
Filmin fragmanı için tıklayınız...
Konuşunca çocuk yaşta kurulacak cümlelerle ses çıkaran tiplerle sarılmış, cep telefonu kullanılmayan, zamansız ve hangi şehir olduğunu sonuna kadar anlamadığımız adeta distopik bir evren. Sözde tabular ve ensest ile ilgili bir aşk ya da ilişki filmi. Ancak temeline bakınca dışa dönük oyuncu performansları bulundurmasına karşın ‘ruhsal’ bir portrenin peşinde koşması ve ‘dar açı objektif’ kullanımının ‘inadına minimalist’ yapıya zarar vermesi; “Misafir”in içine düştüğü açmazları ortaya koyuyor. Özellikle bir süre sonra farklı gezegende yaşayan ve ona göre harekete eden insanların ya da varlıkların arasında olduğumuzu düşündürtüyor film. Bu da perdede olanların sadece ‘marsta hayat var mı?’ sorusunu sorunca anlamlı hale gelebilecek hiççi bir bilimkurgu tanımıyla açıklanabileceğini özetliyor gibi. Bir şeyden eminiz, o da Türkiye’de son yıllarda üretilen ‘acayip filmler’in başka yerde karşımıza çıkamayacağı gerçeği.
Ozan Aksungur, Türk sinemasının minimalist sinemadan ibaret olduğunu düşünen bir grup genç yönetmenden biri. Burada da ilk filminde bu anlayışı yansıtan bir eserle çıkagelmiş. Ancak sessiz, karanlık, az müzikli ve ağır tempolu yapıtın, bu noktada dar açı objektif kullanımıyla minimalist bir anlayış aşılamaya çabalaması bir hayli garip anlara yol açmış.
Filmi kurtarmak için birkaç geç kalmış öneri
Zira ilk olarak minimalist filmler orta-geniş ölçekli objektiflerle çekilir. Bu da alan derinliğini daha net ve derinlikli hale getirmeye yarar. İkincisi Halit Ergenç ve Lale Mansur gibi dıştan (external) performanslarıyla bilinen oyuncular bulundurmazlar. Üçüncüsü dar açı objektife sıkışıp alakasız yakın planlar almak aykırı bir duruşa yol açar (hatta kara filme bile sarkmanıza yol açabilir). Dördüncüsü simgesel bir öğe kullanılıyorsa bunu yüz kere gözümüze soka soka yapmak bir acemilik göstergesidir. Aslında bu maddeler çoğaltılabilir.
Ancak Aksungur’un burada askerden kaçan ve uzak bir akrabasıyla aynı yaşta olmasına karşın ona ‘abla’ diye hitap bir adamın ruh halinin üzerine gitmesi konusunda da bir şeyler söylemek şart. Çünkü bu noktada halet-i ruhiyeyi sinemalaştırmanın farklı bir meziyet olduğunu unutmuş yönetmen. Karakterini gölge oyunları, siyah renk skalası ve dışa dönük garip tepkilerle sararken, istemeden de olsa ‘kara filmesk’ bir evren yaratmış. Film de seyircisini Türk işi çiğ bir “Dövüş Kulübü” (“Fight Club”, 1999) geliyor diye düşündürtmüyor değil.
Yakın planlarla ve dar açı objektifle minimalist film çekmek ayrı bir sanat olmalı!
Böylelikle oyuncular ya da boyutsuz karakterler sanki başka bir gezegendeymiş gibi hareket ederken, ilkokul birinci sınıf seviyesindeki diyaloglarla da ‘cinsel güdüsü yüksek ensest-aşk filmi’ formatını tamamlayan bir yapı için toplanmışlar. Bu göstergenin oluşmasına yol açan büyük oranda yönetmenin dar açı objektifle minimalist film çekmek gibi dünya sinemasında çok fazla olmayan bir anlayışa bürünmesi.
Böyle bir şeyi yapmasının nedenlerini araştırdığımızda ise ilk olarak kendisinin hangi objektifin ne için kullanılacağını bilmiyor olması ve bu konuda bilinçli bir görüntü yönetmenine danışmaması durumu çıkıyor karşımıza. Zira açılış karesindeki ‘sonuçsuz açılar’ın sonucu atmosfere çıksaymış aslında farklı bir film izleyebilirmişiz. Ancak gidişat hiç de öyle değil.
Kendinizi bir bilimkurgu filminin içinde hissedersiniz şaşırmayın!
Zaten bir süre sonra filmin dar açı objektiflerle iç mekanlara ve içsel dünyaya hapsolması; kadını-tutkuyu temsil eden kırmızı filtre, doğa fotoğrafı önünde sohbetler ve yakın planlarla sarılan bir görsel yapı servis ediyor. Bu doğrultuda da kendimizi, insan ırkının değil de başka bir ırkın yaşadığı farklı bir gezegende hissediyoruz. Zira bu görsel tercihler eşliğinde bir ‘uzay operası’ ya da ‘kıyamet sonrası bilimkurgu’nun algıları tamamlanmış oluyor garip bir şekilde.
Belki filmin Kütahya’da geçtiğini bir süre sonra anlıyoruz. Ama tek kıyafetle garip tepkiler veren karakterlerin, sahne geçişinden yırtmak için kullanılan kararma-açılma tekniğiyle sarılması sinema dilinin de bu duruma uyum sağlamasına yol açıyor. Bu da aslında bir bakıma kolaycı bir görsel güdüyü karşımıza getirirken, “Misafir”i olsa olsa ‘distopik dokulu bir kıyamet öncesi bilimkurgu filmi’ alanına mensup yapıyor.
Oyuncular başka bir gezegendeymiş gibi hareket ediyor
Bu evrenin içindeki insanların da hangi gezegenden geldiklerini düşünüyorsunuz ister istemez. Çünkü ortada Türk sinemasına uygun karakterden ziyade, genelde şık kıyafetlerle dolaşan tipler var. Bunun da sebebi oyuncuların bu formata uygunsuzluğunun yanında, Ergenç ile Mansur’un az yaş farkına karşın ‘genç-olgun aşkı’nı yansıtmak için var olmaları.
Bunların üzerine sonradan dublaj ile eklenmiş gibi duran konuşmaların eklenmesi, dar ölçekli açılar ile gelen boyutsuzluğu ve distopik havayı tamamlıyor gibi. Uzun lafın kısası bir aşk filminin içinde ‘marsta hayat var mı?’ sorusunu sorunca bir şeyler aydınlanıyorsa işte o zaman “Misafir”i elde edebilirsiniz. Keşke bilimkurgu olduğunu bilseymiş de Ergenç’in ‘şaşı göz hareketiyle saate eşlik etmesi’ gibi kültleşecek anları anlamlı kılabilseymiş yönetmen Aksungur. Zira filmin ismi de böyle bir şey için uygun!
FİLMİN NOTU: 1.4
Künye:
Misafir
Yönetmen: Ozan Aksungur
Oyuncular: Halit Ergenç, Lale Mansur, Yeşim Ceren Bozoğlu, Murat Mahmutyazıcıoğlu
Süre: 100 dk.
Yapım Yılı: 2011