ERMENİ İDDİALARI
Küçük farklılıklar bir yana bırakıldığında Ermeni propaganda ve terör odaklarının Türkiye aleyhine ileri sürdükleri iddiaları başlıca dokuz noktada toplamak mümkündür;
1. Doğu Anadolu Ermeniler’in anayurdudur.
2. Türkler, Selçuklular ve Osmanlılar ile başlayarak, Ermeni topraklarını zorla almış ve işgal etmişlerdir.
4. Türkler, Ermeniler’i 1890’lardan itibaren katletmeye girişmişlerdir.
5. Türkler, Ermeniler’i, 1915’te planlı ve sistemli bir soykırıma tabi tutmuşlardır.
6. Talat Paşa’nın soykırımı emreden gizli telgrafı vardır.
7. Hayatlarını kaybeden Ermeniler’in sayısı 1.500.000’dır.
8. Sevr Antlaşması hala geçerlidir.
9. Türkler, bu gün de Türkiye’deki Ermeniler’i baskı altında tutmaktadır.
SELÇUKLULAR’A KADAR ERMENİLER
Ermenistan ismi, coğrafi bir yöreyi belirtmek için çok eski devirlerden beri kullanıla gelmektedir.Ermeniler , tahminen M.Ö. 6.y.y.da Frigyalılar’ın bir akrabası olarak Balkanlar’a ve Anadolu’ya yerleşmişlerdir.(Sason, Bitlis, Van, Muş, v.b Doğu Anadolu şehirleri)
Buraya geldikleri zaman kendilerine Hay veya Hayasdan adı veriliyordu.Komşu kavimler ise onların yaşadıkları bölgeye “yüksek yer” anlamına gele ARMİNA diyorlardı.Zamanla bu isme izafeten bu kavme de Ermeniler denmeye başladı.
Ermeniler’in ırki kökenleri hakkında kendi kaynakları dahi çelişkidedir.Ermeni dili ise, uzmanlara bakılırsa Asuri, İbrani, İrani, Med, Gürcü, Mingrel, Nairi, İskit, Grek, Arap, Türk, Moğol, Latin ve Rus dillerinin tesirinde kalmıştır. Ve bu dillerin karışımından oluşmuştur.
Tarih çizgisi içinde değerlendirildiğinde ise Ermeniler, M.Ö. 521’den 344’e kadar Pers Vilayeti’nin, 344’ten 215’e kadar Makedonya İmparatorluğu’nun , 215’ten 190’a kadar Selefkitler’in idaresinde yaşamışlar; Ermenistan’ın 190’dan M.S. 220’lere kadar Roma İmparatorluğu ile Partlar arasında sık sık yer değiştirmesinden sonra yine 220’lerden 5.y.y. başına kadar Sasaniler’in , 5.y.y.dan 7.y.y’a kadar Bizanslılar’ın, 7.y.y’dan başlayarak ise bu defa Araplar’ın egemenliğinde kalmışlardır.10.y.y’da yeniden Bizans Vilayetine bağlanmışlardır.Bu devletlerin himayesinde , hoşnutsuzluk çıkınca da hakim devletler tarafından çeşitli yerlere sürüldüler.Sasaniler, İran’ın içine;Araplar Suriye ve Arabistan’a; Bizanslılar da İç Anadolu ve Balkanlar’a sürdüler.
Ermeniler’in 10.y.y’da Arap- Bizans baskısından bunaldığı bu yıllarda bölgeye Oğuz Türkleri’nin gelmeye başladığını görüyoruz.Selçuklu Devleti’nin kurucusu ve Orta Çağ Tarihi’nin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Çağrı Bey’in (990-1060) önderliğinde yaptığı Oğuzlar’ın, Orta Asya’dan Karahanlı ve Gazneli Türk Devletleri’nin arasında sıkışıp kalmaları üzerine kendilerine yeni yurtlar aramaya başlamıştı.1016 ve 1021 yıllarında 200 Türkmen atlısı ile Maveraünnehr’den ayrılan Çağrı Bey, Gazne Devleti’ni bir baştan bir başa geçerek Azerbaycan ve Doğu Anadolu’da keşiflerde bulunmuştur.Hatta bu keşif seferleri esnasında Vaspurakan ve Ani Ermeni Prenslikleri ile de sıcak temasa geçen Çağrı Bey, dönüşünde kardeşi Tuğrul Bey’e bölgenin zengin otlaklar ve yaylalarla dolu olduğunu , Oğuz halkını oralar götürüp yerleştirmenin zaruretini anlatmıştır.Çağrı Bey’e göre bölgede herkese yetecek kadar boş arazi bulunuyordu .
Esat Uras’ın incelediği Ermeni kaynaklarına göre Ermenistan denilen ülke , yüzyıllarca çeşitli devletlerin yönetiminde kalmış ve hemen her zaman büyük devletlerin çarpışma alanını teşkil etmiştir.Burası özellikle kuzeyden inen istilacıların geçit yolu üzerinde bulunmuş, muazzam akınların , güçlerin uğrağı olmuştur.Bu şartlar altında Ermenistan denilen bölgede daimi bir hükümet , bilhassa milli , birleşmiş, devamlı ve güçlü bir Ermeni varlığını kabul etmek imkanı yoktur.Ermeni tarihçilerinin Ermeni krallıkları olarak nitelendirdikleri Ermeni derebeylikleri aslında bir “süzeren”e bağlı ”vassal”lar olarak yaşamışlar, yabancı devletler arasında tampon bölgeler oluşturmuşlardır.Ermeni derebeyliklerinin bir çoğu da bölgeye hakim olan yabancı devletlerce kurdurulmuş, Ermeniler’i kendi saflarına çekmek ya da bir diğer güce karşı kullanmak isteyen devletler kendilerine yakın buldukları Ermeni ailelerini bu beyliklerin başına getirmişlerdir.Kilikya Krallığı’na gelince, bu örgütün özelliği incelendiğinde karşımıza Bizanslılar’a güneyde sınır bekçiliği yapan , kısa aralıklarla anarşi içinde bir süre yaşayabilmiş bir derebeyliğin çıkacağı görülecektir.
Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden önce Bizans, Hıristiyan toplulukları ağır vergiler altında iktisadi açıdan ezerken, ayrıca Ermeniler’i mezhep farklılıklarından dolayı askeri takibata uğratmış ve mezheplerini terke zorlamıştır.Halka yüklenen ağır vergiler ve bilhassa Doğu Hıristiyanlığını Ortodokslaştırma siyaseti , Gregoryan Ermenileri ile Bizans arasında yaşanan sorunun temelini oluşturur.Ayrıca Bizans’ın Selçuklu fethinden önce Ermeniler’in yoğun olarak yaşadığı Doğu Anadolu bölgesini ilhak ettiğini biliyoruz.
Doğu Anadolu, Türk akınlarının başlamasından önce Bizans tarafından ilhak edilmiştir.Bölgede yaşayan Ermeniler’in önemli bir kısmı İç Anadolu Bölgesi’ne göçe zorlanmıştır.Yaşadıkları bölgeden ayrılmak zorunda kalan Ermeniler’in bir bölümü, daha sonra Çukurova bölgesine inmiştir.Böylece Ermeniler Doğu ve Güneydoğu, İç Anadolu ve Çukurova bölgeleri olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmışlar.
Tarihte Ermeniler’in Türk idaresine girişleri, onların yaşadıkları bölgelerin Bizans İmparatorluğu’nun elinden alınması şeklinde olmuştur.Bizans’ın zulmüne dayanamayan Ermeniler, Alparslan’ın Anadolu kapılarındaki ordusunu kendileri için bir kurtarıcı olarak karşılamışlardır.Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusunda çok sayıda Ermeni bulunuyordu.Bizans , Ermeniler üzerindeki zulmü sebebiyle bunlardan emin olmadığı için Diyojen, taburların , Ermeniler’den gelebilecek aleyhte bir davranıştan korumak için özel tedbirler almak zorunda kalmıştı.Harp sırasında Ermeniler, Bizans ordusunu terk ederek “Türkler’e arkadaşça davrandılar”.Selçuklu Devleti de onlara bu davranışlarının mükafatı olarak huzurlu bir hayat temin etti.Selçuklu Sultanı Melikşah’ın çağdaşı Urfalı Ermeni Tarihçisi Matieus,Selçuklu Türkleri idaresindeki Ermenilerin huzurlu hayatını şöyle tasvir ediyor:”Melikşah’ın saltanatı Allah’ın lütfuna mahzar oldu.Hakimiyetindeki uzak ülkelere kadar yayıldı ve Ermeniler’e huzur verdi.Dünyanın hakimi Melikşah , sayısız askerlerden mürekkep ordusu ile Romalılar’ın memleketlerini fethe girişti.Kalbi Hıristiyanlığa şefkatle dolu idi.Geçtiği ülkelerin halkına bir baba gibi davrandı.Bir çok şehir ve vilayet kendi arzusu ile onun idaresine girdi.Bütün Ermeni ve Rum beldeleri onun kanunlarını tanıdı”
ERMENİLER NİÇİN TÜRK İDARESİNİ KABUL ETTİLER?
Ermeniler, Bizans zamanında olduğu gibi ağır vergiler altında ezilmemiş, siyasi maksatlarla ve haksız olarak sürgüne gönderilmemiş, dini yapılarına zarar verilmemiş; inançlarının gereklerini istedikleri gibi yerine getirebilmişlerdir.
Yüzyıllar boyunca Osmanlı idaresi altında yaşamış olan Ermeniler,bu süre içinde toplumun bir parçasını oluşturmuşlar , çeşitli devlet görevlerinde bulunmuşlardır.İçlerinden bir çoğu da ticaret, musiki,edebiyat, mimari vs. gibi alanlarda önemli işler başarmışlardır.Sosyal ve iktisadi hayatta kazanmış oldukları bu statü sayesinde, Türkler’le rahatça uyum sağlayarak , en nüfuzlu reaya konumuna sahip olmuşlardır. Öyle ki görev yaptığı yıllarda Ermeniler’in Osmanlı Devleti’ndeki durumunu gözlemleyen Alman Generali Moltke, onlar için şu değerlendirmeyi yapmıştır:”Bu Ermeniler’e hakikatte Hırıstiyan Türkler denilebilir. Rumlar’ın kendi benliklerini korumalarına rağmen ,Ermeniler Türk adetlerini ,hatta dilini benimsemişlerdir.Bir Ermeni kadınını sokakta bir Türk kadınından ayırmak mümkün değildir”.Bu konumları ile Ermeniler’in” Sadık Millet “ olarak vasıflandırıldıkları da bilinmektedir.
Ermeniler’in,bütün bu avantajları elde edebilmeleri ,Osmanlı Devleti’nin kendilerine sonsuz bir himaye ve lütuf göstermesi sayesinde olabilmiştir.Gerçekten de Osmanlı Devleti, kuruluş döneminden itibaren Ermenileri iyi niyetle himayesine almıştır.Onlar da Osmanlılar’a sığınmış , sadakatten ayrılmayacaklarına dair yemin etmiş bulunduklarından , diğerlerinden ayrı tutulmuşlardır.
OSMANLI İDARESİNDE ERMENİLER
İlk Osmanlı padişahı Osman Bey, Ermeniler’in Bizans zulmünden korunmaları için Anadolu’da bir toplum olarak örgütlerine izin vermiş ve Batı Anadolu’daki ilk Ermeni dini merkezi Kütahya’da kurulmuştur.Bursa’nın alınarak başkent yapılması üzerine bu dini merkez Kütahya’dan Bursa’ya taşınmış ve Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra Bursa’daki dini lider Hovakim 1461’de yeni payitahta getirilmiş ve ferman-ı hümayunla burada bir Ermeni Patrikhanesi kurulmuştur.Osmanlı Devleti’ndeki “millet sistemi” içerisinde Ermeniler “Gregoryan Milleti” olarak örgütlenmişler ve dini liderlerinin yönetimine bırakılmışlardır.Doğu Anadolu kasaba ve köylerinde yaşayan Ermeniler, çiftçilikle uğraşırken, şehirdekiler de ticaret, sarraflık, kuyumculuk ve müteahhitlikle geçiniyorlardı.Osmanlı Ermeniler’i bilhassa Yunan isyanlarından sonra Saray’da, Hariciye’de Rumlar’a verilen görevler Ermeniler’e aktarılmaya başlamış; vali, müfettiş, elçi hatta nazır olarak tayin edilmişlerdir.
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA GAYR-I MÜSLİMLER
Türkler daha çok asker, çiftçi, kamu görevlisiyken Rumlar; denizci ve tüccardı.Ermeniler ise esnaf, zanaatkar, banker, tüccar ve simsardı. Osmanlılar’ın dış ticareti genellikle Ermeniler tarafından yürütülmekte idi.Bunun sonucunda Ermeniler çok zenginleşmişlerdir.Ayrıca azınlıkların askerlik hizmeti ile yükümlü olmamaları da onların ticari alanda başarı kazanmalarının en büyük nedenlerinden birisi idi.Ermeniler devletin bütün kademelerinde yer almışlardı:
Paşa 29
Bakan 22
Mebus 33
Büyükelçi 7
Diplomat 1
Üniversite öğretim üyesi 11
Yüksek rütbeli subay 41
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gayr-ı Müslimler, özellikle dini, eğitim ve aile hukukunu ilgilendiren doğum, evlenme, boşanma, vasiyet , miras gibi konularla ilgili meselelerini , kendi kurumlarının sitemi içinde çözebilmek ve düzenleyebilmek hakkına sahiptiler.Böyle olmakla beraber, bunların kendi kurumlarına başvuracakları pek çok konuda dahi Osmanlı hukuk mercii olan kadı mahkemelerini tercih ettikleri görülmektedir.Bu tercihin en önemli sebebi, şüphesiz kadı mahkemelerinin hem uygulamada hem de onlar nazarında daha güçlü ve muteber olmasıdır.Bunun yanında gayr-ı Müslim unsurlar, meselelerini en yüksek karar mercii olan Divan-ı Hümayun’a da götürebilmekte ve hatta bu konu ile ilgili Şeyhülislamdan fetva istem hakkına dahi sahiptiler.
ERMENİSTAN’IN İSTİKLALİ İÇİN YAPILAN İLK TEŞEBBÜSLER
Ermeni Devleti’nin yeniden kurulması ve istiklaline kavuşması için yapılan ilk teşebbüsün İsrel Ori adındaki Karabağlı bir Ermeni din adamı tarafından yapıldığını görmekteyiz.Türkler’in, 1683 yılında Viyana önlerinde bozguna uğraması bütün Hıristiyan aleminde olduğu gibi, Omsalı idaresinde yaşayan bazı Hıristiyan ileri gelenlerde de çeşitli ümit ve düşünceler uyandırmıştı.Bu gelişmeden etkilenen kişilerden biri de İsrel Ori idi. 1698-1711 yılları arasında Fransa, İngiltere, Almanya, ve Rusya’yı dolaşan ve Ermenistan’ı kurtarmak için bir Haçlı seferi düzenlemeye çalışan İsrel Ori , bu teşebbüsünde bütün gayretlerine rağmen muvaffak olamamıştı.Fakat, İsrel Ori’nin Rus Çar’ı Petro’ya (1683-1725) Kafkaslar ve bilhassa iki Hıristiyan topluluk olan Ermeniler ve Gürcüler hakkında verdiği bilgiler, Ruslar’ın dikkatini bu bölgeye çekmeye yetmişti.
ŞARK MESELESİ
“Şark Meselesi” , son iki yüz yıl dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiş, “güç dengesi”nin tesisinde en mühim amillerden biri olmuş , entrikalara , kıskançlıklara ve pazarlıklara sebebiyet vermiştir.
Her Batılı devlet, “güç dengesi “politikasına titizlikle riayet ettiği gibi “Şark Meselesi”ni kendi menfaatine en uygun şekilde halletme yollarını aradı. Bütün Avrupa devletleri , özellikle Çarlık Rusyası , “Şark Meselesi” ile uğraşmayı dış politikasının esas unsuru haline getirmiştir.
“Şark Meselesi” belirgin hatlarıyla iki önemli safha geçirmiştir.
Bunlardan birincisi “1071-1683 yılları arasındaki “Şark Meselesi”dir. Bu tarihler arasında Avrupa savunmada ,Türkler taarruz halindedir. Bu birinci safhada Batı için “Şark Meselesi”;
*Türkleri Anadolu’ya sokmamak
*Türkleri Anadolu’da durdurmak.
*Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek.
*İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek
*Türkler’in Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak v.b. politikalar uygulamaktı.
“Şark Meselesi”nin Batılılarca bu hedeflerine rağmen ,Türkler Anadolu’ya girmiş ,Balkanlar’ı tamamen zaptetmiş ve Viyana kapılarına kadar dayanmıştı. Ancak 1683 tarihinde Türklerin Viyana önlerindeki yenilgisi “Şark Meselesi”nin birinci safhasını da sona erdirmiştir. Gene bu tarihte “Şark Meselesi”nin ikinci safhası başlamıştır. Bu safhada ,Türkler savunmada ,Avrupa ise taarruz halindedir.
“Şark Meselesi”ne ikinci aşamada , özellikle 19.y.y.ın ikinci yarısından itibaren emperyalist zihniyet ilave edilmiştir. Ancak,Hıristiyan Batı, hem Haçlı zihniyetini hem de emperyalist zihniyetini gölgeleyebilmek için kendisinin daima hümanist zihniyetle hareket ettiğini propaganda yoluyla dünya kamu oyuna telkin etmeye çalışmıştır.
1920 yıllarına kadar devam eden bu safhada “Şark Meselesi”nin gelişmesi şu şekilde gerçekleşecektir.
Küçük farklılıklar bir yana bırakıldığında Ermeni propaganda ve terör odaklarının Türkiye aleyhine ileri sürdükleri iddiaları başlıca dokuz noktada toplamak mümkündür;
1. Doğu Anadolu Ermeniler’in anayurdudur.
2. Türkler, Selçuklular ve Osmanlılar ile başlayarak, Ermeni topraklarını zorla almış ve işgal etmişlerdir.
4. Türkler, Ermeniler’i 1890’lardan itibaren katletmeye girişmişlerdir.
5. Türkler, Ermeniler’i, 1915’te planlı ve sistemli bir soykırıma tabi tutmuşlardır.
6. Talat Paşa’nın soykırımı emreden gizli telgrafı vardır.
7. Hayatlarını kaybeden Ermeniler’in sayısı 1.500.000’dır.
8. Sevr Antlaşması hala geçerlidir.
9. Türkler, bu gün de Türkiye’deki Ermeniler’i baskı altında tutmaktadır.
SELÇUKLULAR’A KADAR ERMENİLER
Ermenistan ismi, coğrafi bir yöreyi belirtmek için çok eski devirlerden beri kullanıla gelmektedir.Ermeniler , tahminen M.Ö. 6.y.y.da Frigyalılar’ın bir akrabası olarak Balkanlar’a ve Anadolu’ya yerleşmişlerdir.(Sason, Bitlis, Van, Muş, v.b Doğu Anadolu şehirleri)
Buraya geldikleri zaman kendilerine Hay veya Hayasdan adı veriliyordu.Komşu kavimler ise onların yaşadıkları bölgeye “yüksek yer” anlamına gele ARMİNA diyorlardı.Zamanla bu isme izafeten bu kavme de Ermeniler denmeye başladı.
Ermeniler’in ırki kökenleri hakkında kendi kaynakları dahi çelişkidedir.Ermeni dili ise, uzmanlara bakılırsa Asuri, İbrani, İrani, Med, Gürcü, Mingrel, Nairi, İskit, Grek, Arap, Türk, Moğol, Latin ve Rus dillerinin tesirinde kalmıştır. Ve bu dillerin karışımından oluşmuştur.
Tarih çizgisi içinde değerlendirildiğinde ise Ermeniler, M.Ö. 521’den 344’e kadar Pers Vilayeti’nin, 344’ten 215’e kadar Makedonya İmparatorluğu’nun , 215’ten 190’a kadar Selefkitler’in idaresinde yaşamışlar; Ermenistan’ın 190’dan M.S. 220’lere kadar Roma İmparatorluğu ile Partlar arasında sık sık yer değiştirmesinden sonra yine 220’lerden 5.y.y. başına kadar Sasaniler’in , 5.y.y.dan 7.y.y’a kadar Bizanslılar’ın, 7.y.y’dan başlayarak ise bu defa Araplar’ın egemenliğinde kalmışlardır.10.y.y’da yeniden Bizans Vilayetine bağlanmışlardır.Bu devletlerin himayesinde , hoşnutsuzluk çıkınca da hakim devletler tarafından çeşitli yerlere sürüldüler.Sasaniler, İran’ın içine;Araplar Suriye ve Arabistan’a; Bizanslılar da İç Anadolu ve Balkanlar’a sürdüler.
Ermeniler’in 10.y.y’da Arap- Bizans baskısından bunaldığı bu yıllarda bölgeye Oğuz Türkleri’nin gelmeye başladığını görüyoruz.Selçuklu Devleti’nin kurucusu ve Orta Çağ Tarihi’nin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Çağrı Bey’in (990-1060) önderliğinde yaptığı Oğuzlar’ın, Orta Asya’dan Karahanlı ve Gazneli Türk Devletleri’nin arasında sıkışıp kalmaları üzerine kendilerine yeni yurtlar aramaya başlamıştı.1016 ve 1021 yıllarında 200 Türkmen atlısı ile Maveraünnehr’den ayrılan Çağrı Bey, Gazne Devleti’ni bir baştan bir başa geçerek Azerbaycan ve Doğu Anadolu’da keşiflerde bulunmuştur.Hatta bu keşif seferleri esnasında Vaspurakan ve Ani Ermeni Prenslikleri ile de sıcak temasa geçen Çağrı Bey, dönüşünde kardeşi Tuğrul Bey’e bölgenin zengin otlaklar ve yaylalarla dolu olduğunu , Oğuz halkını oralar götürüp yerleştirmenin zaruretini anlatmıştır.Çağrı Bey’e göre bölgede herkese yetecek kadar boş arazi bulunuyordu .
Esat Uras’ın incelediği Ermeni kaynaklarına göre Ermenistan denilen ülke , yüzyıllarca çeşitli devletlerin yönetiminde kalmış ve hemen her zaman büyük devletlerin çarpışma alanını teşkil etmiştir.Burası özellikle kuzeyden inen istilacıların geçit yolu üzerinde bulunmuş, muazzam akınların , güçlerin uğrağı olmuştur.Bu şartlar altında Ermenistan denilen bölgede daimi bir hükümet , bilhassa milli , birleşmiş, devamlı ve güçlü bir Ermeni varlığını kabul etmek imkanı yoktur.Ermeni tarihçilerinin Ermeni krallıkları olarak nitelendirdikleri Ermeni derebeylikleri aslında bir “süzeren”e bağlı ”vassal”lar olarak yaşamışlar, yabancı devletler arasında tampon bölgeler oluşturmuşlardır.Ermeni derebeyliklerinin bir çoğu da bölgeye hakim olan yabancı devletlerce kurdurulmuş, Ermeniler’i kendi saflarına çekmek ya da bir diğer güce karşı kullanmak isteyen devletler kendilerine yakın buldukları Ermeni ailelerini bu beyliklerin başına getirmişlerdir.Kilikya Krallığı’na gelince, bu örgütün özelliği incelendiğinde karşımıza Bizanslılar’a güneyde sınır bekçiliği yapan , kısa aralıklarla anarşi içinde bir süre yaşayabilmiş bir derebeyliğin çıkacağı görülecektir.
Anadolu’nun Türkler tarafından fethinden önce Bizans, Hıristiyan toplulukları ağır vergiler altında iktisadi açıdan ezerken, ayrıca Ermeniler’i mezhep farklılıklarından dolayı askeri takibata uğratmış ve mezheplerini terke zorlamıştır.Halka yüklenen ağır vergiler ve bilhassa Doğu Hıristiyanlığını Ortodokslaştırma siyaseti , Gregoryan Ermenileri ile Bizans arasında yaşanan sorunun temelini oluşturur.Ayrıca Bizans’ın Selçuklu fethinden önce Ermeniler’in yoğun olarak yaşadığı Doğu Anadolu bölgesini ilhak ettiğini biliyoruz.
Doğu Anadolu, Türk akınlarının başlamasından önce Bizans tarafından ilhak edilmiştir.Bölgede yaşayan Ermeniler’in önemli bir kısmı İç Anadolu Bölgesi’ne göçe zorlanmıştır.Yaşadıkları bölgeden ayrılmak zorunda kalan Ermeniler’in bir bölümü, daha sonra Çukurova bölgesine inmiştir.Böylece Ermeniler Doğu ve Güneydoğu, İç Anadolu ve Çukurova bölgeleri olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmışlar.
Tarihte Ermeniler’in Türk idaresine girişleri, onların yaşadıkları bölgelerin Bizans İmparatorluğu’nun elinden alınması şeklinde olmuştur.Bizans’ın zulmüne dayanamayan Ermeniler, Alparslan’ın Anadolu kapılarındaki ordusunu kendileri için bir kurtarıcı olarak karşılamışlardır.Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusunda çok sayıda Ermeni bulunuyordu.Bizans , Ermeniler üzerindeki zulmü sebebiyle bunlardan emin olmadığı için Diyojen, taburların , Ermeniler’den gelebilecek aleyhte bir davranıştan korumak için özel tedbirler almak zorunda kalmıştı.Harp sırasında Ermeniler, Bizans ordusunu terk ederek “Türkler’e arkadaşça davrandılar”.Selçuklu Devleti de onlara bu davranışlarının mükafatı olarak huzurlu bir hayat temin etti.Selçuklu Sultanı Melikşah’ın çağdaşı Urfalı Ermeni Tarihçisi Matieus,Selçuklu Türkleri idaresindeki Ermenilerin huzurlu hayatını şöyle tasvir ediyor:”Melikşah’ın saltanatı Allah’ın lütfuna mahzar oldu.Hakimiyetindeki uzak ülkelere kadar yayıldı ve Ermeniler’e huzur verdi.Dünyanın hakimi Melikşah , sayısız askerlerden mürekkep ordusu ile Romalılar’ın memleketlerini fethe girişti.Kalbi Hıristiyanlığa şefkatle dolu idi.Geçtiği ülkelerin halkına bir baba gibi davrandı.Bir çok şehir ve vilayet kendi arzusu ile onun idaresine girdi.Bütün Ermeni ve Rum beldeleri onun kanunlarını tanıdı”
ERMENİLER NİÇİN TÜRK İDARESİNİ KABUL ETTİLER?
Ermeniler, Bizans zamanında olduğu gibi ağır vergiler altında ezilmemiş, siyasi maksatlarla ve haksız olarak sürgüne gönderilmemiş, dini yapılarına zarar verilmemiş; inançlarının gereklerini istedikleri gibi yerine getirebilmişlerdir.
Yüzyıllar boyunca Osmanlı idaresi altında yaşamış olan Ermeniler,bu süre içinde toplumun bir parçasını oluşturmuşlar , çeşitli devlet görevlerinde bulunmuşlardır.İçlerinden bir çoğu da ticaret, musiki,edebiyat, mimari vs. gibi alanlarda önemli işler başarmışlardır.Sosyal ve iktisadi hayatta kazanmış oldukları bu statü sayesinde, Türkler’le rahatça uyum sağlayarak , en nüfuzlu reaya konumuna sahip olmuşlardır. Öyle ki görev yaptığı yıllarda Ermeniler’in Osmanlı Devleti’ndeki durumunu gözlemleyen Alman Generali Moltke, onlar için şu değerlendirmeyi yapmıştır:”Bu Ermeniler’e hakikatte Hırıstiyan Türkler denilebilir. Rumlar’ın kendi benliklerini korumalarına rağmen ,Ermeniler Türk adetlerini ,hatta dilini benimsemişlerdir.Bir Ermeni kadınını sokakta bir Türk kadınından ayırmak mümkün değildir”.Bu konumları ile Ermeniler’in” Sadık Millet “ olarak vasıflandırıldıkları da bilinmektedir.
Ermeniler’in,bütün bu avantajları elde edebilmeleri ,Osmanlı Devleti’nin kendilerine sonsuz bir himaye ve lütuf göstermesi sayesinde olabilmiştir.Gerçekten de Osmanlı Devleti, kuruluş döneminden itibaren Ermenileri iyi niyetle himayesine almıştır.Onlar da Osmanlılar’a sığınmış , sadakatten ayrılmayacaklarına dair yemin etmiş bulunduklarından , diğerlerinden ayrı tutulmuşlardır.
OSMANLI İDARESİNDE ERMENİLER
İlk Osmanlı padişahı Osman Bey, Ermeniler’in Bizans zulmünden korunmaları için Anadolu’da bir toplum olarak örgütlerine izin vermiş ve Batı Anadolu’daki ilk Ermeni dini merkezi Kütahya’da kurulmuştur.Bursa’nın alınarak başkent yapılması üzerine bu dini merkez Kütahya’dan Bursa’ya taşınmış ve Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra Bursa’daki dini lider Hovakim 1461’de yeni payitahta getirilmiş ve ferman-ı hümayunla burada bir Ermeni Patrikhanesi kurulmuştur.Osmanlı Devleti’ndeki “millet sistemi” içerisinde Ermeniler “Gregoryan Milleti” olarak örgütlenmişler ve dini liderlerinin yönetimine bırakılmışlardır.Doğu Anadolu kasaba ve köylerinde yaşayan Ermeniler, çiftçilikle uğraşırken, şehirdekiler de ticaret, sarraflık, kuyumculuk ve müteahhitlikle geçiniyorlardı.Osmanlı Ermeniler’i bilhassa Yunan isyanlarından sonra Saray’da, Hariciye’de Rumlar’a verilen görevler Ermeniler’e aktarılmaya başlamış; vali, müfettiş, elçi hatta nazır olarak tayin edilmişlerdir.
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA GAYR-I MÜSLİMLER
Türkler daha çok asker, çiftçi, kamu görevlisiyken Rumlar; denizci ve tüccardı.Ermeniler ise esnaf, zanaatkar, banker, tüccar ve simsardı. Osmanlılar’ın dış ticareti genellikle Ermeniler tarafından yürütülmekte idi.Bunun sonucunda Ermeniler çok zenginleşmişlerdir.Ayrıca azınlıkların askerlik hizmeti ile yükümlü olmamaları da onların ticari alanda başarı kazanmalarının en büyük nedenlerinden birisi idi.Ermeniler devletin bütün kademelerinde yer almışlardı:
Paşa 29
Bakan 22
Mebus 33
Büyükelçi 7
Diplomat 1
Üniversite öğretim üyesi 11
Yüksek rütbeli subay 41
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gayr-ı Müslimler, özellikle dini, eğitim ve aile hukukunu ilgilendiren doğum, evlenme, boşanma, vasiyet , miras gibi konularla ilgili meselelerini , kendi kurumlarının sitemi içinde çözebilmek ve düzenleyebilmek hakkına sahiptiler.Böyle olmakla beraber, bunların kendi kurumlarına başvuracakları pek çok konuda dahi Osmanlı hukuk mercii olan kadı mahkemelerini tercih ettikleri görülmektedir.Bu tercihin en önemli sebebi, şüphesiz kadı mahkemelerinin hem uygulamada hem de onlar nazarında daha güçlü ve muteber olmasıdır.Bunun yanında gayr-ı Müslim unsurlar, meselelerini en yüksek karar mercii olan Divan-ı Hümayun’a da götürebilmekte ve hatta bu konu ile ilgili Şeyhülislamdan fetva istem hakkına dahi sahiptiler.
ERMENİSTAN’IN İSTİKLALİ İÇİN YAPILAN İLK TEŞEBBÜSLER
Ermeni Devleti’nin yeniden kurulması ve istiklaline kavuşması için yapılan ilk teşebbüsün İsrel Ori adındaki Karabağlı bir Ermeni din adamı tarafından yapıldığını görmekteyiz.Türkler’in, 1683 yılında Viyana önlerinde bozguna uğraması bütün Hıristiyan aleminde olduğu gibi, Omsalı idaresinde yaşayan bazı Hıristiyan ileri gelenlerde de çeşitli ümit ve düşünceler uyandırmıştı.Bu gelişmeden etkilenen kişilerden biri de İsrel Ori idi. 1698-1711 yılları arasında Fransa, İngiltere, Almanya, ve Rusya’yı dolaşan ve Ermenistan’ı kurtarmak için bir Haçlı seferi düzenlemeye çalışan İsrel Ori , bu teşebbüsünde bütün gayretlerine rağmen muvaffak olamamıştı.Fakat, İsrel Ori’nin Rus Çar’ı Petro’ya (1683-1725) Kafkaslar ve bilhassa iki Hıristiyan topluluk olan Ermeniler ve Gürcüler hakkında verdiği bilgiler, Ruslar’ın dikkatini bu bölgeye çekmeye yetmişti.
ŞARK MESELESİ
“Şark Meselesi” , son iki yüz yıl dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiş, “güç dengesi”nin tesisinde en mühim amillerden biri olmuş , entrikalara , kıskançlıklara ve pazarlıklara sebebiyet vermiştir.
Her Batılı devlet, “güç dengesi “politikasına titizlikle riayet ettiği gibi “Şark Meselesi”ni kendi menfaatine en uygun şekilde halletme yollarını aradı. Bütün Avrupa devletleri , özellikle Çarlık Rusyası , “Şark Meselesi” ile uğraşmayı dış politikasının esas unsuru haline getirmiştir.
“Şark Meselesi” belirgin hatlarıyla iki önemli safha geçirmiştir.
Bunlardan birincisi “1071-1683 yılları arasındaki “Şark Meselesi”dir. Bu tarihler arasında Avrupa savunmada ,Türkler taarruz halindedir. Bu birinci safhada Batı için “Şark Meselesi”;
*Türkleri Anadolu’ya sokmamak
*Türkleri Anadolu’da durdurmak.
*Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek.
*İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek
*Türkler’in Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak v.b. politikalar uygulamaktı.
“Şark Meselesi”nin Batılılarca bu hedeflerine rağmen ,Türkler Anadolu’ya girmiş ,Balkanlar’ı tamamen zaptetmiş ve Viyana kapılarına kadar dayanmıştı. Ancak 1683 tarihinde Türklerin Viyana önlerindeki yenilgisi “Şark Meselesi”nin birinci safhasını da sona erdirmiştir. Gene bu tarihte “Şark Meselesi”nin ikinci safhası başlamıştır. Bu safhada ,Türkler savunmada ,Avrupa ise taarruz halindedir.
“Şark Meselesi”ne ikinci aşamada , özellikle 19.y.y.ın ikinci yarısından itibaren emperyalist zihniyet ilave edilmiştir. Ancak,Hıristiyan Batı, hem Haçlı zihniyetini hem de emperyalist zihniyetini gölgeleyebilmek için kendisinin daima hümanist zihniyetle hareket ettiğini propaganda yoluyla dünya kamu oyuna telkin etmeye çalışmıştır.
1920 yıllarına kadar devam eden bu safhada “Şark Meselesi”nin gelişmesi şu şekilde gerçekleşecektir.