- Katılım
- 23 May 2010
- Mesajlar
- 10,583
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Ego hep yüksek dağları ister, küçük tepelerde rahat etmez. Hatta, bu bir eziyet olsa dahi, o bir tepecik değil Everest olmalıdır. Mutsuzluk, perişanlık sıradan olmamalıdır. Ego, sefaletinizin de olağanüstü olmasını arzular!
İnsanlar sebepsiz yere büyük problemler yaratmaya devam ediyorlar.
Bugüne kadar binlerce insanla onların problemleri üzerine konuştum
ve gerçek bir sorunla henüz karşılaşmadım. Tüm problemler yapmacık,
uydurma -onlar olmadan kendini bomboş hissettiğinden, onları sen
yaratıyorsun.
Onlarsız yapacak bir şeyin yok, kavga edecek biri,
gidecek bir yer yok. Bir gurudan diğerine, bir ustadan diğerine, bir
psikiyatristten diğerine, bir gruptan diğerine…
Aksi halde kendini
boşlukta hisseder aniden hayatın anlamsızlaştıgını görürsün. Hayatın
nasıl zor birşey olduğunu, büyüdüğünü hissetmek için sürekli
problemler yaratır ve onlarla ölesiye mücadeleye girişirsin.
Ego sadece mücadelenin olduğu yerde vardır -bunu hatırla; sadece
kavga ederken.
Şayet sana “Gidip üç sinek öldür, aydınlanacaksın”
desem, bana asla inanmazsın: “Üç sinek!’’ Bu kadar kolay olmamalı. Bu
akılcı görünmüyor… Halbuki “yedi yüz aslan öldürün” demiş olsam,
bundan çok daha fazla hoşlanırdın. Daha büyük problem, daha büyük
mücadele… ki bu mücadele yoluyla egon büyür, yükseklere süzülür…
Sen problemleri yaratırsın. Problemler mevcut değildir.
Din adamları ve psikanalistler ve gurular -onlar çok mutlular, çünkü
tüm ticaretleri sadece sana bağlı. Sen bir hiçten tepeler yaratıp,
sonrada bu tepeleri yüksek dağlara dönüştürmesen, sana yardım edecek olan gurunun işlevi neolacaktı?
Önce yardım alabilecek bir şekle gelmelisin!
Gerçek ustalar ise başka bir şey söylüyorlar. Onlar “Lütfen ne
yaptığına bir bak, yaptıklarının anlamsızlığına bir bak. Önce bir
problem yaratıyor, sonra ona çözüm arayışlarına girişiyorsun. Sadece
neden bu problemleri yarattığına bak, işin en başı; problemi
oluşturmaya başladığın nokta çözümün ta kendisidir – yani onu hiç
yaratmamak” diyorlar. Ancak bu sana hiç hitap etmeyecektir.
Yapacak bir şey, mücadele yoksa aydınlanma da yok ! Satori ? Samadhi? Hiçbiri yok! Çok derin bir huzursuzluk ve boşluk… Bunu artık ne ile
dolduracaksın?Senin hiçbir sorunun yok; sadece bu anlaşılmalıdır. Çünkü bunu anladığın anda yaratıcısı olduğun tüm problemlerinden
sıyrılabilirsin.
Onlara başka bir şekilde bak, daha derinden bir
bakış onları küçültecektir. Bakmaya devam et, onlar da azar azar yok
olmaya başlayacaklardır.Gözünü dikip bakmaya devam edersen ansızın
orada hiçbir şey olmadığını göreceksin. Sadece boşluk… seni saran
hoş bir boşluk. Yapacak bir şey yok, olacak bir şey yok çünkü zaten
sen o’sun.
Aydınlanma Başarılması gereken bir şey değildir, o sadece yaşanılacak
bir şeydir. Ben sana “aydınlanmayı başardım” dediğimde
kastettiğim şey onu yasamaya karar vermiş olduğumdur. Artık tamam!
Ve o andan itibaren onu yaşamaya başlarım. O, artık problem
yaratmakla ilgilenmemeye karar vermektir, hepsi bu kadar! O artık
anlamsız problemler ve çözümleriyle uğraşmaya son vermektir.
Tüm bu anlamsız isler senin kendinle oynadığın bir oyundur. Sen
kendin saklanıyor ve sen kendin arıyorsun, her iki taraf da sensin.
Ve bunu bil! Bunu söylediğimde gülme, bu gülünç bir şey değil, onu
anla! Bu senin kendi oyunun, kendin saklanıyor ve yine kendinden,
kendini arayıp bulmasını bekliyorsun.
Kendinizi hemen şimdi bulabilirsin çünkü saklanan sensin. Ne zaman
birisi gelip de “ben bir Buda olmak istiyorum” derse bu son derece
anlamsızdır: O bir Buda. Bir Buda gelip “ben nasıl Buda olurum”
diyorsa benim ne yapmamı bekliyorsun. ” Sen kimi kandırıyorsun, sen
Budasın! derim…
Kendine gereksiz sorunlar yaratma. Onları nasıl büyüttüğünü, onları
topaç gibi nasıl daha hızlı, daha hızlı çevirdiğini anlamak seni
aydınlatacaktır. Ve ansızın tüm mutsuzluklarının üstüne çıkacaksın.
Dünyanın tüm şefkatiyle birlikte…
Ego problemler ister. Şayet bunu bir anlarsan, bir kez derinden
kavrarsan dağlar önce tepeciklere dönüşüp sonra da tamamen yok
olacaklardır. Ve aniden bir boşluk oluşur; her yandan katıksız bir
boşluk. Bu aydınlanmanın ne olduğudur - hiçbir problem olmadığının
derinden anlaşılması. Çözülecek bir problem olmadan ne yapacaksın?
Hemen yaşamaya başlarsın. Yiyeceksin, uyuyacaksın, seveceksin,
sohbet edeceksin, şarkı söyleyeceksin, dans edeceksin. Yapacak başka
ne var ki? Bir tanrı oldun ve yasamaya başladın!
Şayet insanlar biraz dans edebilseler, biraz daha şarkı
söyleyebilseler, biraz daha çılgın olabilseler, enerjileri daha
fazla akacak ve problemleri azar azar yok olacak. Bundan dolayı dans
etmenin üzerinde bu kadar duruyorum. Sonuna kadar dans et, bırak tüm enerjin dans halinegelsin ve göreceksin ki başın yok !
Başındaki tüm sıkışıp kalmış enerjiler; hoş resimler ve figürler olarak etrafında hareket ediyor. Ve dans ederken öyle bir an gelir ki,
vücudun artık kati bir madde değildir, elastik akışkan bir hale
dönüşmüştür. Ve dans ederken öyle bir an gelir ki, sınırların artık
belirgin değildir, eriyip kosmosla birleşmekte ve tüm sınırlar
birbiriyle karışmaktadır.
Artık herhangi bir problem yaratamazsın.
Yasa, dans et, ye. Uyu ve bunları mümkün olan tüm bütünlüğünle yap.
Ve tekrar tekrar hatırla ki, her ne zaman kendini bir problem
yaratırken yakalarsan, onu bırak. Hemen!
Gerçeğe giden üç yaklaşım vardır. Bunlardan biri bilimsel olan deneysel yaklaşımdır; buna göre, objektif dünya ile yapılan deneylerle kanıtlanmayan bir şey kabul edilemez. İkinci yaklaşım, mantıksal
yaklaşımdır. Bu yaklaşımda deney yapılmaz, düşünülür, tartışılır, lehte ve aleyhte olan
kavramlar bulunur ve zihin gayreti ve mantık yoluyla sonuca varılır. Üçüncüsü mecazi, şiirsel
ya da dinsel yaklaşımdır.
Bu üç yaklaşım üç boyut gibi oradadır ve biri gerçeğe doğru ulaşır.
Bilim objenin ötesine gidemez, çünkü bu yaklaşımın kendisi bir kısıtlama getirir. Bilim dışa
açılamaz, ötesine geçemez, çünkü bu sadece dışa açılabilen deneylerle olabilir. Felsefe,
mantık sübjektifin ötesine geçemez, çünkü bu da zihin çalışmasıdır.
Zihni yok edemez, onun
ötesine geçemezsin. Bilim objektif, mantık, felsefe ise sübjektiftir. Din ve şiir ise öteye
geçebilir; altın bir köprüdür o, objeyle özneyi birleştirir. Fakat daha sonra her şey birden
kaosa dönüşür; hiç Kuşkusuz çok yaratıcı bir kaostur bu; aslında kaos olmadan yaratıcılık
olmaz.
Ama her şey birbirine karışır, bölümler kaybolur.
Bunu bu şekilde söylemek isterim. Bilim bir gündüz yaklaşımıdır: günün ortasında, her şey
net ve açık olarak bellidir, sınırlar vardır ve diğerini iyi görürsün.
Mantık gece yaklaşımıdır:
karanlıkta sadece zihin ve el yordamıyla, deneysel destek olmadan ilerler, sadece düşünürsün.
Şiir ve din ise ikisinin ortasında alacakaranlık yaklaşımıdır. Günün parlaklığı, ay ışığı
gitmiştir, hiçbir şey net olarak görünmez. Gece henüz tam olarak gelmemiştir, Karanlık her
yeri kaplamamıştır.
Karanlık ve gün ışığı bir araya gelir, ne beyaz, ne de siyah olan yumuşak
bir grilik vardır; sınırlar birleşir ve birbirine geçer, her şey gelişigüzeldir, birbirine karışmıştır.
Bu da mecazi yaklaşımdır işte..
Şiir bu nedenle mecazlarla ifade eder kendini; ve din en yüksek şiirdir, o da mecazlarla ifade
edilir. Unutma, bu mecazlar harfi harfine alınmamalıdır, aksi taktirde istediğin yere
varamazsın.
Ben;’içindeki ışık’’ dediğim zaman, içinde gerçek bir ışık olduğunu
düşünme.’için aydınlık gibi’’ dediğimde bu bir mecazdır. Burada bir şey gösterilmiş
ama işaret edilmemiş, tanımlanmamıştır; ışığa benzer bir şey anlamında kullanılmıştır bu; ve
bir mecazdır.
Dinin mecazlarla ifade edilmesi ise bazı sorunlara neden olur ama bunun başka bir yolu da yoktur.
Eğer başka bir dünyaya gidip bu dünyada olmayan çiçekler görsem ve geri dönüp bunları sana
anlatmaya çalışsam ne yaparım? Elbette mecaz kullanmak zorunda kalırım.
Örneğin;’gül gibi’’ derim; ama onlar gül değildir; aksi takdirde neden;’gül gibi’’
denir de doğrudan;’gül’’ denmez.
Ama onlar gül değildir, gülden farklı çiçeklerdir.
Ben;’gibi’’ diyerek, diğer dünyayla ilgili anlayışımla, senin bu dünyayla ilgili
anlayışın arasında bir köprü kurmaya çalışırım ve mecazı bu nedenle kullanırım. Sen gülleri
bilirsin ama diğer dünyanın o çiçeklerini bilmezsin. Bense o çiçekleri biliyorum ve sana da o
dünyanın çiçeklerini anlatmaya çalışıyorum; ve gül gibi olduklarını söylüyorum.
Diğer
dünyaya gidip de gül bulamadığın zaman bana kızma, beni mahkemeye verme; çünkü bunları
harfi harfine söylemedim ben. Burada sadece gülün kalitesi belirtilmiştir; bu sadece bir jesttir,
ayı işaret eden bir parmaktır. Ama o parmağı yakalama, onun bu işle ilgisi yoktur; aya bak ve
parmağı unut. Mecazı anlamı budur, ona yapışma.
Pek çok insan bu yüzden derin, bulanık sularda yüzer: mecaza yapışırlar. İç ışıktan söz
ederim, hemen birkaç gün sonra gelir ve;’ ben iç ışığı gördüm’’ derler. Diğer
dünyanın güllerini de bulmuşlardır; ama orada yoktur onlar.
Mecazi konuşmalar
nedeniyle pek çok insan hayal kurar.
P.D. Ouspensky yeni bir sözcük icat etmiş, hayal gücü demek olan;’imagination’’
sözcüğüne;’imaginazione’’ demiştir. Birisi gelip iç dünya deneyleri hakkında
konuşmaya başlar ve;’kundalini kalktı; başında bir ışık gördüm; chakralar açılıyor’’
demeye başladığında onu hemen susturur ve ;’imaginazione’’ derdi. İnsanlar
;’o da ne demek?’’ diye sorduklarında;’hayal gücü hastalığı’’ diye cevap
verir ve konuyu kapatırdı.
Hemen;’dur! Sen bir kurban oldun’’ derdi.
Din mecazlarla konuşur; çünkü konuşmanın başka yolu yoktur, çünkü din diğer dünyadan, bu
dünyanın ötesinden söz eder. Bu dünyada benzetmeler bulmaya çalışır. İlgisi olmayan
sözcükler kullanır ama bu sözcüklerden başkası da bulunamaz, onları kullanmak zorunludur.
Bu nedenle bilgeler ısrarla;’ne söylüyorsak, söyleyemeyiz. İfade edilmez bu, ama biz
yine de onu ifade etmeye çalışıyoruz,’’ derler. Onlar her zaman bunu vurgularlar, çünkü
onların söylediğini harfi harfine anlamanız olasılığı vardır..
Zihin ışık kadar parlaktır; dersek de der. O tüm sözcükler ve simgelerin ötesindedir.
Mecaz seni yanıltmasın, kandırmasın, içerde bir ışık olduğunu hayal etmeye başlama. Bu çok
kolay;’imaginazione.’’ Gözlerini kapayıp bir ışık hayal edebilirsin; sen çok iyi bir
rüyacısın, pek çok rüya görebilirsin, neden ışık görmeyesin ki?
Zihinde senin istediğin her şeyi yaratabilecek yetenek vardır, sadece biraz ısrar gerekir.
Zihninde güzel bir kadın canlandırabilirsin, neden ışığı canlandırmayacaksın? Işığın nesi var
ki? Zihninde o kadar güzel kadın yaratırsın ki, gerçek dünyada gördüklerini beğenmez
olursun. İçinde koca bir deneyler dünyası da yaratabilirsin.
Her duygunun arkasında kendi
hayal merkezi vardır.
Dinin güvene, inanışa ihtiyacı vardır. Güvenin anlamı, zihnin Kuşkulanma yeteneğinin uykuya
dalmış olmasıdır. Buda hipnotizmaya benzer.
O halde birisi sana gelip;’bu adam,
yani osho beni hipnotize etti’’ derse bir bakıma haklidir. Eğer bana güvenirsen bu da
hipnotizma gibidir: uyanık olmana rağmen mantığını bir yana bırakmışsındır, hayal gücün
tam kapasite ile çalışır ve o zaman tehlikeli bir durumda olursun.
Eğer hayal gücün çalışırsa her şeyi hayal edebilirsin: kundalini kalkar, chakralar açılır, her şey
olabilir sana. Bütün bunlar güzeldir ama gerçek değildir. O halde birine güvendiğin zaman
hayal gücüne dikkat etmen gerekir. güven ama bir hayal gücü kurbanı olma. Burada söylenen
her şey mecazidir. Ve şunu unutma ki tüm deneyler hayal gücüne dayanır; tam anlamıyla
bütün deneyler.
Gerçek olan sadece deneyi yapandır.
O halde neyi denersen dene, ona çok önem verme ve onunla övünme. Sadece, denenen her
şeyde hayal gücü olduğunu unutma; sadece deneyi yapan gerçekte vardır. Tanığa dikkat et,
deneyler üzerinde değil, tanık üzerinde odaklan.
Ne kadar güzel olursa olsun, tüm deneyler
rüyaya benzer ve insan onların ötesine geçmek zorundadır.
O halde din şiirseldir ve insan mecazla konuşmak zorundadır. Mürit büyük güven içindedir ve
kolayca hayal gücü kurbanı olabilir; insanın çok dikkatli olması gerekir.
güven, mecazları
dinle ama onların mecaz olduğunu unutma. güven; bir çok şey olmaya başlayacaktır ama
unutma ki senden başka her şey hayal gücüne dayanmaktadır.
Ve bir yerde hiçbir deneyin
olmadığı bir noktaya gelirsin; orada sadece deneyi yapan kişi sessizce oturur, hiçbir deney,
hiçbir obje, ışık ya da açan çiçekler yoktur; hiçbir şey yoktur.
………
Sonuç olarak geride sadece tanık, her şeyi gözlemleyen bilinç kalır. Tüm deneyler yok olur ve geride tüm
deneylerin arka planı kalır. Sen kalırsın, başka her şey yok olur.
Bunu unutma, çünkü bana
güveniyorsun ve de mecazi konuşuyorum; o zaman hayal kurmak mümkündür. Bundan
sakının..
.
Olduğun Halinle Mükemmelsin...
İnsanlar sebepsiz yere büyük problemler yaratmaya devam ediyorlar.
Bugüne kadar binlerce insanla onların problemleri üzerine konuştum
ve gerçek bir sorunla henüz karşılaşmadım. Tüm problemler yapmacık,
uydurma -onlar olmadan kendini bomboş hissettiğinden, onları sen
yaratıyorsun.
Onlarsız yapacak bir şeyin yok, kavga edecek biri,
gidecek bir yer yok. Bir gurudan diğerine, bir ustadan diğerine, bir
psikiyatristten diğerine, bir gruptan diğerine…
Aksi halde kendini
boşlukta hisseder aniden hayatın anlamsızlaştıgını görürsün. Hayatın
nasıl zor birşey olduğunu, büyüdüğünü hissetmek için sürekli
problemler yaratır ve onlarla ölesiye mücadeleye girişirsin.
Ego sadece mücadelenin olduğu yerde vardır -bunu hatırla; sadece
kavga ederken.
Şayet sana “Gidip üç sinek öldür, aydınlanacaksın”
desem, bana asla inanmazsın: “Üç sinek!’’ Bu kadar kolay olmamalı. Bu
akılcı görünmüyor… Halbuki “yedi yüz aslan öldürün” demiş olsam,
bundan çok daha fazla hoşlanırdın. Daha büyük problem, daha büyük
mücadele… ki bu mücadele yoluyla egon büyür, yükseklere süzülür…
Sen problemleri yaratırsın. Problemler mevcut değildir.
Din adamları ve psikanalistler ve gurular -onlar çok mutlular, çünkü
tüm ticaretleri sadece sana bağlı. Sen bir hiçten tepeler yaratıp,
sonrada bu tepeleri yüksek dağlara dönüştürmesen, sana yardım edecek olan gurunun işlevi neolacaktı?
Önce yardım alabilecek bir şekle gelmelisin!
Gerçek ustalar ise başka bir şey söylüyorlar. Onlar “Lütfen ne
yaptığına bir bak, yaptıklarının anlamsızlığına bir bak. Önce bir
problem yaratıyor, sonra ona çözüm arayışlarına girişiyorsun. Sadece
neden bu problemleri yarattığına bak, işin en başı; problemi
oluşturmaya başladığın nokta çözümün ta kendisidir – yani onu hiç
yaratmamak” diyorlar. Ancak bu sana hiç hitap etmeyecektir.
Yapacak bir şey, mücadele yoksa aydınlanma da yok ! Satori ? Samadhi? Hiçbiri yok! Çok derin bir huzursuzluk ve boşluk… Bunu artık ne ile
dolduracaksın?Senin hiçbir sorunun yok; sadece bu anlaşılmalıdır. Çünkü bunu anladığın anda yaratıcısı olduğun tüm problemlerinden
sıyrılabilirsin.
Onlara başka bir şekilde bak, daha derinden bir
bakış onları küçültecektir. Bakmaya devam et, onlar da azar azar yok
olmaya başlayacaklardır.Gözünü dikip bakmaya devam edersen ansızın
orada hiçbir şey olmadığını göreceksin. Sadece boşluk… seni saran
hoş bir boşluk. Yapacak bir şey yok, olacak bir şey yok çünkü zaten
sen o’sun.
Aydınlanma Başarılması gereken bir şey değildir, o sadece yaşanılacak
bir şeydir. Ben sana “aydınlanmayı başardım” dediğimde
kastettiğim şey onu yasamaya karar vermiş olduğumdur. Artık tamam!
Ve o andan itibaren onu yaşamaya başlarım. O, artık problem
yaratmakla ilgilenmemeye karar vermektir, hepsi bu kadar! O artık
anlamsız problemler ve çözümleriyle uğraşmaya son vermektir.
Tüm bu anlamsız isler senin kendinle oynadığın bir oyundur. Sen
kendin saklanıyor ve sen kendin arıyorsun, her iki taraf da sensin.
Ve bunu bil! Bunu söylediğimde gülme, bu gülünç bir şey değil, onu
anla! Bu senin kendi oyunun, kendin saklanıyor ve yine kendinden,
kendini arayıp bulmasını bekliyorsun.
Kendinizi hemen şimdi bulabilirsin çünkü saklanan sensin. Ne zaman
birisi gelip de “ben bir Buda olmak istiyorum” derse bu son derece
anlamsızdır: O bir Buda. Bir Buda gelip “ben nasıl Buda olurum”
diyorsa benim ne yapmamı bekliyorsun. ” Sen kimi kandırıyorsun, sen
Budasın! derim…
Kendine gereksiz sorunlar yaratma. Onları nasıl büyüttüğünü, onları
topaç gibi nasıl daha hızlı, daha hızlı çevirdiğini anlamak seni
aydınlatacaktır. Ve ansızın tüm mutsuzluklarının üstüne çıkacaksın.
Dünyanın tüm şefkatiyle birlikte…
Ego problemler ister. Şayet bunu bir anlarsan, bir kez derinden
kavrarsan dağlar önce tepeciklere dönüşüp sonra da tamamen yok
olacaklardır. Ve aniden bir boşluk oluşur; her yandan katıksız bir
boşluk. Bu aydınlanmanın ne olduğudur - hiçbir problem olmadığının
derinden anlaşılması. Çözülecek bir problem olmadan ne yapacaksın?
Hemen yaşamaya başlarsın. Yiyeceksin, uyuyacaksın, seveceksin,
sohbet edeceksin, şarkı söyleyeceksin, dans edeceksin. Yapacak başka
ne var ki? Bir tanrı oldun ve yasamaya başladın!
Şayet insanlar biraz dans edebilseler, biraz daha şarkı
söyleyebilseler, biraz daha çılgın olabilseler, enerjileri daha
fazla akacak ve problemleri azar azar yok olacak. Bundan dolayı dans
etmenin üzerinde bu kadar duruyorum. Sonuna kadar dans et, bırak tüm enerjin dans halinegelsin ve göreceksin ki başın yok !
Başındaki tüm sıkışıp kalmış enerjiler; hoş resimler ve figürler olarak etrafında hareket ediyor. Ve dans ederken öyle bir an gelir ki,
vücudun artık kati bir madde değildir, elastik akışkan bir hale
dönüşmüştür. Ve dans ederken öyle bir an gelir ki, sınırların artık
belirgin değildir, eriyip kosmosla birleşmekte ve tüm sınırlar
birbiriyle karışmaktadır.
Artık herhangi bir problem yaratamazsın.
Yasa, dans et, ye. Uyu ve bunları mümkün olan tüm bütünlüğünle yap.
Ve tekrar tekrar hatırla ki, her ne zaman kendini bir problem
yaratırken yakalarsan, onu bırak. Hemen!
Gerçeğe giden üç yaklaşım vardır. Bunlardan biri bilimsel olan deneysel yaklaşımdır; buna göre, objektif dünya ile yapılan deneylerle kanıtlanmayan bir şey kabul edilemez. İkinci yaklaşım, mantıksal
yaklaşımdır. Bu yaklaşımda deney yapılmaz, düşünülür, tartışılır, lehte ve aleyhte olan
kavramlar bulunur ve zihin gayreti ve mantık yoluyla sonuca varılır. Üçüncüsü mecazi, şiirsel
ya da dinsel yaklaşımdır.
Bu üç yaklaşım üç boyut gibi oradadır ve biri gerçeğe doğru ulaşır.
Bilim objenin ötesine gidemez, çünkü bu yaklaşımın kendisi bir kısıtlama getirir. Bilim dışa
açılamaz, ötesine geçemez, çünkü bu sadece dışa açılabilen deneylerle olabilir. Felsefe,
mantık sübjektifin ötesine geçemez, çünkü bu da zihin çalışmasıdır.
Zihni yok edemez, onun
ötesine geçemezsin. Bilim objektif, mantık, felsefe ise sübjektiftir. Din ve şiir ise öteye
geçebilir; altın bir köprüdür o, objeyle özneyi birleştirir. Fakat daha sonra her şey birden
kaosa dönüşür; hiç Kuşkusuz çok yaratıcı bir kaostur bu; aslında kaos olmadan yaratıcılık
olmaz.
Ama her şey birbirine karışır, bölümler kaybolur.
Bunu bu şekilde söylemek isterim. Bilim bir gündüz yaklaşımıdır: günün ortasında, her şey
net ve açık olarak bellidir, sınırlar vardır ve diğerini iyi görürsün.
Mantık gece yaklaşımıdır:
karanlıkta sadece zihin ve el yordamıyla, deneysel destek olmadan ilerler, sadece düşünürsün.
Şiir ve din ise ikisinin ortasında alacakaranlık yaklaşımıdır. Günün parlaklığı, ay ışığı
gitmiştir, hiçbir şey net olarak görünmez. Gece henüz tam olarak gelmemiştir, Karanlık her
yeri kaplamamıştır.
Karanlık ve gün ışığı bir araya gelir, ne beyaz, ne de siyah olan yumuşak
bir grilik vardır; sınırlar birleşir ve birbirine geçer, her şey gelişigüzeldir, birbirine karışmıştır.
Bu da mecazi yaklaşımdır işte..
Şiir bu nedenle mecazlarla ifade eder kendini; ve din en yüksek şiirdir, o da mecazlarla ifade
edilir. Unutma, bu mecazlar harfi harfine alınmamalıdır, aksi taktirde istediğin yere
varamazsın.
Ben;’içindeki ışık’’ dediğim zaman, içinde gerçek bir ışık olduğunu
düşünme.’için aydınlık gibi’’ dediğimde bu bir mecazdır. Burada bir şey gösterilmiş
ama işaret edilmemiş, tanımlanmamıştır; ışığa benzer bir şey anlamında kullanılmıştır bu; ve
bir mecazdır.
Dinin mecazlarla ifade edilmesi ise bazı sorunlara neden olur ama bunun başka bir yolu da yoktur.
Eğer başka bir dünyaya gidip bu dünyada olmayan çiçekler görsem ve geri dönüp bunları sana
anlatmaya çalışsam ne yaparım? Elbette mecaz kullanmak zorunda kalırım.
Örneğin;’gül gibi’’ derim; ama onlar gül değildir; aksi takdirde neden;’gül gibi’’
denir de doğrudan;’gül’’ denmez.
Ama onlar gül değildir, gülden farklı çiçeklerdir.
Ben;’gibi’’ diyerek, diğer dünyayla ilgili anlayışımla, senin bu dünyayla ilgili
anlayışın arasında bir köprü kurmaya çalışırım ve mecazı bu nedenle kullanırım. Sen gülleri
bilirsin ama diğer dünyanın o çiçeklerini bilmezsin. Bense o çiçekleri biliyorum ve sana da o
dünyanın çiçeklerini anlatmaya çalışıyorum; ve gül gibi olduklarını söylüyorum.
Diğer
dünyaya gidip de gül bulamadığın zaman bana kızma, beni mahkemeye verme; çünkü bunları
harfi harfine söylemedim ben. Burada sadece gülün kalitesi belirtilmiştir; bu sadece bir jesttir,
ayı işaret eden bir parmaktır. Ama o parmağı yakalama, onun bu işle ilgisi yoktur; aya bak ve
parmağı unut. Mecazı anlamı budur, ona yapışma.
Pek çok insan bu yüzden derin, bulanık sularda yüzer: mecaza yapışırlar. İç ışıktan söz
ederim, hemen birkaç gün sonra gelir ve;’ ben iç ışığı gördüm’’ derler. Diğer
dünyanın güllerini de bulmuşlardır; ama orada yoktur onlar.
Mecazi konuşmalar
nedeniyle pek çok insan hayal kurar.
P.D. Ouspensky yeni bir sözcük icat etmiş, hayal gücü demek olan;’imagination’’
sözcüğüne;’imaginazione’’ demiştir. Birisi gelip iç dünya deneyleri hakkında
konuşmaya başlar ve;’kundalini kalktı; başında bir ışık gördüm; chakralar açılıyor’’
demeye başladığında onu hemen susturur ve ;’imaginazione’’ derdi. İnsanlar
;’o da ne demek?’’ diye sorduklarında;’hayal gücü hastalığı’’ diye cevap
verir ve konuyu kapatırdı.
Hemen;’dur! Sen bir kurban oldun’’ derdi.
Din mecazlarla konuşur; çünkü konuşmanın başka yolu yoktur, çünkü din diğer dünyadan, bu
dünyanın ötesinden söz eder. Bu dünyada benzetmeler bulmaya çalışır. İlgisi olmayan
sözcükler kullanır ama bu sözcüklerden başkası da bulunamaz, onları kullanmak zorunludur.
Bu nedenle bilgeler ısrarla;’ne söylüyorsak, söyleyemeyiz. İfade edilmez bu, ama biz
yine de onu ifade etmeye çalışıyoruz,’’ derler. Onlar her zaman bunu vurgularlar, çünkü
onların söylediğini harfi harfine anlamanız olasılığı vardır..
Zihin ışık kadar parlaktır; dersek de der. O tüm sözcükler ve simgelerin ötesindedir.
Mecaz seni yanıltmasın, kandırmasın, içerde bir ışık olduğunu hayal etmeye başlama. Bu çok
kolay;’imaginazione.’’ Gözlerini kapayıp bir ışık hayal edebilirsin; sen çok iyi bir
rüyacısın, pek çok rüya görebilirsin, neden ışık görmeyesin ki?
Zihinde senin istediğin her şeyi yaratabilecek yetenek vardır, sadece biraz ısrar gerekir.
Zihninde güzel bir kadın canlandırabilirsin, neden ışığı canlandırmayacaksın? Işığın nesi var
ki? Zihninde o kadar güzel kadın yaratırsın ki, gerçek dünyada gördüklerini beğenmez
olursun. İçinde koca bir deneyler dünyası da yaratabilirsin.
Her duygunun arkasında kendi
hayal merkezi vardır.
Dinin güvene, inanışa ihtiyacı vardır. Güvenin anlamı, zihnin Kuşkulanma yeteneğinin uykuya
dalmış olmasıdır. Buda hipnotizmaya benzer.
O halde birisi sana gelip;’bu adam,
yani osho beni hipnotize etti’’ derse bir bakıma haklidir. Eğer bana güvenirsen bu da
hipnotizma gibidir: uyanık olmana rağmen mantığını bir yana bırakmışsındır, hayal gücün
tam kapasite ile çalışır ve o zaman tehlikeli bir durumda olursun.
Eğer hayal gücün çalışırsa her şeyi hayal edebilirsin: kundalini kalkar, chakralar açılır, her şey
olabilir sana. Bütün bunlar güzeldir ama gerçek değildir. O halde birine güvendiğin zaman
hayal gücüne dikkat etmen gerekir. güven ama bir hayal gücü kurbanı olma. Burada söylenen
her şey mecazidir. Ve şunu unutma ki tüm deneyler hayal gücüne dayanır; tam anlamıyla
bütün deneyler.
Gerçek olan sadece deneyi yapandır.
O halde neyi denersen dene, ona çok önem verme ve onunla övünme. Sadece, denenen her
şeyde hayal gücü olduğunu unutma; sadece deneyi yapan gerçekte vardır. Tanığa dikkat et,
deneyler üzerinde değil, tanık üzerinde odaklan.
Ne kadar güzel olursa olsun, tüm deneyler
rüyaya benzer ve insan onların ötesine geçmek zorundadır.
O halde din şiirseldir ve insan mecazla konuşmak zorundadır. Mürit büyük güven içindedir ve
kolayca hayal gücü kurbanı olabilir; insanın çok dikkatli olması gerekir.
güven, mecazları
dinle ama onların mecaz olduğunu unutma. güven; bir çok şey olmaya başlayacaktır ama
unutma ki senden başka her şey hayal gücüne dayanmaktadır.
Ve bir yerde hiçbir deneyin
olmadığı bir noktaya gelirsin; orada sadece deneyi yapan kişi sessizce oturur, hiçbir deney,
hiçbir obje, ışık ya da açan çiçekler yoktur; hiçbir şey yoktur.
………
Sonuç olarak geride sadece tanık, her şeyi gözlemleyen bilinç kalır. Tüm deneyler yok olur ve geride tüm
deneylerin arka planı kalır. Sen kalırsın, başka her şey yok olur.
Bunu unutma, çünkü bana
güveniyorsun ve de mecazi konuşuyorum; o zaman hayal kurmak mümkündür. Bundan
sakının..
.
Olduğun Halinle Mükemmelsin...