma anahtarlarını açıkça sunmuş. Sözgelimi diyor ki, "Yayında geçen 'Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur' ifadeleri incelendiğinde ise ortaya çıkan sonuç, sanığın Ermeni kimliğinde bir ruhsal sorun olarak ifade ettiği Türk olgusunu, yani 1915'te yaşananları Ermeni kimliğinin hayati bir unsuru olarak benimseyip, tüm çabaların ve birlikteliğin bu olgu üzerine kurulmasını, 1915 olaylarını soykırım olarak dünyaya kabul ettirme çabası ve inadından kurtulmak gerektiğini söylemektedir. Sanık daha önceki yazılarında da bu anlayış ve çabayı Ermeni kimliğini kemiren bir husus, ruhsal bozukluk ve zaman kaybı olarak nitelendirmektedir. Zehirli kan olarak ifade edilen husus, Türklük ya da Türkler değil, Ermeni kimliğinde yer alan, sanığın ifadesiyle, hatalı anlayıştır."
Ermeni meselesiyle yüzleşme biçimimiz; gerçeklikle aramızdaki mesafe, geçmişin tartımı, geleceğin ipotek altına alınması, kendimizi hayata okuma, kısacası bu dünyaya tutunma yordamımızın çok çarpıcı bir dışavurumu olduğu için oturup üstüne yılmadan kafa yormamız gereken bir konu. İnkârla zehirlenmiş hayatımızı sağaltacaksak bu konuyla da yüzleşmemiz gerekiyor. Reddettiğimiz kardeşimiz Hrant'ı tanırsak; onu turistik broşürümüzdeki hediyelik mozaikte bir renk olarak değil, bu toprağın acılı ve zengin serüveninden gelen, yani aynı bizim gibi yana söne varolmaya çalışan bir insan olarak görebilirsek insan olma yolunda önemli bir adım atmış olacağız. İnsan, kardeşinden bellidir.