
Korku ögeleri günümüz popüler kültüründe gün geçtikçe gözden düşüyor. Bunu hem bu alana olan ilginin azalmasından dolayı, hem de bu alanın salt parçalarının git gide değişik bir şekilde yorumlanarak artık korkutucu olmaktan çıkıp, bilakis sempati duyulan şeyler haline gelmesinden dolayı söylüyorum. Eskiden vampirler korkutucuydu, şimdiyse hangi filmde, hangi dizide bir vampir görsek, bir korku ögesi yerine, sunumu tam bir “aşk adamı” şeklinde yapılıyor ve bunu izleyenlerin çoğunluğu da korku bir yana, bunlara özeniyorlar.
‘Zombi’ kavramının yaşayan ölüden, virüsten etkilenmiş ve insanlıktan çıkmış kişiler şekline dönüştürülmesi bir nebze kabul edilir olsa da, ismi lazım olmayan -siz tahmin edeceksinizdir- korku oyunundaki zombilerin ağır hareket eden, korkutucu sesler çıkaran ve sizin çaresiz hissetmenizi sağlayan yaratıklar halinden çıkıp; normal bir insan gibi hareket etmesi, sizinle silahlı çatışmaya dahi girmesi belki de korku türünün popüler kültür kotasında iyiceden öz benliğini yitirdiğinin en sağlam delilidir. Neyse ki yine de bu türü yaşatmaya çalışan yapımlar da var, bunlardan biri de Silent Hill. Korku türünün efsanelerinden olan yapım, her ne kadar birkaç oyundur adını layıkıyla taşıyamasa da bu alandaki varlığını korumayı sürdürüyor. Silent Hill Downpour’da her ne kadar gerçek korku fanlarının özlediği türden bir yapım olsa da, bu yönü dışında pek de bekleneni veremiyor.

DÖNDÜK YİNE SILENT HILL’E
Murphy Pendleton bir mahkum ve bir başka hapishaneye nakli sırasında, nakil aracı kaza yapıyor ve Murphy bu kazadan sağ kurtulmayı başarıyor. Zaten bu hikayeyi oyun duyurulduğundan bu yana az çok takip edenler biliyorlardır. Kazanın olduğu yer meşhur Silent Hill dolayları ve Murphy’nin amacı da bu cehennemden sağ olarak kurtulmak. Klasik bir hikaye gibi görünebilir, ancak Vatra Games oyundaki baş karakterimizin geçmişini gizli tutmayı tercih etmiş ve hemen oyunun başında gösterilen kısa birkaç anlam verilemeyen video ile de oyuncunun da karakterin geçmişini merak etmesi sağlanmış. Oyunda bir yandan Silent Hill’den kurtulmaya çalışırken, bir yandan da Murphy’i daha da yakından tanıyoruz, yani oyunda çift yönlü bir ilerleme söz konusu ve bu da oyunun sıradanlığını bir nebze olsun kırmayı başarıyor.

Silent Hill’i bilenler oyunun nasıl işlediğinin de farkındadırlar. Bu yapımda da önceki oyunlarda olduğu gibi bol bol etrafı kolaçan edip, bir takım bulmacaları çözüyor, yaratıklarla mücadele ediyor ve yeniden eski yaşantımıza dönmeye çalışıyoruz, gerçi Murphy için son söylediğim pek de geçerli olmayabilir. Yalnız Downpour’un önceki oyunlara göre daha fazla aksiyon odaklı olduğunu söyleyebilirim, yine de gözünüzün önüne Resident Evil 5 gibi bir yapım gelmesin, bu arada az önce adını vermediğim oyunun da Resi Evil 5 olduğunu söyleyeyim, doğru tahmin edenlerin hediyeleri yola çıktı bile(!). Neyse şaka bir yana… Downpour’daki aksiyon daha ziyade bulmaca çözmediğiniz anlarda sizi oyalamalık olarak karşınıza çıkıyor. Oyundaki hemen her şeyi (taş, odun, balta, levye, tabanca vs.) silah olarak kullanabiliyor olmamız da güzel, bu açıdan pek fazla silah sıkıntımız da olmuyor; ancak silahların “eskime” mekanizmasına sahip olması, bir süre sonra yumruklarınızı konuşturmanız gerektiği anlamına gelebilir, bu açından bir silahı pek fazla kullanmamanızı öneririm.

Murphy her ne kadar eline ne geçirirse onu silah olarak kullanabiliyorsa da, dövüş konusunda pek de becerikli değil. Aslında burada suç Murphy’den ziyade yapımcılarda. Saldırı anındaki animasyonlar çok kötü ve tek düze duruyor. Bu hem Murphy, hem de ona saldıran yaratıklar için geçerli. Ayrıca oyunda yalnızca beş, altı farklı türden düşman grubu olması ve bunların da saldırılarını genelde belli bir şablona göre gerçekleştirmeleri oyundaki aksiyon anlarının pek de zevkli geçmemesine yol açıyor. Aksiyon kısımları daha ziyade oyuncuların bulmacalar arasında çerezlik olarak eğlenmeleri için oyuna dahil edilmiş gibi duruyor.
Bulmacalar ise hoşuma gitti. Özellikle bazı bulmacaların sadece dikkat odaklı olması iyi bir beyin fırtınası yapmanıza yol açarken, bazılarının ise birkaç aşamalı olması ve illa ki bir takım materyallere ihtiyaç duymanız, oyunda bütün her yeri dolaşmanız için sizi teşvik ediyor. Zaman zaman artan gerilim müziği ve duymak istemeyeceğiniz türden sesler ile Murphy’nin korktuğunu hareketleriyle belli etmesi de oyunu daha da bir amacına yaklaştırıyor. Yalnız yapımcılar korkuyu Murphy’e yansıtma konusunu pek de iyi iş başaramamışlar. Özellikle zaman zaman Murphy’nin attığı çığlıkların aşırı yapay durması ve onlarca yaratık gördüğü durumda bile hiçbir korku belirtisi göstermemesi karakterin kendisiyle çelişmesine yol açıyor ki, aynı karakter tek bir yaratık gördü mü korkudan direk küfür savuran bir kişi. Bunun dışında Murphy yaralandığındaysa elbisesinde kanlar olması ve yürüyüşünün sendeler hale gelmesi güzel bir ayrıntı.

Ana görevlerin yanı sıra, yapımcılar oyuna yan görevler de eklemeyi tercih etmişler. Oyun ne de olsa açık dünyalı bir yapım sayılır ve bu büyük dünyada tek amacınızın buradan kurtulmak olması, oyuna tek düze bir hava ekleyebilirdi. Yan görevler sayesinde içinde bulunduğunuz dünyayı daha iyi keşfetme olanağına da sahip oluyorsunuz, tabii yan görevleri yapıp yapmamak size kalmış bir şey, siz doğrudan oyunun sonunu görmek için hızlıca ana senaryoyu tamamlamayı da tercih edebilirsiniz.
RPG oyunlarının artan popülaritesine Downpour’da da tanıklık ediyoruz. Yapımcılar ilginç bir kararla oyuncuya bazı konularda seçim hakkı tanımışlar, ancak bu verdiğiniz kararlar oyunun gidişatında pek de önemli değil, ama yine de kendi kararlarınızı verebilmek her zaman güzel bir şeydir.

Çoğu zaman dediğim gibi bazı oyuncular için grafikler çamur gibi olmadığı sürece pek de sorun değildir. Downpour grafik konusunda Uncharted 3, Battlefield 3 ya da Crysis 2 değil; ancak oyun günümüz orta sınıf oyunlarının sunduğu görselliği yakalamayı başarmış. Ayrıca oyunun genel atmosferinin karanlık olduğunu da düşünürsek, yapımcılar bu konuda kendilerini pek de sıkmamış da olabilirler, buna rağmen oyun grafik konusunda, teknik kusurlarını bir kenara bırakırsak, yeterli görünüyor. Göze hoş gelen ışıklandırmalar ve manzaraların yanı sıra, Silent Hill’in puslu havasını içinize çekerken çevrenize göz attığınızda kaplamaların bu oyun için yeterli kalitede olduğunu fark ediyorsunuz, ardından karşınıza bir canavar çıktığındaysa, birden kendinize geliyorsunuz, çünkü yapımcılar oyuna hem çok az sayıda düşman sınıfı eklemişler, hem de bunları son derece baştan savma bir şekilde tasarlamışlar. Canavarların genel manada korkutucu olmamalarının yanı sıra, hareket edişleri ve tasarımları da çok kötü duruyor. Belki de oyunun en kötü noktası budur diyorsunuz, ancak unutulan bir şey var, o da oyundaki frame rate düşüşleri ve ekrandaki dalgalanmalar. Screen tearing denilen bu kusurla pek fazla karşılaşmasam da, frame rate düşüşleriyle bir hayli karşılaştığımı söylemeliyim.

SON SÖZLER
Silent Hill Downpour oyuncuyu korkutmayı gerçekten başarıyor ya da ben biraz ödleğim. Ama oyunda kendini belli eden bir şey varsa, o da yapımcıların daha geniş kitlelere ulaşmak adına oyunun… çekirdeğini olabildiğince az değiştirdikleri. Bir takım yeniliklerle, eski mekanikler harmanlanmış ve en önemlisi oyun korku oyunu olarak hazırlanmış. Buna rağmen oyunun orta sınıf grafikleri, teknik bir takım sorunları, içinde bulunduğumuz dünyada tam anlamıyla özgür bir şekilde dolaşamamamız –bazı evlere girilmiyor, gitmememiz gereken yollar çeşitli engellerle kapatılmış durumda vs.- ve yetersiz düşman çeşitliliği oyunu başarılı bir yapım olmaktan alı koyuyor. Buna rağmen iyi derecede bulmacalar ve oyundaki korku ögeleri ile Murphy’nin hikayesi oyunu oynamaya devam etmenizi sağlayabilir.
Aral Game
Fiyat: 180,oo TL