Said-i Nursi ve Risale gerçeği.

türk ocağı

serdengeçti
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
1,813
Reaction score
0
Puanları
0
Konum
Taceddin Dergahı
Said Nursî ve Risale gerçeği

Said Nursî özetle; kendisinin müceddid olduğunu, yazdıklarının kendisinden olmadığını, vahyin menbaı olan Resulullah’ın ilhamı ve telkini ile olduğunu söyler. Celcelûtiye, Mesnevî ve Fütühât hep bu tür eserlerdir. Eserleri eşine rastlanmayan sonsuz kemal ve ulvî feyz içerdiğinden Resulullahın hissesi ve kudsî tasarrufu ile olduğu aşikârdır. Hiç bir tahsil yapmamış, sadece üç aylık bir tahsil hayatı olmasına rağmen, öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerine, ledünnî ilimlere, eşyanın hakikatına, kâinatın esrarına ve ilâhî hikmete varis kılınmış olup böyle yüce bir mazhariyete kimseler nail olmamıştır. Böyle harikulade bir ilim asla görülmemiştir.

Kendisi yüce ahlakî meziyetleri ile bir yaratılış mucizesidir. O bedenlenmiş bir inayet ve mutlak bir Allah vergisidir. Harikalar sahibi Said Nursî, daha büluğa ermeden bir allame olarak tüm ilim dünyasına meydan okumuş, münazara yaptığı tüm ilim erbabını susturmuş, tüm sorulara hiç tereddüt etmeden cevap vermiş, daha 14 yaşında üstadlık payesini taşımış ve hakkıyla ‘Bedîuzzaman’ ünvanını almıştır.

Böyle bir zat elbette Peygamberin en yüksek iltifatına mazhar ve en yüksek himaye ve himmete naildir. Tüm bunlar onun peygamberin emir ve fermanıyla yürüyen ve tasarrufuyla hareket eden birisi olduğunun kanıtıdır. Kur’an ve hadisin matematiksel işaretleri kendisini göstermektedir, Said Nursî’nin, Hz.Muhammed’in risaletinin parlak bir aynası ve meyvesi olduğunda hiçbir şüphe yoktur.[1]

Said Nursî’ye yönelteceğimiz başlıca eleştiriler şunlardır;

*Said-i Nursi, Risale-i Nurların Kur’an-ı Kerim’in bir aynası olduğunu ve kimsenin yazamayacağı harika bir kitap olduğunu söyler; Risale-i Nur, Kur’an’ın bir aynasıdır. Bir mucize durumundadır.[2] Risale-i Nur’a, karşı konulamaz ve onunla boy ölçüşülemez.[3] Risale-i Nur, sönmez ve söndürülemez. O, üfledikçe parlayan bir nurdur.[4] Ölüm hakikatinin muammasını, yalnızca Risale-i Nur çözmüştür.

*Said-i Nursi, Kur’an-ı Kerim’in ruhu Risale-i Nurlar’ın cesedine girdiğini ve Kur’an’ın bir mucizesi olduğunu iddia edecek kadar ileri giderek der ki; Kur’an-ı Kerim’in ruhu, Risale-i Nur’un cesedine girmiştir.[5] Risale-i Nur, Kur’an’ın bir mucizesi olduğu için, her şeyde bir marifet penceresi açmıştır. Bu kitap, Kur’an’a mahsus bir sırrı da çözerek, bir yıllık işi, bir saatte görecek duruma ulaşmıştır... Risale-i Nur, Musa Peygamber’in asası gibi, nereye vurmuşsa su çıkarmıştır...[6] Risale-i Nur, kerametiyle; bela ve felaketleri önlüyor. Böylece; Risale-i Nur’un kerameti, sadece yaratıklarda değil; olaylarda da etkisini gösteriyor. Risale-i Nur Anadolu’ya gelecek bela ve felâketleri önlemektedir.[7]

*Risale-i Nur, kendisine hizmet etmekte kusur edenlere nasıl tokat vuruyorsa; eksiksiz hizmet edenlere de olağanüstü(!) yardımlarını göstermeyi biliyor; böylelerini, kazalardan belâlardan kurtarıyor(!) Çarşıda büyük bir yangın çıkıyor ve talebeleri; ‘Biz yanıyoruz, mahvoluyoruz!’ dediler. Yangının hücum ettiği mağazada; Risale-i Nur külliyatından Âyet-ül-Kübra vardı. Ben de Risale- i Nur’u ve Âyet-ül-Kübra adlı risaleyi şafaatçı kılıp; ‘Ya Rabbi kurtar!’ dedim. 3 saat o dehşetli yangın hücumuna devam etti. Bütün o büyük dâireyi, altında ve bitişiğindeki dükkânların hepsini yaktı. Ama Risale-i Nur’un ve Âyet-ül-Kübra adlı bölümünün koruyuculuğunda olan mağazaya ilişmedi. Ve altındaki Risale-i Nur talebesinin dükkânına da dokunmadı. Bunun, Risale-i Nur’un ve Âyet’ül-Kübra adlı risalenin bir kerameti olduğuna hem ben, hem de bütün arkadaşlar kanaat getirdik...’[8]

*Said-i Nursi, Risale-i Nur hakkındaki abartılı övgülerine devamla şöyle der; Risale-i Nur’ları okumak, okutmak, yazmak ve onunla meşgul olmak; kalbe rahatlık, ruha genişlik, rızka bereket, vücuda sıhhat veriyor.[9] Ama onda yazılı olanlar Kur’an’ın malıdır. Allah’tandır.[10]Peygamberimiz nasıl Kur’an’ı Kerim’in sadece bir tercümanı idiyse, Üstad da Risale-i Nur’un sadece bir tercümanı(!) durumundadır. [11]

*Risaleler onun malı olmadığı için, o bile dersini kendine yazdırılan kitabtan alır. [12] Yani, kitab kendini yazan adamdan daha bilgili(!) Çünkü kitablarını o yazmadı ki! Ona yazdırıldı.(!)

*Said Nursi, hemen her eserinde ‘Bu hususun kalbine ihtar edildiğini, ihtiyarı dışında kalbine gönderildiğini, hakikatlerin ihtar yolu ile kendisine bildirildiğini, hakkelyakîn filan hakikate muttalî olduğunu söyler. Böylece Risalelerin kendi eseri olmadığını ihsas ettirmeye çalışır. Bu mahviyet ve tevazudan gelmez, tam aksine bunu eserlerine kudsiyet kazandırmak için yapar.

*Resâil-in Nur ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nurdur. Belki semavî olan Kur'an'ın Arş’taki yüksek yerinden alınmıştır.[13]

* Risale-i Nur, kendisine hizmet edenleri, başta talebelerini mutlaka cennete götürecek. Sadakat ve kanaatle Risale-i Nur dairesine girenlerin imanla kabre gireceklerine çok güçlü emareler vardır. [14] Risale-i Nur’un şefaatı, duası, himmeti Nurcuları kurtaracaktır.

*Risale-i Nur, herkese, Ab-ı Hayat, yani ölmezlik suyunu içiriyor. Musa Peygamber’in asası, nasıl bir taştan 12 çeşme akıttıysa ve gerek Hazreti Musa’yı, gerek beraberindekileri nasıl susuzluktan kurtardıysa, Risale-i Nur da öyledir. Bir Kur’an asasıdır.”[15]

*Risale-i Nur’dan alınan bilgiler, onu yazarken akıtılan mürekkepler, şehitlerin kanından daha üstündür! Risale-i Nur’a yapışmak suretiyle Peygamberin yolundan gidenler, şu fesat zamanında yüz şehit sevabından daha çok sevap kazanırlar. Risale-i Nur’u okumak ya da yazmak, âlim olmak için yeterlidir. Başka şey istemez.[16] Gel gör ki; onlarca senedir risale okuyanlar asgari, usul-ü fıkh, hadis ve tefsir dahi bilmezler.
Hassaten tam bir kur’an cahilidirler. Aynı aşk ile, ihlasla ile İslami ilimlere çalışsalardı, her biri sahalarında ülke çapında âlim olurdu. Oysa onlar benim oğlum döner, döner bina okur, misali hep aynı kitabları her namaz sonrası okumaya çalışırlar. Ve bir de –kur’an dışında- en çok okunan kitap, Risaleler’dir diye iftihar ederler.

*Risale-i Nur bir elektriğe benzer. Son derece yüksek ve derin bir ilimdir o. Öyleyken; ne tahsile, ne ders çalışmağa, hacet kalmadan; zahmet bile çekmeden herkes onu anlayabilir. Ondaki derin bilgileri alabilir. Eski medreselerde 5-10 yıl okumaya karşılık, Risale-i Nur okutulan yerlerde 5-10 hafta okumak yeter. Çünkü Risale-i Nur, 5-10 haftada 5-10 yıllık sonucu verebilir.’[17] Nasıl kendisi 15 senede okunan ilimleri 15 haftada bitirdiyse[18] Şimdi de o, başkalarına 15 yılda öğrenilebilecek ilimleri 15 haftada verebilir(!)

*Gerçekte Risale-i Nur bir tefsir değildir. Kur’an-ı Kerim âyetlerinden sadece bazılarını tefsir etmiş, onun da çoğunu da remzen, işareten diyerek işari/batınî tefsir şeklinde ilmi olmaktan uzak teviller biçiminde yapmıştır. Bir an için diyelim ki: Risale-i Nur, Kur’an’ın tefsiridir. Her tefsir, tefsir edene ait olduğuna göre, Risale-i Nur’un da, Said-i Nursi’ye ait olması gerekmez mi? Said-i Nursi nasıl olur da kendi yaptığı tefsir için; ‘O benim değil Kur’an’ın malıdır’ diyerek, yaptığı indî yorumları doğrudan doğruya Kur’an’a maleder? Ve nasıl olur da, Kur’an ve Hazreti Muhammed hakkında inmiş olan âyetleri kendi kitabı ve kendisi hakkında inmiş gibi yorumlar? Her tefsirci de aynı yola gitse, eserini Kur’an’ın malı ve gökten inmiş gibi gösterse işin içinden nasıl çıkılır? Sonra yaptığı te’vil ve tefsirlerde yanılmış olamaz mı? Kendi yanlışlarını vahye isnad etmiş olmaz mı? Ona göre; hiçbir müfessirin tefsirinde bulunmayan tesir gücü Risale-i Nur’da varmış, pekâlâ bu üstünlük nereden kaynaklanmaktadır?
‘Benden soruyorsun: - Neden senin Kur’an’dan yazdığın sözlerde olağanüstü bir özellik var? Bu sözlerde öyle bir güç, öyle bir tesir var ki; müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren bulunur. Bazan bir satırda, bir sayfa kadar güç var. Bir sayfada da bir kitap kadar tesir bulunur. Bu, neden böyle, diyorsun?’ [19]

Said-i Nursi’nin, böyle bir soruya: ‘Estağfirullah, söylediğiniz gibi bir özelliği yok benim sözlerimin. Ben kimim ki, müfessirlerin ve ariflerin sözlerinden daha üstün söylemiş olabileyim? Siz bana ve eserlerime fazla teveccüh gösteriyorsunuz. Ne ben, buna lâyıkım; ne de benim sözlerim’ şeklinde cevap vermesi gerekirdi, değil mi? Hayır! Ondan böyle bir tevazu beklenemez. Çünkü bazen tevazu; nimet verene nankörlük olur.

El cevap; Şeref, Kur’an’ın mucizelerine ait olduğundan ve bana ait olmadığından pervasız olarak derim ki; Ekseriyet itibariyle öyledir! Çünkü yazılan sözler tasavvur değil, tasdik’tir. Teslim değil, iman’dır. Marifet değil, şahadet’tir. Şuhud’dur. Taklid değil, tahkik’tir. İltizam değil, iz’an’dır. Tasavvur değil, hakikat’tir. Da’va değil, da’valar içinde burhan’dır.[20]

Onun için müfessirler, arifler, Said-i Nursi’nin ki gibi söyleyemiyor, yazamıyorlarmış. Onun için Nursi’nin sözlerinde olağanüstü bir güç, olağanüstü bir tesir varmış(!) Said-i Nursi, kendi sözlerinin, bütün müfessirlerin sözlerinden neden daha üstün olduğunu anlatmaya devam ediyor ve bakın ne diyor;

Yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir varsa, ancak Kur’an’ı temsil etmiş olmanın parıltılarındandır. Bunda benim payım sadece: Şiddetli bir ihtiyaçla istemek, son dereceye varan bir güçsüzlük içinde yalvarıp yakarmak olmuştur. Dert benimdir, derman, Kur’an’ındır.[21]

Pekâlâ, Allah’tan onun kadar isteyen, onun kadar yalvarıp yakaran başkaları çıkmamış mı? Yoksa başkalarının duaları, yalvarıp yakarmaları kabul olmuyor da, yalnızca onunki mi kabul oluyor?

*Said-i Nursi kitaplarını neden bu kadar çok över? Yine rüyalar devreye girer. Kendisine Kur’an’ı savunma işi tevdi edilmiştir. Mademki bu kadar mühim bir iş kendisine verilmiştir ve bu işi bi-hakkın yapması gerekir ve yapmıştır da! Öyleyse bu işin emr-i ilahi olduğunu açıklaması gerekir. [22] Keramet sahibi kerametini yazmaz. Bu nedenle o keramet izhar etmeyi düşünmez (!) ama mecbur kalmıştır (!) Kendi hükmünü kendisine verdirelim, mademki risaleler onun üstadıdır.

Oysa, burası dar’ul hizmettir, dar’ul mükafat değil. Uhrevi amellerimizin neticelerini burada istememek gerekir. Amelimizin baki meyvesini koparıp burada yemek akıl karı değil. Meyve orada yenilirse koparıldıkça yerine yenisi gelecektir. (Ama burada yemek için koparılırsa yerine yenisi gelmez) Ehl-i velayet verilen keşf ve kerametin kesilmesini, gizlenmesini istemişlerdir. Ta, ihlâs zedelenmesin. En makbul ihsan-ı ilahi; ihsanı ona hissettirmemektir.[23]

Said-i Nursi, Risale-i Nur’u bir de şu sebeplerle övüyormuş: ‘Herşeyde Kur’an’ı örnek almak gerekir. Mademki o, kendi kendisini övüyor; biz de ona uyarak, O’nun tefsirini öveceğiz. Mademki Kur’an, birçok surede, kendi üstünlüklerini söylüyor, kendi kendini gerektiği şekilde övüyor; elbette bu bizim Sözler Kitabına da yansımıştır. Kur’an mucizelerinin parıltıları durumunda olan ve Kur’an’a hizmetin makbuliyetine bir alamet sayılan Risale-i Nur’un kerametini açıklamak zorundayız. Çünkü Kur’an öyledir, Öyleyse Risale-i Nur’un üstünlüğü de açıklanmalıdır.[24]

Neden öbür tefsirleri övmek gerekmiyor da, yalnızca Risale-i Nur’u övmek gerekiyor?” sorusuna; ‘Alçakgönüllülükle söylemiyorum, bir gerçeği anlatmak istiyorum: Sözler’deki gerçekler ve üstünlükler, bizim değil, Kur’an’ındır. Ve Kur’an’dan sızmıştır. Hatta onuncu söz, Kur’an’ın yüzlerce âyetinden süzülmüş birer damladır. Öteki Risaleler de genel olarak öyledir.[25]

*Said-i Nursi Risale-i Nur’u bir yandan överken, diğer yandan da Allah’a ait olduğunu söyler. Onun için bu övünme olmuyormuş. Öyleyse herkes yazdığı eseri göklere çıkarsın; sonra da; ‘Bu eser benim değil Allah’ındır’ demekle işin içinden çıksın ve övünmemiş olsun! İyi de, o eserde birçok yanlışlık varsa ne olacak? Buradaki mantığın ne kadar yanlış oluğunu anlatmaya gerek var mı? Said-i Nursi, burada enteresan bir itirafta bulunuyor: ‘Ben Kur’an’ı, Sözler’imle övmüyorum. Sözler kitabımı Kur’an’la övüyorum.’ Kur’an’ın icazını ben övemem, lakin Kur’an benim ifadelerimi güzelleştirdi. Öyleyse şükran-ı nimet olarak, ilahi yardımlardan bahsetmek lazımdır.[26]

Şimdiye kadar müfessirler neden onun gibi bir iddiada bulunmamışlar? Yoksa onlar Allah’ın eserine karşı nankörlük mü etmişler? Tam aksine, önceki müfessirler hadlerini bilmişler, kendi eserlerini Kur’an’a maletmek gibi, Kur’an’a karşı saygısızlık göstermemişler. Kısacası, Said-i Nursi gibi davranıp; kendisini ve eserini göklere çıkarmak için Kur’an’ı kendilerine âlet etmemişlerdir. Said-i Nursi, eserlerinin meziyetlerini anlatırken, önceki âlimlerin eserlerinin, kendi eseri yanında çok önemsiz ve değersiz kaldığını her fırsatta belirtmeye çalışır. Sonra da, Risale’i Nur’un, bu kadar üstün olmasının, bu kadar harikuladeliğinin, nedensiz olamayacağını, bir rastlantıya filan bağlanamayacağını, kısacası: Kur’an-ı Kerim hangi kaynaktan gelmişse Risale-i Nur’un da aynı kaynaktan doğrudan doğruya geldiğini ileri sürer.[27]

Kendi hükmünü kendisine verdirelim; Velilerin ilhamlarını Vahiy ve kelamullah’a ha
s ayetlere benzetilmesi (affedilmez) bir hatadır. En tehlikeli hata kalbine gelen ilhamları Allah’tan gelen ayetler zannedip vahyin ulvi, kutsal mertebesine hurmetsizliktir.[28]

*Nur-u Muhammedî inancı Said Nursî’de de vardır. Şu gördüğün büyük âleme bir kitab nazarıyle bakılırsa, Nur-u Muhammedî o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o büyük âlem, bir ağaç olarak tasavvur edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem meyvesi olur. Eğer dünya bedenlenmiş bir canlı farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur. O’na göre; yazdığı risalelerin kaynağı ve esası Nur-u Muhammedîdir.[29] Talebesi Hasan Fevzi’in yazmış olduğu bir şiirde, nur-u muhammediyi Said Nursi’ye kadar getirir ve onun binlerce yıldır beklenen o nur olduğunu söyler. Kendisi de o nur-u muhammedi’nin mecazi anlamda bir vârisine verilebileceğini düşündüğünden şiire ilişmediğini söyler. Risale-i Nurlar, Nur-u Muhammedî’nin bir cilvesi, görünümüdür. Hâlbuki bu teorinin ne kadar İslam dışı bir düşüncenin ürünü olduğunu ilgili maddede açıklamıştık.

*Risale-i Nur’un manevi kişiliğinin/kendisinin kutub ve gavs olduğunu söylemektedir. Talebeleri, ona ‘Şah-ı Evliya’ derler. Mehdi olduğunu inkâr etmez. Yaşadığı asrın müceddidinin kendisi olduğuna kanidir. Talebeleri, onun en büyük müceddid olarak lanse ederler. [30] Tabii ki, bu müceddid ve mehdi hikâyelerinin islamla alakası yoktur.


*Kitablarında, kendi kitablarını ve kendisini övdüğü bölümler epey yer işgal etmektedir. Bütün risalelerin tevâfuk ve binlerce keramet ile dolu olduğunu, Kur’an’ın 33 kadar ayetinde kendisine ve eserlerine remzen, işaret edildiğini söylemektedir.[31] Yazdığı kitabları okumanın, tıpkı kur’an okumak gibi kişiyi usandırmadığını söyler.

*Sikke-i Tasdîk-i Gaybî adlı kitabını sırf önceki kitabların- buna Kur’an’da dâhildir- kendi risalelerine işaret ettiğini isbat edebilmek için yazmıştır. Kitabın adı bile oldukça iddialıdır. Gaybî Onayın Belgesi. Yüzlerce yıl öncesinden büyük veliler, kendisini tasdik etmişler, tebrik etmişler ve bunun sikkesini/mührünü vurarak, onaylamışlardır. Kitablarını ilahi yardımla yazdığını iddia ederek eserlerini aşırı yüceltmektedir. Said Nursî, risalelerin ilahî tasdike sahip olduğunu iddia eder. Kitablarının günahlara kefaret olduğunu, kitablarının isimlerini Hz.Ali’nin verdiğini iddia eder.

*Hz.Ali’nin Celcelûtiye adlı kasidesinin kendisini ve Risalelerini asırlar öncesinden haber verdiğini ve alkışladığını söyler. Hatta bu kasidenin vahiy kaynaklı olduğunu, esrarlı olup geleceği haber verdiğini ve mahlûkatın tüm ilimlerinin bu kaside de toplandığını söyler. Hatta bu risalede Hz. Ali, Risale-i Nur’u kendisine şefaatçı yaptığını iddia eder. Hâlbuki Peygamberden başkasının vahiy aldığını kabul etmek küfürdür. Yine Allah’tan başkasının geleceği bildiğine itikad etmek te Kur’an’a aykırıdır.
Bu ‘Risale-i Celcelûtiye’nin Hz.Ali’ye ait olduğu iddiası tam olarak yalandır.[32]
Bu kasidenin cifr ve ebced hesabına göre yazılmış olması bile onun İslam dışı bir zihniyetin ürünü olduğunu göstermeye kâfidir. Ayrıca bu Celcelûtiye’nin her beytinin sonu Süryanî’ce bir kelime ile bitmesi oldukça ilginçtir. Bir arap olan Hz.Ali’ye Süryanîce vahiy gelmesi olacak şey değildir. Güya; Cebrail Hz.Ali’ye bu kasideyi yeşil bir atlas üzerinde yazılı olarak vermiştir. Yani körler sağırlar birbirini ağırlar misali, bir uydurma kaside üzerine bir sürü yanlışlıklar bina edilmeye çalışılmıştır. Yok, efendim Hz.Ali risaleleri önceden haber vermiş, risalelerin adını o koymuş vs. Bu celcelûtiye’de ‘nur’ kelimesinin bu kadar çok geçmesi bile onun İran/Zerdüşt kaynaklı bir düşüncenin ürünü olduğunu göstermeye yeter.

*Yine Nurcuların çok önem verdikleri Cevşen’de Şii kaynaklıdır. Güya Peygamberimiz Uhud savaşı öncesi, sahabesine ‘zırhını çıkar, bu Cevşen’i oku’ demiştir. Yalanın dik âlâsı. İki tane zırh giyen bir Peygamber, başkasına zırhını çıkar der mi? Hiç savaş meydanında bu kadar uzun bir münâcatı sahabenin işitip ezberleme imkânı olabilir mi? Cevşen hakkında o kadar abartılı yalanlar uydurmuşlar ki, insan nakletmeye utanıyor.[33] Bu Cevşen’i, Gümüşhanevî, Mecma’ul-Ahzâb adlı dua kitabına almış, oradan da Said Nursî almıştır.[34] O risalelerini Cevşen’den feyz olarak, ondan tevellüd eden kitablar olarak niteler. Görüldüğü üzere onda şii etkisi çok fazladır.[35]

*Allah’ın, insan-ı kâmil şeklinde yeryüzünde hep bulunduğu fikrininin ne kadar yanlış olduğuna yukarıda değinmiştik. Said Nursî kendisinin bu asırda 80 Said’in özü olarak ortaya çıktığını, bu şahsın 79 ölü Said’in ve bir konuşan Said’in özeti olduğunu söyler. Farklı bedenlerde ortaya çıkan Said’ler birbirini görse tanımayacaklarını, o konak yerlerinin her birindeki kişinin kendisi olduğunu, ölümünden sonra gelecek konaklardaki kişinin de kendisi olacağını söyler. Elbise değiştirir gibi şekil değiştirip, yırtılmış Said’i atar, Yeni Said’i giyerim demektedir.[36] (Ona göre; dünya kurulalı 5960 sene geçmiş olup, bu toplam 80 insanın toplam ömrü kadardır. Yine ona göre, insanlığın ömrü 7000 yıl kadardır[37]) Yani, özetle kendisinin bu devirde görünen İnsan-ı Kâmil olduğunu ima etmektedir.

*İslamın kesinlikle onaylamadığı bir hurafe olan Ebced ve Cifr ilmine çok fazla müracat etmiştir. Bir çok zorlama ile sayıları denk getirmeye çalışır, bazen harfleri düşürür, buna rağmen denk düşmez ise küçük bir fark ile, hemen hemen gibi ifadelerle zahiri kurtarmaya çalışır. Bazen ‘Risale-i Nur’, bazen Resâil’ün-Nur’, bazen de ‘Risalet’ün-Nur’ yapar. Bazen denk düşürebilmek için miladi takvime atlar.[38]

*Said Nursi, kur’an’ın gizli hakikatlarının risalelerle kendisine indiğini söyler. Risaleleri; Kur’an’ın arştaki yerinden ve manevî mucizesinden feyz ve ilham yoluyla kesin delillerle inmektedir. Risale-i Nurlar arştan alınmıştır. Risaleler, kur’an ayetlerinin ayetleridir.[39] Bu ve benzeri sözler son derece tehlikelidir. Peygamberlik imasını andırmaktadır. Mesela şu sözler baştan sona hatadır. ‘Mubarek ‘Sözler’ kitabı, kur’an’ın lemeatıdır. İçinde izaha muhtaç yerler olmamakla birlikte, tümüyle kusursuz ve eksiksizdir’[40]
“Yazıklar olsun o kimseler ki! Kendi elleriyle kitab yazarlar, sonra bu Allah katındandır derler”.[Bakara/79]


Risalelerine, ‘urvet’ül-vüskâ/hiç kopmayacak olan kulp, hablullah/ Allah’ın ipi’ gibi Kur’an’ın sıfatlarını vermekten çekinmez.[41] Ona göre risaleler, hem şeriat, hem dua, hem hikmet/felsefe, hem ibadet, hem emir ve davet, hem zikir, hem fikir, hem hakikat, hem de tasavvuftur. Hem mantık, hem ilm-i kelam, hem de ilm-i ilahiyat kitabıdır.[42]

*Said Nursî, kendisinin özel üstadı olan İmam Rabbanî, Abdulkadir Geylanî, İmam Gazalî, Zeynelabidin, Hz.Hüseyin ve Ali’den 30 seneden beri ders aldığını ve Cevşen vasıtasıyla onlarla manevî bağ kurarak bu seviyeye ulaştığını söyler. O kimi zaman Türkçesi zayıf, ehemmiyetsiz bir ümmi olur. Böyle söylemekteki maksadı da eserlerinin kendisinden olmadığını, Allah’ın inayetiyle olduğunu anlatmaktır. Bazen de bir müceddid, gavs, Bediuzzaman, allâme-i cihan, mehdi olur. Fakat Tarihçe-i Hayat’ta verdiği bilgilere göre 40 kadar İslami ilimlere ait kitabı ezberlemiş, pek çok hocadan ders almıştır. Özetle 14 yaşında tüm âlimleri susturduğu yalanını bizzat kendisi tekzib etmektedir. 15-6 yaşına kadar tüm bilgisinin sunuhat kabilinden/ aklına hatırına gelen şeyler türünden olduğunu söyler.[43]

*Said Nursî, Abdulkadir Geylanî’nin ruhaniyetinden ömür boyu istimdat dilediğini ve himmetini gördüğünü, bunu defalarca tecrübe ettiğini söyler. Bunların hayra te’vil edilmesi mümkün olmayan yanlışlardır.

Özetle; Said Nursî bir İslam âlimidir. Kelam ilminde bir takım yeni metodlar denemiştir. Diğer âlimler gibi bir insandır. Yanlışları da vardır. Eleştiriden muaf, lâ yüs’el değildir. Yaşadığı dönemde islama yapılan saldırılara göğsünü siper ederek mücadele etmiştir. Eleştirel/kritik edici bir zihniyetten daha çok muhafazakâr/savunmacıdır. Kullandığı malzemede çok seçici değildir. Zayıf hadisleri kullanmaktan çekinmez. Hatta kelam-ı kibar nevinden sözleri bile hadis zannıyla ebcede vurmaktan çekinmez.

Allah’ın varlığını isbatta ki başarısını, tevhid’te, özellikle tevhid-i ulûhiyette ve ubudiyette gösteremez. Mesela; şirk-i esbab’ı o kadar güzel anlatır ki, sebeblerin hakiki fail ve müsebbib olamayacaklarını izah eder. Lakin Mekkeli müşriklerde zaten Allah’ın rububiyetiyle pek problemleri yoktu. Gel görki Said-i Nursi şirk-i takrib konusunda çok ihmalkârdır. Hatta affedilmez hataları olan biridir. Örneğin; ‘Halid-i Bağdadî, Hindistan’dan Nakşî tarikini Bağdat’a getirdiğinde, Bağdat Abdülkadir Geylanî’nin ölümünden önce olduğu gibi, ölümünden sonra da tasarrufu altındaydı. İlk başta Halid-i Bağdadî’nin manevi tasarrufu kabul görmedi. Şah-ı Nakşibend ile İmam Rabbanî’nin ruhaniyetleri Bağdat’a gelip, Abdülkadir Geylanî’nin ziyaretine giderek, rica etmişler. Demişler ki; Halid-i Bağdadî senin evladındır, kabul et. Abdülkadir Geylanî’de onların iltimasını kabul ederek Halid-i Bağdadî’yi kabul etmiş ve bundan sonra birden parlamış. Bu ruhani olayı bazı veliler müşahede etmiş, bazısı da rüya ile görmüş.’[44] Bağdat bölgesinde ilahların hâkimiyet savaşından bir kesit sunulmuş sanki! Ruhaniyetler gelip-gidiyor, torpil yapıyorlar, büyük ilah küçüğünü oraya sokmuyor, araya başka ilahların devreye girmesiyle küçük ilah’ta oraya giriyor. En sonunda da küçük ilah’ın uluhiyyeti Bağdat’ı ele geçiriyor. Yunan mitolojisindeki tanrıların mücadelesi gibi. Ölülerin tasarrufuna inanan, onlardan yardım isteyen birisi gerçekten Müslüman olabilir mi?

Kitablarının tenkitli metin şeklinde baskıları yapılabilr. Sadeleştirilebilir. Ama bunu duyan Nurcular hop oturup hop kalkar, kan beyinlerine sıçrar. Çünkü onlara göre risaleler kutsal metinlerdir. Üstadları özel misyonla görevlendirilmiş asrın müceddidi, harikulâde bir şahsiyettir. Onun ve risalelerinin hatalı olabileceğini kabul etmeleri mümkün değildir. Onlar üstadlarının erişilmez olduğunu kabul ederler.
Yani üstadlarını rableştirme, ilahlaştırma bunlar da mevcuttur. Artık Nurcular, insanları Said Nursî’ye, onun kitablarına, onu yücetmeye daveti bırakmalıdırlar. Yıllardır kur’an tefsiri okuyoruz diye cemaatı uyutmaktadırlar. Risaleler asla bir tefsir değildir. En fazla birkaç yüz ayetin tefsiri olabilir.
Size onun öve öve bitiremediği tefsirinden bir bölüm aktaralım. Felak suresinde bakın neler bulmuştur; İşte yalnız mânây-ı iş’ari cihetinde bu sure-i azime-i harika, ‘kâinatta âdem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insanî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz’. Peygamberimize ve ümmetine emrederek her asra baktığı gibi mânây-ı iş’arisiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar. Kur’an’ın hizmetkârlarını istiâzeye davet eder. Bu mucize-i gaybiyye beş işaretle kısaca beyân edilecek, şöyle ki: Bu surenin her bir âyetinin manaları çoktur. Yalnız manay-ı işâri ile beş cümlesinde dört defa ‘şerr’ kelimesini tekrar etmek ve kuvvetli münâsebet-i mâneviye ile beraber dört tarzda bu asrın emsalsiz dört dehşetli ve fırtınalı maddi ve manevi şerlerine ve inkılâplarına ve mübarezelerine aynı tarih ile parmak basmak ve manen ‘bunlardan çekininiz diye emretmek elbette Kur’an’ın icâzına yakışır bir irşad-ı gaybîdir. Başta ‘Kul eûzü bi Rabbil felak’ cümlesi 1352 veya 1354 tarihine hesab-ı ebcedî ve cifrîyle tevafuk edip nev-i beşerde en geniş hırs ve hasedle ve birinci cihan harbi sebebiyle vukua gelmeye hazırlanan İkinci Harb-i Umûmi’ye işaret eder ve ümmet-i Muhammediye’ye manen der ki: ‘Bu harbe girmeyiniz ve Rabbinize iltica ediniz’ ve bir manayı remzi ile Kur’an’ın hizmetkârlarından olan Risale-i Nur şakirdlerine hususi bir iltifat ile onların Eskişehir hapsinden, dehşetli bir şerden aynı tarihte kurtulmalarını ve haklarının imha planının akim bırakılmasını remzen haber verir. ‘Min şerri ma halak’ cümlesi -Şedde sayılmaz- 1361 ederek bu emsalsiz harbin merhametsiz ve zalimane tahribatına rumî ve hicrî tarihi ile parmak bastığı gibi, aynı zamanda bütün kuvvetleriyle Kur’an’ın hizmetinde çalışan Nur şakirdlerinin geniş bir imha planından kurtulmalarına tevafukla bir mânây’ı remzî ile onlara da bakar. ‘En-Neffasati fi’l ukad’ -şeddeler sayılmaz- 1328 adediyle bu umumi harbleri yapan ecnebi gaddarların hırs ve hased ile bizdeki Hürriyet İnkılâbı’nın Kur’an lehindeki neticelerini bozmak fikri ile tebeddül-ü saltanat ve Balkan, İtalyan harpleri ve Birinci Harb-i Umumi’nin patlamasıyla maddi ve manevi şerlerini, siyasi diplomatların radyo diliyle herkesin kafalarına sihirbaz ve zehirli üflemeleriyle ve mukadderât-ı beşerin düğme ve ukdelerine gizli planlarını telkin etmeleriyle bin senelik medeniyet terakkiyatını mahveden şerlerin vücuda gelmeye hazırlanmaları tarihine tevafuk ederek ‘en-Neffâsâti fi’l ukad’ın tam manasına tetabuk eder.[45]

Belki, Osmanlıca deyimleri bilmeyen birisi anlayamadığı için yukarıdaki metinde hak ve hakikat namına bir şeyler var zannedebilir. Allah aşkına bunun neresi tefsirdir? Hurufilik, ilm-i şeytanat olan ebced hesapları, işari/batıni tefsir örnekleri o kadar! ’Ukad/düğümler’ olmuş radyo düğmeleri! ‘Neffesat’ olmuş diplomatların konuşmaları! Yine Kur’an remzen kendisinin ve cemaatının Eskişehir, Denizli hapishanesinden kurtulmasını, İki cihan harbini haber veriyormuş(!) Tüm insanlara ve çağlara gönderilen Kur’an zorlama ebced hesablarıyla 20. Yüzyılın başındaki insanlar için mi gönderildi? Tefsirin devamında ebced hesaplarını tutturabilmek için ayetlerin başına bazen ‘min ve şerri’ hesaba girer, bazen sadece ‘min’ girer, bazen de her ikisi de hesaba dâhil olmaz der. Hangi karineye göre böyle yapmış belli değil. Aslında bunu attığı harflere mazeret bulmak için yapmaktadır. ‘Yarattığı şeyin şerrinden’ deki ‘min’; ba’zıyet/bütünün bir bölümünü ifade eder, Yani; Yaratılmışların şerri tamamen şer değildir, ya da bir kısım insanlara değildir der. Lakin ‘Hasedçinin şerrinden’ deki ‘min’ ise; ba’zıyet ifade etmez, hased’in her türü zararlıdır der.[46] Bazı kelimeleri ebced hesabı tutsun diye attım. Ama iyiki atmışım. Hem ebced hesabı tuttu, hem de böyle mana daha güzel oldu demektedir(!) Onun için Kur’an asıl değildir. Kur’an yalnızca onun istediği anlamları çıkarabileceği bir malzemedir. Canım ister hesaba dâhil ederim, isterse etmem.

*Nur Risalelerinin Kur’an’ın tefsiri olduğuna talebeleri yakinen iman etmişlerdir.“Garbın Sokrat’ı, Eflatun’u, Aristo’su gibi hakikatlı feylesofları ve Şark’ın İbn Sina, İbn Rüşd, Farabi gibi dâhi hükemâsı Bediuzzaman’ın ancak talebesi olabilirler” şeklinde tanıtılan Said Nursi’nin, bütün ilim dallarının hepsinde en büyük olması, buna mukabil bütün bu bilgilerin nihayet birkaç aya inhisar eden bir tahsil devresinin sonucu yazılması, zorunlu olarak akla ‘İlahi inayeti/yardımı’ getirmiştir.

Kendisinin açtığı yolda yürüyen şakirdleri şöyle diyeceklerdir; Risâle-i Nur yirminci asrın müslümanlarını ve bütün insanları koyu fikir karanlıklarından ve müdhiş dalalet yollarından kurtarmak için Said-i Nursi’nin kendi ihtiyariyle yazılmamıştır, Cenabı Hakk’ın ihsanıyla yazılmış bir kudsî eserdir.

Son aşamada ise şöyle diyerek iyice haktan uzaklaşacaklardır. ‘Kur’an ve Risâle-i Nur; arş-ı azamdan, İsm-i azam’dan ve her ismin azamlık mertebesinden nüzul ile ezel ve ebed ve şu anı ve bütün gaybi âlemi ve tüm beşeri ve kevni hâdiseleri kuşatan ve tasarrufu altına alan Kelimetullahtır ve semavîdir. Yine, Kur’an surlarının yıkıldığı ve onun ana prensiplerine ve iman esaslarına hücum edildiği bir zamanda Kur’an’ın kendi kendini müdafaa için onun mucizevî lemaâtından sızmış bir bedenlenmiş nûrdur. Bundan dolayı semavî’dir, dünyevî değildir, bir Allah vergisidir. Hiçbir şahsın malı olamaz. Nitekim hârika bir şekilde zuhur ve intişarı ve tesir gücü ve insanları büyülemesi ve mucizevî, emsalsiz üslubu ve belagati ve onun tercümanlığına mazhar olan Said-i Nursi’de görülen garib ve acib fıtri ve ruhi haller mezkûr ifademizi apaçık desteklemekte ve isbat etmektedir’. Hadi hayırlı olsun Yeni Kitabınız(!)

Hatta artık risaleler ana kitab olmuştur. Haşr Risalesinin tefsiri mahiyetinde eserler yazılmaya başlanmıştır. Artık risalelerin Kur’an’a ayna değil, gölge olduğu kabul edilmelidir. Bugün her namaz sonrası risale okumayı cemaatlerine tavsiye eden Nurcular, kuran malumatları son derece sınırlı, kur’an cahili bir zümre oluşturmuşlardır. Maalesef kendilerine İslam ve Kur’an Şakirdi/hizmetçisi diyenler, insanları Nurculuğa ve Said Nursi’yi yüceltmeye bir misyoner gibi davet etmektedirler. Artık Kur’an’a ve bozulmamış, orijinal İslam dinine çağırmaya başlamalılar. Bugün bir Nurcu’nun Said Nursi’ye bağlılğı mezhep imamlarına olan bağlılığından daha fazladır. Hatta Nurcuları bir yeni itikadi fırka olarak görmek abartılı olmaz. Nur cemaatini büyütme gayretleri ittihad-ı İslam ve kulûba aykırıdır. Niçin insanları islama ve Kur’an’a çağırmazlar da, Risalelere çağırırlar? Nurcuların en büyük hataları, kargadan başka kuş tanımam deyen kimse misali, Said Nursî’den başka âlim tanımam, Risalelerden başka kitab okumam demeleridir. Bu onları kapalı devre yapmış, İslam bahçesinde açmış yüzlerce çiçekten mahrum etmiştir. En doğru yola ileten Kur’an, Said Nursî’nin eserlerine remzen işaret etmekten, onların kutsallıklarını isbat için kullanılan bir ebced kitabı derekesinden kurtarılmalıdır.

SAADETTİN MERDİN

K.
[1] 15.Şua, özetlenerek alınmıştır

[2] Said-i Nursi, Sözler,29

[3] A.g.e, s.28

[4] A.g.e, s.29

[5] Said-i Nursi, Emirdağ Lahikası, s.79

[6] Said-i Nursi, Mesnevi Nuriye, s.6

[7] Said-i Nursi, Emirdağ Lahikası, s.88

[8] Said-i Nursi, Emirdağ Lahikası, s.104-5

[9] Said-i Nursi, Sözler, s.28

[10] Said-i Nursi, Hizmet Rehberi, s.92

[11] Said-i Nursi, Hizmet Rehberi, s.73

[12] Said-i Nursi, Hizmet Rehberi, s.92

[13] 1.Şua,

[14]Said-i Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 29

[15] Miftah’ul-İman, s.87

[16] Said Nursi, Nur Meyveleri, s.66

[17] Said-i Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.8

[18] 14.Şua,

[19] Said-i Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.228

[20] Said-i Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.239

[21] Said-i Nursi, a.g.e, s.239

[22] Said-i Nursi, a.g.e, s.229

[23] Mektubat, s.360

[24] Said-i Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.230

[25] Said-i Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.230

[26] A.g.e, s.231

[27] Said-i Nursi, a.g.e, s.236

[28] Mektubat, s.419-20

[29] Said-i Nursi, a.g.e, s.219

[30] Bu hadis Ebu Davud'un Süneninde 'Melahim' bölümünde yer alır. [Ebu Davud, Sünen 4/156] Hadis şöyledir; “Allah her yüzyılın başında dini yenileyecek bir kişiyi bu ümmete gönderecektir.” Hadisin peygambere isnadı sahte olduğu gibi, daha başka sahtekârlıklar da içermektedir. Şöyle ki hadisi nakledenler İmam Şafii'nin talebe ve tabiileridir. 'Kureyşin âlimi /Şafii yeryüzünü adaletle dolduracaktır' hadisini uyduranlar da aynı kimselerdir. Ne hikmetse mücedditler (!) hep şafiilerden çıkmıştır. [Hakkı Ünal, Periyodik Reform, Müceddid Hadisi Hakkında Bir İnceleme, İslami Araştırmalar, C.6, Sayı.4, s.261-76]

[31] 1.Şua,

[32] M.Yaşar Kandemir, Ali md, DİA, C.2, s.375

[33] Bu cevşen ile münacatta bulunan kimseye, bedir savaşında şehid düşen sahabenin sevabıyla 900 bin şehid sevabı verilirmiş, kefenine yazana kabir azabı dokunmazmış, dört kitabı okumuş kadar sevab kazanırmış, asla cehenneme girmezmiş vs. Bugün o kadar meşhur olmuştur ki, herkes boynunda, koynunda, arabasında cevşen taşımaya başlamıştır.

[34] Mehmet Toprak, Cevşen md, DİA, C.7, s.463

[35] Said Nursi doğduğu andan itibaren insanüstü bir yaratık olduğu, tavır ve davranışları ile bellidir” şeklindeki anlatımlar hemen hemen bütün Şiî imamlarında bulunmaktadır. İmamiyye’nin son imamı Muhammed b. el-Hasen el-Askerî’de doğduğu zaman tıpkı Said Nursi gibi davranmış, çevresindekileri şaşırtmıştır, mesela, okunan ezana gayet fasih bir arapça ile kelime- i tevhid’i okuyarak cevap vermiştir. Said Nursi, çok küçük yaşta iken ilahi bir lütuf ile bütün ilimleri hemen öğrenmiş, hayatında hiç sual sormayıp, yalnız suallere cevap vermiştir. Bu da imamlara has bir özelliktir. Mesela 9. İmam Muhammed et-Taki de babası öldüğünde sekiz yaşındaydı. Hatta mezhep mensupları bu yaşta bir çocuğun imam olup olamayacağı hususunda tereddüde düşmüşlerdi. Bu sebeple kendisini imtihan etmeye karar vererek sorular sormuşlardı. Bu Küçük İmam’da, kendisine sorulan otuz bin kadar soruyu gayet rahatlıkla cevaplandırarak rüşd ve ehliyetini isbat etmişti(!) Şia akidesine göre hiçbir imam bir başkasına sual sormamış, kendisine sorulanlara cevap vermiştir. Said Nursi birçok defalar zehirlenerek öldürülmeye çalışıldığını ve bu şekilde bir gün öldürüleceğini, şehîd edileceğini iddia etmesi de İsna-i Aşeriyye’nin imamlarına has bir özelliktir. Bu mezhebe göre, imamların hiçbiri normal ölümle ölmemiştir, hepsi öldürülmüş yani şehîd edilmiştir. Bu cinayette seçilen araçta zehirdir.[Yaşar Kutluay, İslami Tetkikler Ens. C.3]


[36] Abduaziz Bayındır, Aracılık ve Şirk, s.145-6

[37] Barla lahikası, s.325

[38] Abdulaziz Bayındır, Aracılık ve Şirk, s.136-72

[39] Birinci Şua’, 3.Nokta,

[40] Barla Lahikası, ???

[41] Onbirinci Şua,

[42] Emirdağ Lahikası,

[43] Tarihçe-i Hayat, s.43

[44] Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.16

[45] Asa-yı Musa, s.76-7

[46] A.g.e, s.78
 
Risale-i Nur ve Mesnevi gibi eserleri okudun mu turkocagi kardesim?
 
Değerli kardeşim, neden böyle bir soru yönelttiğini anlayabilmiş değilim. Dikkat ederseniz her iki eserin içerisinden alıntı yapılarak yapılmış bir çalışmanın neticesidir paylaşılanlar. Her iki eser içinde a-dan z-ye sapıklık ve yanlışlarla doludur denmiyor, böyle bir tezimiz ve iddaamız yoktur.

Ancak üzerine bu kadar düşülen iki ismin yazmış oldukları eserlerin kuran ve sünnet ışığında çelişkileri, şirke düşen noktaları ayırmak ve okuyucuya göstermektir.

Yazılan bilgilerin iftira olduğunu düşünüyorsanız şayet kaynaklar belirtilmiştir, istediğiniz yerden araştırabilir ve tezimizi çürütebilirsiniz. Klavye- internet elinizin altındadır Kuran-ı Kerim önünüzdedir. Değerlendirmesini mantığınızı kullanarak yapınız. Gayemiz putlaştırılan ve İslamın özüne zarar veren yanlışları müslümanların dikkatine sunmaktır. Doğrusunu elbette Allah bilir. Allahın birliği ve peygamberin risaleti dışında hiç bir ön kabulümüz yoktur olamaz...

Bu kişilere değer veren binlerce müslümana hakaret etmekte değildir maksadımız. Ben fakirde uzun yıllar boyu evliya- ulema gözüyle bakmış ve şahıslarını tartışmaya açmayı bile aklımın ucundan geçirmemiştim. Sadece madalyonun arkasına bakmaya davet ediyoruz bütün islam alemini.
 
Buradaki olay su. Birisi bize geliyor su adam senin hakkinda bunu dedi diyor halbuki o adam baska seylerde soyluyor ama cimbizla cekip ozel hazirlayip onune sunuyor. Biz de zaten onceden o kisiye karsi onyargili oldugumuz icin iste duymak istediklerim bunlardi diyebiliyoruz.

Eserini okumadigim kisi hakkinda yorum yapmam. Simdiye kadar ne mesnevi ne de risale-i nur okuma firsatim olmadi. Burada bir kitabin icerisinden cimbizla ceker gibi bolumler cekme ve hukum verme olayinin aynisini kuranda yapan kisileri de goruyorum. Mesela bir ayetin mensuh oldugu alimlerce kabul gormusken, bir veya birkac defa meal okumus birileri cikip iste burada boyle yaziyor kuranda diye cimbizla bolum cekebiliyor. Ozellikle de bir kitabi, kisiyi elestirirken 3 boyutlu dusunmek ve bu dusunceye ulasmak icin de her boyutu incelemek yani eserlerini okumak gerektigi kanaatindeyim. Sonucta bu yaziyi hazirlayan kisi bir din kulturu hocasi imis ve bu bile dusunulmesi gereken bir nokta olarak gozukuyor.

Neyse Mesnevi ve Risale-i Nur`u bitirmek benim icin sart oldu =)...
 
Birinci Söz - sözler 1.söz-


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى

اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için askerlik temsilâtiyle, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikatı nefsimle beraber dinle. Çünki ben nefsimi herkesten ziyade nasihâta muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim sekiz sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve Avâm lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.


Birinci Söz



Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim, şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın Lisan-ı hâliyle vird-i zebânıdır. Bismillah ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak dinle!. Şöyle ki:

Bedevî Arab çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himeyesine girsin. Tâ şakîlerin şerrinden kurtulup hâcâtını tedârik edebilsin. Yoksa tek başıyle hadsiz düşman ve ihtiyacâtına karşı perişan olacaktır. İşte böyle bir seyahat için iki adam, sahraya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi. Diğeri mağrur... Mütevazii, bir reisin ismini aldı. Mağrur, almadı... Alanı, her yerde selâmetle gezdi. Bir kâtıü't-tarîka rast gelse, der: "Ben, filân reisin ismiyle gezerim." Şakî defolur, ilişemez. Bir çadıra girse, o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belalar çeker ki, târif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelîl, hem rezil oldu.

İşte ey mağrur nefsim! Sen o seyyahsın. Şu dünya ise, bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın,hâcâtın nihayetsizdir. Mâdem öyledir; şu sahranın Mâlik-i Ebedî'si ve Hâkim-i Ezelî'sinin ismini al. Tâ, bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisatın karşısında titremeden kurtulasın.

Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki: Senin nihayetsiz Aczin ve fakrın , seni nihayetsiz kudrete, rahmete raptedip Kadîr-i Rahîm'in dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçı yapar. Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki: Askere kaydolur. Devlet namına hareket eder. Hiçbir kimseden pervâsı kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır.

Başta demiştik: Bütün mevcudat, Lisan-ı hâl ile Bismillah der. Öyle mi?

Evet, nasılki görsen: Bir tek adam geldi. Bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevketti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin; o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket "etmiyor. Belki o bir askerdir. Devlet namına hareket eder. Bir padişah kuvvetine istinad eder. Öyle de her şey, Cenâb-ı Hakk'ın namına hareket eder ki; zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek herbir ağaç, Bismillah der. Hazine-i Rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor. Her bir bostan, Bismillah der. Matbaha-i kudretten bir kazan olur ki: Çeşit çeşit pekçok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor. Herbir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar Bismillah der. Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere, Rezzak namına en lâtif, en nazif, âb-ı hayat gibi "bir gıdayı takdim ediyorlar. Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, Bismillah der. Sert olan taş ve toprağı deler geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona musahhar olur. Evet havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i sühûletle intişar etmesi ve yer altında yemiş vermesi; hem şiddet-i hararete karşı aylarca nâzik, yeşil yaprakların yaş kalması; tabiiyyûnun ağzına şiddetle tokat vuruyor. Kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salâbet ve hararet dahi, emir tahtında hareket ediyorlar ki; o ipek gibi yumuşak damarlar, birer asâ-yi Mûsâ (A.S.) gibi فَقُلْنَااضْرِبْْبِعَصَاكَالْحَجَرَ emrine imtisâl ederek taşları şakk eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince nazenin yapraklar, birer a'zâ-yi İbrahim (A.S.) gibi ateş saçan hararete karşı يَانَارُكُونِىبَرْدًاوَسَلاَمًا âyetini okuyorlar.

Mâdem her şey mânen Bismillah der. Allah namına Allah'ın ni'etlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi Bismillah demeliyiz. Allah nâmına vermeliyiz. Allah nâmına almalıyız. Öyle ise, Allah nâmına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız...

Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?

Elcevab: Evet o Mün'im-i Hakiki, bizden o kıymettar ni'metlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür. Biri: Fikir'dir. Başta "Bismillah" zikirdir. Âhirde "Elhamdülillah" şükürdür. Ortada, ''bu kıymettar hârika-yi san'at olan nimetler Ehad-ü Samed'in mu'cize-i kudreti ve Hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek'' fikirdir. Bir pâdişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zâhirî mün'imlere medih ve muhabbet edip, Mün'im-i Hakiki'yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir.

Ey nefis! böyle ebleh olmamak istersen; Allah nâmına ver, Allah nâmına al, Allah namına başla, Allah nâmına işle. Vesselâm.
 
Şimdi sulh imzalandı Kuva-yı Milliye belasının tevlid ettiği mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize “Eğer Anadolu’da Kuva-yı Milliye isyanını bastırmazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar.

Ey Anadolu’nun mazlum ve muhterem ahalisi!

Elinize aldığınız bu fetvayı şerife göre, bu katil canavarları (Kuvvacıları kastediyor) daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. (...) Allah’ını, Peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin...

Ey ahali, savaşı kaybettik. Kaderimize razı olmak zorundayız. Aman ha sakın İngilizleri ve Yunanları kızdırmayın. Uslu uslu gidip onlara teslim olun. Mücadele edecekseniz onlara karşı değil, Mustafa Kemal’e ve Kuvayı Milliyecilere karşı mücadele edin. Hatta Mustafa Kemalin kellesini getirip İngilizlere ve Yunanlara teslim edin!

Said-i+Nursi+bir+mason+veya+Kom%C3%BCnist+kadar+tehlikelidir.jpg


bir hainin çağrısı. TURKIYE TURKLERINDIR: BEDİÜZZAMAN MI DELİÜZZAMAN MI?

DELIUZZAMANIN YEZIDI ERMENI VATIKAN KOKENLERI 1 - keykubat - Blogcu.com
[video=SA?D NURS? GERÇE?? [Tamam? (03:15:40)]11702[/video]
SAİD NURSİ GERÇE�İ [Tamam (03:15:40)] - YouTube

[video=Said Nursi, Nur Cemaati Ve Fettullah'?n Gerçek Yüzü..! (Uyan?n Art?k)]11701[/video]
 
Buradaki olay su. Birisi bize geliyor su adam senin hakkinda bunu dedi diyor halbuki o adam baska seylerde soyluyor ama cimbizla cekip ozel hazirlayip onune sunuyor. Biz de zaten onceden o kisiye karsi onyargili oldugumuz icin iste duymak istediklerim bunlardi diyebiliyoruz.

Eserini okumadigim kisi hakkinda yorum yapmam. Simdiye kadar ne mesnevi ne de risale-i nur okuma firsatim olmadi. Burada bir kitabin icerisinden cimbizla ceker gibi bolumler cekme ve hukum verme olayinin aynisini kuranda yapan kisileri de goruyorum. Mesela bir ayetin mensuh oldugu alimlerce kabul gormusken, bir veya birkac defa meal okumus birileri cikip iste burada boyle yaziyor kuranda diye cimbizla bolum cekebiliyor. Ozellikle de bir kitabi, kisiyi elestirirken 3 boyutlu dusunmek ve bu dusunceye ulasmak icin de her boyutu incelemek yani eserlerini okumak gerektigi kanaatindeyim. Sonucta bu yaziyi hazirlayan kisi bir din kulturu hocasi imis ve bu bile dusunulmesi gereken bir nokta olarak gozukuyor.

Neyse Mesnevi ve Risale-i Nur`u bitirmek benim icin sart oldu =)...


Araştırmacı sorgulayıcı bir fıtrata sahipsin, kısa bir süre içerisinde çoğu müşterekte birleşeceğiz buna itimadım tamdır. Çünkü mesele mühimdir iman mevzuudur.
 
“Bismillah, Hamdele, Salvele..

Saidi Kürdi meselesini tetkik ederken başlıca iki nokta üzerinde durmak icabeder. Birincisi; Müridlerinin SAİDİ i’zam
edeceğiz(büyük bileceğiz) diye küfre kadar varan sözleridir.

İkincisi ise; SAİD’in izharı keramet etmesi(keramet sergilemesi) ve Sure-i Nur’un asıl muhatabının kendisi olduğu hakkındaki zu’mu batılı (yanlış zannı)... Belki de bu sözleri iğfalatı şeytaniyeyi(Şeytan’dan gelen vesveseleri), ilhamatı hakikiye (Allah’tan gelen, Rabbani olan gerçek ilhamlar) zannedecek kadar ihtiyar ve ma’şuş(zayıf) olmasındandır.

Müritlerinin sözleri mücmelen (özetle) şunlardır : “Sait layuhitidir, hatasızdır, yanılmaz ve günah işlemez. Resulü Ekrem’den sonra Alemi İslam’da böyle büyük bir adam gelmemiştir.. Sözleri aynen Kur’an’dır.. Beşeriyeti(insanlığı), Risaleyi Nur ve Sait kurtaracaktır.. Dünyada iki milyon kadar nurcu vardır. Bu insanlar dünyanın hakiki Müslümanları ve Müslümanlığı yegane anlayan insanlardır.. Bu zata dil uzatanlar kafirler ve masonlardır. Sait’in kitabını bir dinsiz okusa itiraz edemez..” vesaire..

Sait ise müritlerinin hilafına(aksine) kendisi için iki şahsiyet tanır.

Birincisi :
Eski Sait’tir. Kürtçülük meselesiyle uğraşmış ve siyasete dalmış Sait-i Muhti’dir. (Yani günahkar Sait’tir.) Diğeri de Lahuyti, (günahsız) ikinci veya yeni Sait’tir. Kendisine göre sureyi Nurdaki manalar bu asra göre ve kendisi için nazil olmuştur. Keramet ehli, siyasetle meşgul olmayan ve bu asra zamanın kutbu olarak bakan bir insandır. Sureyi Nur’daki bu meseleyi ebced hesabı ile Mısır (?) uleması bulup Said’e haber vermişler.. Yani Said’in Cebrail’i ebcedci alimler oluyor. (Asayı Musa ve Zülfikar adlı kitaplara bakılsın..)

Şu iki kısaltmada görüldüğü gibi Saidi kürdi, Müritlerinden daha insaflıdır. Hiç değilse yaşadığı ömrün bir kısmı için hata kabul ediyor.. Müritleri ise onun tırnaklarını ve saçını saklayarak her şeyine bir kudsiyet izafe ediyorlar. Malumatı diniyyeye (dini bilgilere), esasatı şeriyyeye (Şeriatın gerçeklerine) vakıf olmayan bu insanlar çok büyük hatalara düşüyorlar. Biz hem onları, hem de sair(diğer) Müslümanları fıkhı müdevven haricinde (dinin belirli hükümleri dışında) teşekkül etmiş veya etmek istidadında bulunan bilumum nevpeyde (yeni çıkan) mezhep ve cereyanlara karşı müteyakkız (uyanık) bulunmaları için bu satırları yazdık.

Bu kadar büyütülen Saidi Kürdi kimdir :

Sait, kürd cemaatından, şafii mezhepli, nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türk’ün lisanına hakkıyla vakıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır.

Devletin büyük makamlarını uzun bir zaman ellerinde tutan bir zümre, bu adamcağızı lüzumsuz yere mahkemeden mahkemeye ve hapisten hapise sürükleyerek kahramanlaştırdılar ve zamanın müçtehidi mübeşşiri haline getirdiler.

Halbuki Deli Said’in ilim ve diyanetle ne alakası var? Halk, üzerinde bu kadar ısrarla durulan bu şahısta bir şeyler var zannile büyüttükçe büyütmüş ve bu güne kadar gelmiştir. İşte bu idare zümresinin milletin başına sardığı belalardan birisi de budur. İ’zam etmeyi bu gençlik onlardan öğrendi. Bu da antitez olarak böylece doğdu.

Hayat-ı ömrünün üçte birini hapishanelerde, polis ve jandarma nezaretinde geçiren bu şahsın akibetini, Sultan Abdulhamit Han’a dil uzatan insanların çektiği ve düçar olduğu azap ve felaket muvacehesinde görüyoruz.

Elmalılı Hamdi ve benzerleri gibi selahiyetli din adamlarının nedametleri(PİŞMANLIKLARI) Mason Cemiyetinin reisi olan Rıza Tevfik’i bile intibaha(yanlıştan dönmeye) getirmiş ve nedametini izhar etmiştir(pişmanlığını açıklamıştır). Sait’te buna ait bir satır yazıya rastlamak hala mümkün olamamıştır. Hatta, baştan başa Sultan Abdulhamit Han’a hücum eden “İki mektebi musibetin Şehadetnamesi” isimli kitabı yeniden basılmış ve mahkemede hürriyet aşıkı ve kahramanı olduğuna delil gösterilmek istenilmiştir.

Sait, Kürdistan Azmi Kavi Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile, boynunda dürbün, belinde tabanca ve kama, ayağında lapçin ve başında poşu olduğu halde İstanbul’a gelmiş ve büyük bir cüretle Cuma selamlığında Padişaha cemiyetin “Sait” imzası altında yazdığı ve esası kürtçe tedrisat yapacak mektepler açmaya dayanan arizayı (istirhamnâmeyi)takdim etti. Memleketin ve milleti islamiyenin ittihadını(birliğini) bozmak gayesine matuf olan bu hareketi canianesinden dolayı haklı olarak tımarhaneyi boyladı. Sonra affolup memleketine yollandı.

Kürtçülük uğrunda kendi padişahına sövecek kadar akıl ve iymandan bi behre (nasipsiz) Sait, bugün sahneye müçtehidi mübeşşir veya kutbu azam olarak çıkmış görünüyor ve cehelei nas da (insanların cahilleri de) bu delinin etrafında haleleniyor. Kendini Kuranı aziymmüşşanın müdafii(savunucusu) gibi gösteren Sait bizzat kendisi Kuranı aziymüşşana muhalefet etmektedir. Gaybı yalnız Allah’ın bileceğini, Kuranı Keriymin kaç kere tekrar etmiş olmasına rağmen Sait, Hazreti Ali’nin Celcelutiyye kasidesinde risalei Nur ve Siracünnur’un geçtiğini, bunu keşfettiğine bizi inandırmak ister (İkinci Şua, Sahife 53).

İnsanın aklına öyle geliyor ki; “Acaba ben de Risalei Nur adlı bir kitap yazsam o zaman kasidedeki siracünnur kastı acaba hangimizin kitabı olur?” diyorum.

Risalelerin yazılışı da pek acayiptir. Bilmem kaçıncı Lem’anın kaçıncı şuasının şu meyvesi zühre yıldızından gelmiş beşinci noktası olarak yazılıyor. Sonra bunlar birleşerek Kuran cüzlerine imtisal derecesine, Lemaat, Şuaat, Mektubat vs. olacakmış.. Sözleri de “Sözcat” olmasa bari.

İşbu reddiyeyi, hasreti ile yandığım vatanıma ve uğrunda bir ömür çürüttüğüm dinime ihaneti düşünen gerillacı asi Said’e son ihtar olarak yazdım.

Her Müslümana, bu adamın Mason ve Komünist kadar tehlikeli olduğunu ehemmiyetle hatırlatırım. Ve selamü aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.

Mustafa Sabri (Tuhfetür Reddiye Ala Mezhebi Saiydil Kürdiyye) Mustafa Sabri, s. 3-14.
 
Sonucta bu yaziyi hazirlayan kisi bir din kulturu hocasi imis ve bu bile dusunulmesi gereken bir nokta olarak gozukuyor.

eğer yazarları ben karıştırmadı isem,

Yaşar Kutluay 1952'de ilahiyat fakültesinden mezun oluyor. Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükan'ın kürsüsünde İslam Mezhepleri Tarihi asistanı olarak akademik hayatına başlıyor. 1964 yılında doçent oluyor. İngilizce, Arapça, Farsça, İbranice ve İtalyanca bildiği biyografisinde dikkati çekiyor. 12 Aralık 1969'da memleketi Silifke'de motorla açıldığı balık avında esrarengiz bir şekilde kayboluyor. O gün bugündür bu olay aydınlatılamıyor.

yok yanlışım var ise affola.

İkincisi;

bazı kişilerin Kur'an-ı Kerim'den cımbızla seçilen sözleri halka farklı anlatmaya çalıştıklarını ifade etmişsin.İnananlar için Kuran asla ve asla tahrif olunamayacak Allah kelamıdır,yptığın mukayese Türkocağı kardeişimin anlatmaya çalıştığı mevzuya gider ki;ben henüz araştırmamı bitirmiş değilim.
Yanlız,yukarıdaki yazardan bahsettiğimiz doğru ise aynı olayın Mevlana yorumları ile bir zamanlar dikkat çekmiş Selçuk Ünv. hocalarından birisininde başına gelmiş olma ihtimali yüksektir.Geçirdiği soruşturmalardan sonra nerede olduğu bizler tarafından bilinmediği için net konuşmak ve isim vermek şu an için yanlış olur.
Cımbızla laf alma meselesine gelir isek,
bizler bu gün çoğunlukla iktidarı eleştirmekteyiz ve bu bir gerçektir.Ama yaptıkları güzel şeyler yokmu? Elbet var,lakin bu demek değildir ki bir gün bu vatanın tepesinde başka bayrak,camilerinde çan çalacağı düşüncemizi değiştirmez.Yani ufak ufak iyi şeyler vereceksinki asıl emelin farkedilmesin :)

Haydin selametle...
 
Çalışmanın yazarı saadettin Merdin dir:


1961 Çanakkale – Çan doğumlu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Çan’da, liseyi Biga İmam-Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1982’de Bursa Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi.(boru değil :) ) 1982-84 yılları arası Artvin – Yusufeli İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. 1984-85 yılları arasında Piyade Asteğmen olarak 6. Piyade Tümeni, Destek Kıtaları, Karargah Takım Komutanı olarak askerliğini yaptı. Asker dönüşü bir yıl müdürlük yaptı. Daha sonra muhtelif okullarda öğretmenlik vazifesine devam etti. Evli ve iki çocuk sahibi.

Kaldıki benzer görüşleri paylaşan bir sürü profesör vardır isim isim verebilirim. tekkeden yetişme cahil değil, bu işin ilmine vakıf olan insanların çalışmalarıdır bunlar.
 
saidin saçmalıklarına devam:


VARAN 1

* Risale-i Nur, kendisine hizmet edenleri, başta talebelerini mutlaka cennete götürecek. Sadakat ve kanaatle Risale-i Nur dairesine girenlerin imanla kabre gireceklerine çok güçlü emareler vardır. [14] Risale-i Nur’un şefaatı, duası, himmeti Nurcuları kurtaracaktır.

?????????????????

VARAN 2

Daha kendisi 8-9 yaşlarında iken, etrafındakilerin Nakşî olmalarına ve orada meşhur Hizan Gavsı'ndan istimdat(himmet,bereket, yardım) ederlerken, kendisi Gavs-ı Geylanî'ye hitab etmekte, ondan istimdat etmektedir! Binlerce kez, kaybolan bir şeylerini buldurmak için Gavs'ı yardıma çağırmış ve yardım görmüştür! (risalelerinde kendini överken anlattığı hatıra)

????????????????

---------------------------------------

Saidin uydurma islamına göre bu tip şeyler normal, şakirtleri bunları okuyup said efendiye müceddid, bediüzzaman felan demişlerdir.(hoş said kendisine böyle demiş zaten)


Kuran-ı ve sünneti esas alan İslama göre ise, yani sonradan uydurulana göre değil, vahiyle inen İslama göre ise said saçmalamaktadır:

(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. (Fatiha suresi.)

Kendi yazdığı kitabın, şakirdlere şefaat edeceğine inanan bir islam alimi(!)
Kaybolmuş malını ararken, ölmüş bir kişiden yardım isteyen bir islam alimi(!)

Yorum müslümanların....
 
Bilinçli bir müslümanın said nursiyi sorgulaması ve ortaya çıkan sonuç:

RİSALE-İ NUR NEDİR? NURCULAR nereye Koşuyor?

50 yıllık yaşamımın Dinim adına en anlamlı sorgulamasını 2009 yılında yaşadım.
Bu sorgulama tanıştığım Nurcu bir mühendis kardeşim sayesinde oldu. O arkadaş, SAİD NURSİ’yi bana anlattı. Aşağıda bu sohbetin bir özetini yaptım.

2009 yılından başladığım okuma, araştırma, sorgulama ve tartışma konulu çalışmalarda gördüm ki “…miş gibi..” yapılarak aslında mevcut dinin bozulmaya çalışıldığı, İslam’ın temel kavramları ve ritüelleri kullanılsa da İSLAMA ait kavramların İÇİ BOŞALTILARAK, İSLAMSI yeni bir dine gidildiği, yeni bir kitap ile “BANA GÖRE DİNİ” elde edildiğidir.

İsa’dan a.s. sonra PAVLUS isimli bir şahıs çıktı. İsa’nın a.s. kendisine seslendiğini ( bizde rüya yoluyla) Havarilerin inananlara (İsevilere) kendisinin ise bütün bir insanlığa mesaj vermekle görevlendirildiğini söyledi. Kendisinin MÜJDECİ olduğunu söyledi. İSEVİLER olarak tanımlanan inananların isimlerini de değiştirdi. İsa’nın a.s. yeniden yeryüzüne ineceğini (bizde de hem İsa hemde Mehdi’nin geleceği) söyledi ve Pavlus öğretisine inananlar HIRİSTİYAN (Mesihçi,Müjdeci) olarak yeni bir sıfatla anılmaya başladılar.

Pavlus talebesi ve doktoru olan LUKA’ya da bir eser yazdırdı. PAGANİST bir eser. Havarilere uyan Nasraniler azınlıkta kaldı. Sonra Tevrat’a ait Şeraiti uygulayan İsa’nın a.s. adı kaldı ortada sadece. Ardından Hıristiyanlar İLHAM ile yazılan mektuplar ve Konsiller ile idare edildiler. Kur’an-ı Kerim bu kitleleri “ …kavramların içini boşalttılar…” olarak tanımlamaktadır.

Bir çok yakınım var ki bu yolda. Bir çok arkadaşım var ki neferi, Nurcular cazibe merkezi olarak gündemin birinci sırasında. Gündelik hayatlarında benim kadar Müslüman. Lakin yazdıkları ve anlattıkları bir acayip. Kabullerinin bir çoğu “ BANA GÖRE DİNİ” Bütün örneklemeler ve ölçüler Risaleden alıntıyla açıklanıyor. Risale ise tıpkı MÜJDECİ kitap gibi “Risale-i Nur dairesine girenler imanlarını kurtarıyor….” , o da son kurtarıcıyı bekliyor. Yani “Köprüden Önce Son Çıkış” ok işaretinin yönü de Risale.

RİSALE-İ NUR ve Müellifi hakkında konuşmak istiyorum. Dinlemek ve anlamak istiyorum. Ard niyet taşımaksızın konuyu irdelemek, tartışmak istiyorum.

Tek Şart; “HAKEM, KUR’AN-I KERİM” olacak.

Konuya yaşadığım tecrübeden hareketle başlamak istiyorum.

Benim hikayem;

2009 yılında bir arkadaşım, Risale-i Nur’u ve Said Nursi’yi bana anlattı. Buna göre kısa kısa,

1-) Said Nursi 14 yaşında iken RÜYA aleminde Resulullah’tan s.a.v. İLİM istemiş ve “Bir başkasına SORU SORMAMAK ?” şartıyla, kendisine VEHBİ ve LEDÜNNİ ilim verilmiş.

Ben sordum; Peki Peygamberimiz s.a.v. Said Nursi’nin bir başkasına sorup, sormadığını nasıl denetlemiş? Ne zamana kadar bu denetim sürmüş? Sonuç karar ne zaman ve kime açıklanmış? Peygamberin İLİM verdiğine dair tarihte örneğiniz ve deliliniz nedir?

2-) Hz.Ali r.a. ile aralıksız birlikte olarak cemaati yönettiğini, Cemaatin adını Hz.Ali’nin r.a. koyduğunu, bir kısım metinleri onun yazdırdığını ya da onay verdiğini, Hz.Ebubekir’in ’r.a. yaşadığı dönemde bir hutbesinde Risale-i Nur’dan açıkça haber verdiğini, Hz.Ali’nin de Ayet-ül Kübra Risalesini okuyarak dua etmesi nedeniyle kabir azabı görmeyeceğinden emin olduğunu,

Ben sordum; Her iki büyük sahabenin ve bilhassa Hz.Ali’nin r.a. yaşayan biriyle günlük mutad bir programla görüşmesini nasıl anlamalıyım? Maide suresi 116,117 de Hz.İsa .a.s örneklemesiyle öldükten sonra insanların yaşayanlarla irtibatının kesildiğini vaaz etmişken.
Sonra 1400 yıl önce Hz.Ali’nin r.a. bu duayı ettiğine dair deliliniz ne?


3-) A.Geylani ve İmamı Rabbani’nin o’nun HADİMİ (Hizmetini gören) olduğunu,Bir tek Hz. Hamza’dan r.a. İSTİMDATta bulunduğunu ve onun bizzat sürekli yardım ettiğini,

Ben sordum, Şehitlerin ölü olmadığını ama yaşayanlarla irtibatlarının da OLAMADIĞINI Kur’an-ı Kerim Yasin 26-27, Bakara 154, Al-i İmran 169-170 ayetlerinde ve konuyla ilgili tefsirlerde ifade ediliyor. Buna göre sahabenin yaşayan Said Nursi ile irtibatını nasıl açıklayacağız?
Tarihen Said Nursi’nin Rusyadaki esaretten nasıl kaçtığı ve kaçırılması sonrası 4 yabancı ülkeden nasıl geçtiği konusu açıklanmamışken, hangi delille A.Geylani ve İmam-ı Rabbani kaçırmıştır diyebiliyoruz?

4-) Kendisine Ulemanın Ekserisinin ortak görüşüyle BEDİÜZZAMAN sıfatının layık görüldüğü, Gavs ve Kutb’un üzerinde bir değer ifade etiğini,

Sordum, Bu ulema kimlerdir? Ne zaman toplanmıştır?, İslam’da Konsil türü toplantı var mıdır? Allah’ın sıfatlarından olan bir benzetme dil tekniğinin izin verdiği söylense de “ ki bu kavramın saptırıldığına inanıyorum” bu ifade çok tehlikeli değil midir? Said Nursi’nin kendi ifadesi hariç O dönemin önemli Din ve Edebiyat adamlarından bu yönde bir açıklama var mıdır? Gavs ve Kutub kavramlarının bazıları tarafından her ne kadar kullanılıyorsa da İSLAM KÖKENLİ olmadığını, Kur’an-ı Kerim’e aykırı olduğunu,

5-) Said Nursi’nin Risaleyi yazmadığını, kendisine Allah tarafından yazdırıldığını, Levh-i mahfuzdan olduğunu, hatta ağzından çıktığı şekliyle yazıldığını, düzenleme bile yapılmadığını, bütünüyle KUSURSUZ ve EKSİKSİZ olduğunu, o nedenle de orijinal metnin korunduğunu ve korunması gerektiğini,

Sordum, Sayılan bu özellikler Kur’an-ı Kerim’e ait özelliklerdir. Bu ikinci bir ilahi bir eser midir? Levh-i Mahfuz Allah’ın bilgisi olduğu, Peygamberimiz’in s.a.v. dahi konu hakkında bilgiye dair bir açıklama yapmadığına göre bu konuda fikir bildirenin hükmü nedir?

6-) Risalenin Kur’an gibi 23 yılda İNZAL olduğunu, yine Risalelerin İNZALİ esnasında Said Nursi’nin hastalandığını,

Bu özellikler tıpkı Peygamberimize vahyedilen Kur’an ve tıpkı Peygamberimiz’e Vahiy geldiğinde rahatsızlandığını örnekleme oluyor. Bu benzetme çok büyük bir iddia değil mi? Buna inanan Risale’yi yeni ilahi kitap kabul etmiş olmaz mı?

7-) Risale-i Nur’a tabi olanların İmanlarını kurtararak, CEHENNEM ATEŞİ GÖRMEYECEKLERİni,

Bu vaadi Peygamberimiz s.a.v. dahi yapmamıştır. Kızı Fatma’ya r.a. bile taahhüt verememişken, iddia sahibi bu dinin dışında yeni bir din tariflemiş olmuyor mu?

:cool: Said Nursi’nin hayatı boyunca kimseye soru sormadığını ancak sorulan her soruya cevap verdiğini, Bilgisini Allah’ın İLHAMI ile edindiğini, Hz.Ali’nin gayb konusunda yardımcı olduğunu,

Hz.Ali r.a. vefat etmiştir. Said Nursi’ye sorulan soruları duyması, sonrasında değerlendirip cevaplarını söylemesi, Güncel gelecekten haber vermesi tarihte büyücüler dışında örneği görülmeyen bir davranış olduğunu,

9-) Geçmiş ve Gelecek yani GAYBE dair bilgisinin olduğunu, MEZARININ YIKILACAĞINI ölümünden 40 yıl önce bilip yazdığını….. benzeri konuları uzun uzun anlattı.

Öleceği gün hakkında kişinin hissetmesini bilemem ama dışındakilerin “evet bak doğruyu söylemiş” demesinin İslam’ın reddettiği ve Kur’an’ın çok açık tanımladığı bir düşünce olduğunu bildiğimi söyledim.

İlk anda çok şaşırdım. Hatta arkadaşımın şaka yaptığını düşündüm. Baktım inandığı gerçeği söylüyor. Daha yetkin Nurculara danıştım ki sonuç aynı. Oturdum Yeni Asya yayınlarından Risaleleri okumaya başladım. Risale-i Nur isimli eserde Arkadaşımın anlattıklarının hepsi gerçek ve fazlası da olduğunu gördüm.

Örneğine hiç rastlamadığım ve duymadığım biçimde kendi kendisini öven, hatta NARSİST, olmayan AHENK, olmayan ilahi disiplin, şeffaflık, açıklayıcılık, gizemler, uzun ve bağlantısı zor kurulan tekrarlı cümleler, delili olmayan sekine, celcelutiye kasidesinin VAHİY olduğu, hint felsefesi Gavs ve Kutup kavramları, Kendisinin bütün gelecek sırları bulduğu, bildiği, son ilahi kitap olan Kur’an-ı Kerim’den sonraki EŞSİZ ve bir daha yazılamayacak EKSİKSİZ ve NOKSANSIZ kitap olduğu gibi.

Ardından, A.Tekhafızoğlu “Nur Risalelerine Eleştirisel Bir Yaklaşım”, A.Bayındır’ın “Doğru Bildiğimiz Yanlışlar ve Aracılık ve Şirk”, Mehmet Erol’un “Hurafelerden Hidayete Doğru Hatıratım”, Prof.Dr.Ahmet Akgündüz “Risale-i Nur’a Yapılan Bazı İtirazlar ve İlmî Cevapları”, “sorularlarisale.com”, “risaleinurenstitusu.org” gibi siteleri inceledim.

Bilhassa “sorularlarisale.com” isimli sitede, eleştirel manada sorulması gereken tüm sorular sorulmuşken, verilen cevaplar karşısında kanım dondu.


Prof.Dr.Ahmet Akgündüz beyin cevabi yazısında “Hâlbuki biz NUR TALEBELERİ şuna inanıyoruz: Şahsî araştırma ve tesbitlerime göre, ASRIMIZIN FERÎD ve müceddid makamını ihrâz eden zat, RİSÂLE-İ NURUN ŞAHS-I MA‘NEVÎSİDİR ve o şahs-ı ma‘nevî adına onun tercümanı olan Bediüzzaman Said Nursi’dir. Bu zatın, daha evvelki veya olsa dahi şu zamandaki bir KUTB-I A‘ZAMIN TASARRUFU ALTINA GİRMEYE MECBURİYETİ YOKTUR. Zira KENDİSİ KUTB-I A‘ZAMLIK MAKAMININ DA ÜZERİNDE OLAN FERDİYYET MAKAMINI İHRÂZ EYLEMİŞTİR.” Bu yazılanları okuduğumda, KUTBU AZAM kavramının ne olduğunu incelediğimde tarifsiz hayal kırıklığı yaşadım.

SON SÖZ; bu konu hakkında konuşmaya ama çok ciddi olarak konuşmaya, eğip bükmeden konuşmaya çok ama çok ihtiyaç var. Delilleriyle, kaynaklarıyla, genel geçer ifadelerden bağımsız olarak, sarıp sarmalamadan konuşmaya çok ihtiyaç var.

AYDIN ÖZEN
 
Saidi Nursi ile alakalı eleştirilere değil forum üyeleri, koca fetullah cemaatinden adamakıllı bir cevap gelmemiştir, gelmesi de mümkün değildir. Ortada gerçek bir kaynak ve o kaynakla çelişen fikirler var. Öyle veya böyle bir hayat yaşamış gitmiştir, yaşadıkları ve siyasi fikirleri tartışmaya açık olsada, eserleri ortadadır. Tevil götürmez...

Said Nursi meselesi bizim için kapanmıştır. İman ve itikadında referans almaya devam edecek olanlara diyecek sözümüz kalmadı.

“Allah, aklını kullanmayanların üzerine pislik boca eder” (Yunus suresi100).
 
Saidi Nursi ile alakalı eleştirilere değil forum üyeleri, koca fetullah cemaatinden adamakıllı bir cevap gelmemiştir, gelmesi de mümkün değildir. Ortada gerçek bir kaynak ve o kaynakla çelişen fikirler var. Öyle veya böyle bir hayat yaşamış gitmiştir, yaşadıkları ve siyasi fikirleri tartışmaya açık olsada, eserleri ortadadır. Tevil götürmez...

Said Nursi meselesi bizim için kapanmıştır. İman ve itikadında referans almaya devam edecek olanlara diyecek sözümüz kalmadı.

“Allah, aklını kullanmayanların üzerine pislik boca eder” (Yunus suresi100).

saidi kürdiye toz konduramayanlar ne hikmetse saidi kürdi hakkındaki iddaların bir tanesini bile çürütecek bir delil getiremediler. allah ile aralarında saidi kürdi gibi geylani gibi mevlana gibi bir çok tağut var yani ebu cehilden hiç bir farkları yok, ebu cehilde allaha inanıyordu ancak arada tağutlar/putlar vardı.

Kuranı bırakmışlar rezalet-i nura sarılmış kendilerin hak yol üzerinde sanıyorlar MÜŞRİK olmuşlar haberleri yok, allah ıslah etsin.
benim için mesele kapanmış değildir, nerde bir küfür görsem elimden geldiğince hakikatı bildireceğimkiiii haberi olmayanlar aldanıpta yanlış yol tutmasın tağutları bıraksınlar.
 
Said Nursi şöyle diyor; “Risale-i Nur, İslami hakikatlere dair ihtiyaçlara kâfi geliyor; başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kesin ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki: İmanı kurtarmanın ve kuvvetlendirmenin en kısa ve en kolayı, Risale-i Nur’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada, Risale-i Nur o yolu kestirir, tahkiki imana ulaştırır. Bu fakir kardeşinize yirmi seneye yakındır, Kuran ve Kuran’dan gelen Risâle-i Nur kâfi geliyor. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitapları da yanımda bulundurmadım. Risale-i Nur, çok çeşitli gerçeklere dair olduğu halde; yazma aşamasında, daha sonra da ben başka kitaplara muhtaç olmadım. Sizin hiç muhtaç olmamanız gerekir. Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başka (kitap)lara bakmıyorum ve meşgul olmuyorum. Siz dahi, Risale-i Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır; belki bu zamanda elzemdir!..” (Kastamonu Lah,)


---------------------------------------------------------------------------------

Duydunuzmu ahali ne demiş büyük alim saidi kürdi efendi: risaleden başka bişey okumayın alayınıza yeterde artar demiş... şakirtlerin zaten başka birşey okumuyor üstad rahat ol sen.
 
Ehl-i dünya bana der: “Ne ile yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanları ve başkasının emeği ile geçinenleri istemiyoruz.”
Elcevap: Ben iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzak olan Allah’tan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim.

Küçüklüğümden beri başkalarının malını kabul etmemek (velev zekât dahi olsa), hem maaş kabul etmemek (yalnız bir iki sene Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyede dostlarımın zorlamasıyla kabul etmeye mecbur oldum), Hem dünyevi maişet için minnet altına girmemek, yaşam prensibimdir. Beni tanıyanlar bunu bilir.
Şu beş senelik sürgün hayatımda, dostlar bana hediye kabul ettirmek için çok çalıştılar; kabul etmedim.
“Öyle ise nasıl idare edersin?” denilse, derim:
Bereket ve İlâhî ikram ile yaşıyorum. Kuran hizmetinin kerameti olarak, erzak hususunda, ikram-ı İlâhî olan berekete mazhar oluyorum. Bir kile (32 kg.) buğday bana bir sene kâfi geldi.
Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Ben bir katran ağacı altında oturdum. Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün ne yapacağız ve bu temiz kalpli adama ne diyeceğim diye düşünürken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: “Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi.”
Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır veya Kuran hizmetine bir ikramdır veya iktisadın bereketli bir menfaatidir veyahut “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. (TARİHÇE-İ HAYAT)
SAİDİ NURSİ

________________________________----


Acaba gerçekten bir insan hiç çalışmaksızın, hediye kabul etmeksizin, maaş almaksızın nasıl yaşar? Said Nursi, yine kendini peygamberlerle yarıştırıyor! Hz. Meryem gibi rızıklandırıldığını söylüyor. İyi de katran ağacı dalları arasında bir ekmek bir kere buldun, seksen kusur sene hep böyle karnını doyurmadın herhalde! Aynı hikâye içinde çay ve şekerden, tereyağından bahsediyorsun, bunları nasıl satın alıyorsun? Bir kile buğday 32-6 kg yapar. Bunu 360 güne böldüğümüzde günde 100 gr. eder. Dört de kedisi vardı! Bu buğdayı kim öğütür, kim pişirir? Hiç mi tuz, yağ, sabun alınmaz? Traş olmaz, berbere gitmez? Ayakkabı, elbise almaz. Kışın ne ile ısınır? Odun, kömür almaz?
Çamlıca’da otururken, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azası iken çok iyi bir maaşı vardı. Buradan kazandığı parayı karagün için saklamış olamaz mı? Diye bir soru akla geliyor. Ne var ki bu parayı da hizmetlisine verdiğini, harca dediğini ve bazı kitaplarını bastırmak için sarfettiğini kendisi söylüyor!
Katran ağacı dalları arasında bulduğu ekmek gökten geldiyse taze ve sıcak olması icap ederdi. Madem Allah’ın ihsanı! Allah böyle sevgili kuluna bayat ekmek göndermez! Böyle bir durum olsaydı bunu ballandıra ballandıra anlatırdı. Anlaşılan ekmek bir çobanın veya ormancının yanında taşımamak için dalların arasına sakladığı bir ekmektir. Gariban dönüşte ekmeğinin birileri tarafından alındığını ve yendiğini anladığında epey hatim inmiştir.
Said Nursi’nin bu anlatımları kesinlikle yalandır. Hiçbir şekilde çalışmayan ve sabit bir geliri olmayan, zekat ve hediye kabul etmeyen bir insanın yaşaması mümkün değildir ve İslami de değildir!
Hâlbuki biliyoruz ki, pek çok peygamberin bir mesleği vardır. El emeğiyle geçinmek tavsiye edilmiştir.
Anlattıkları Ali Kalkancı’nın evin arka penceresinden, hoplayıp gitmesine ve “Soran olursa da, Şeyh uçtu gitti dersiniz” demesine benziyor! Said Nursi nasıl karnını doyurdu? Katran ağacı dalları arasına, Allah’ın koyduğu ekmekle!
Hâlbuki “Nasıl geçiniyorsun?” sorusuna şöyle cevap verebilirdi. “Geçinip gidiyoruz, işte. Allah bir kolaylığını veriyor. Zaten pek masrafım olmuyor. Birkaç kuruş karagün için saklamıştım. Eş dost sağ olsun, vs.”
Said Nursi’den böyle cevaplar alamazsınız. Onun her şeyi anormal olmalı. O, Allah'ın siyaneti/koruması altında! O zamanın harikuladesi! O kendisini Peygamberlerle yarıştırmakta!
 
Araştırmacı sorgulayıcı bir fıtrata sahipsin, kısa bir süre içerisinde çoğu müşterekte birleşeceğiz buna itimadım tamdır. Çünkü mesele mühimdir iman mevzuudur.

he sen kurtarcan dımı ümmeti Muhammed'in imanını. Hay Allah'ım ya. Yahu yazdığı eserlere inan inanma ma SEN NE YAZDIN FORUMA copy+paste den baaşka!.. At tut baska bısey bılme kardesım
 
kur'an ve hz.muhammed size yetmedi de mi şirk peşinde koşarsınız?
 
...Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor, kendini mazur biliyor; ondan nizâ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor.

İstanbul’da malûm itiraz hâdisesi ima ediyor ki, ileride, meşrebini çok beğenen bazı zâtlar ve hodgâm bazı sofi-meşrepler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nur’a ve şakirtlerine karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir...

Kastamonu Lahikası - 120

-----------------------------------------------

Bu neyi dinle, nasıl şikayet ediyor;
Ayrılıkların macerasını nasıl anlatıyor.
...
Ham kişiler, hiç olgunların halinden anlar mı?
O halde sözü kısa kesmek gerektir, vesselâm.”
(Mevlana)


Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.(Hucurat - 11)
 
Geri
Üst