MonaLisaYiCizenKisi
Altın Üye
- Katılım
- 8 Tem 2005
- Mesajlar
- 2,931
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Prof. Dr. Tanju GÜRKAN
Öğrenme doğası ve Çok Yönlü Gelişim
Bireyin doğum öncesinden başlayan doğum süreci ile ortaya çıkan ve doğum sonrası devam eden yaşam serüveni bu üç aşamada pek çok etken tarafından yönlendirilmektedir.
Bireyin gelişimini doğum öncesinde kalıtımsal ve çevresel faktörler etkilemektedir. Özellikle annenin sağlık durumu, bazı bağımlılıkları, beslenme alışkanlıkları, ekonomik, kültürel ve sosyal durumu doğum öncesinde çocuğun gelişiminde olumlu ya da olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Hatta bazen bu etkenler yaşam serüvenini daha başlamadan ya da başladıktan kısa bir süre sonra noktalayabilmektedir.
Günümüzde doğum süreci tıpta gelinen ileri bilgi ve teknoloji noktasında eskiye nazaran daha az riskli bir süreç olmakla birlikte bazen bireyin yaşamında hemen ya da daha sonra ortaya çıkabilecek sorunlar yaratabilmektedir.
Doğum sonrasında bireyin gelişimini çok yönlü bir süreç olarak adlandırabiliriz. Bu serecin bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal boyutları vardır. Bu boyutlar ya da gelişim alanları birbirleriyle iç içedir. Bireyin gelişiminde belli bir sıra ve yön vardır. Gelişim süreklidir ve gelişimde bireysel farklılıklar söz konusudur. Aynı yaşta olan, benzer çevrede yetişen iki çocuğun gelişim hızı ve biçimi birbirinin aynı değildir. Gelişimde kritik dönemler vardır. Bazı bilgi ve beceriler kendileriyle ilgili bu kritik dönemlerde kazanılmazsa daha sonra kazanılsalar bile istenilen düzeye ulaşılması bazen mümkün olamamaktadır.
Bireyin bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini doğum sonrasında başta aile olmak üzere çevre, yine başta okul olmak üzere sosyal kurumlar ve kitle iletişim araçları etkilemektedir. Bu etkenler içinde yalnızca okullar bireyin çok yönlü gelişiminden doğrudan sorumlu olan ve bireylere eğitim-öğretim hizmeti sunma görevini üstlenen sosyal kurumlardır. Bu nedenle bireyin çok yönlü gelişiminde okulun rolünü ele alıp irdelemek önem taşımaktadır.
19. ve hatta 20. yüzyılda okuldan beklenenlerle 21. yüzyılda okuldan beklenenler aynı değildir. Aslında 20. yüzyılın son on yılında eğitimde bir değişim başlamıştır. Bu değişim öğrenci niteliklerini değiştirmenin yanı sıra öğretme-öğrenme sürecini, öğretmenlerin görev ve sorumluluklarını da değiştirmiştir. Yeni yüzyılda başkalarının düşünceleriyle hareket eden, belli içerikleri ezberleyen, yeni durumlar karşısında çaresiz ve suskun kalan bireyler değil, başkalarının düşüncelerinden yararlanarak kendi kendine karar verebilen, yargılamalarında etki altında kalmadan olaylara geniş bir perspektiften bakmayı alışkanlık haline getirebilen, yeni durumlara uyum yeteneği yüksek olan bireyler ön plâna çıkacaktır.
21. yüzyılda bireyin yalnızca belli düşünsel becerilere sahip olması, diğer bir deyişle yalnızca zeki olması değerini yitirmiştir. Zeki insan kavramı yerini çok yönlü insan kavramına bırakmıştır.
Zeki insan kimdir? Zekâ nedir? Nasıl tanımlanır? Bazı eğitimciler zekâyı “testlerin ölçtüğü nitelik” olarak tanımlarken bazıları da “insanın öğrenme gücü” olarak tanımlamaktadır. Gardner (1983) insan zekâsının objektif bir şekilde ölçülebileceği tezini savunan geleneksel anlayışı eleştirerek insan zekâsının tek bir faktörle açıklanmayacak kadar çok yeteneği içerdiğini öne sürmektedir. Ona göre eğer bir insan kendi ya da diğer bir toplumda değer bulan bir ürün meydana getirebiliyor, günlük ya da meslekî yaşamında karşılaştığı bir soruna etkili çözümler üretebiliyorsa bu insan zeki olarak adlandırılabilir. Kuramı bazı eleştiriler almış olsa da Gardner “çoklu zekâ kuramı ile zekâ konusuna farklı bir görüş açısı getirmiş ve bireyin çok yönlü gelişimini tartışmaya açmıştır.
Armstrong (1994) çoklu zekâ kurmanın dayandığı temel fikirleri şöyle özetlemektedir:
• Her insan, çeşitli zekâ alanlarının tümüne sahiptir. Ancak her insanda var olan bu alanlar değişik düzeylerde olabilmektedir.
• Her insan, çeşitli zekâ alanlarından her birini yeterli düzeyde geliştirebilir.
• Çeşitli zekâ alanları, genellikle bir arada ve karmaşık bir yapıda çalışırlar.
• Bir insanın herhangi bir alanda zeki olmasının tek değil bir çok yolu vardır.
Öğretmenler öğrencilerinin bireysel özelliklerini iyi analiz edebilir, öğretme-öğrenme süreçlerini bu özellikleri dikkate alarak plânlar ve zengin seçenekler sunabilirlerse öğrencilerini çok yönlü olarak yetiştirebilirler.
Armstrong (1998) “Aslında sınıftaki her öğrenci bir dahidir” diyor. Ona göre dahilerin; merak, oyun ruhu, hâyâl gücü, yaratıcılık, şüphecilik, bilgelik, mucitlik, zindelik, duyarlılık, esneklik, mizahilik, neşelilik gibi bazı özellikleri vardır. Eğer öğretmenler öğrencilerin dahiliklerini ortaya çıkarmak istiyorlarsa sınıf içinde ve dışında onların bu niteliklerini geliştirecek etkinlikler düzenlemeye özen göstermelidirler.
Öğrenmeye renk katan şey, öğrenme sonucu insanda uyandırdığı şevk, neşe, huzur ya da bir şeyi başarmış olmanın verdiği mutluluktur. 20. yüzyılda öğrencilere öğrenmelerine uygun ortam ve olanaklar sunmak yerine neleri öğrenmeleri gerektiğini söylemek, onlara öğretmek ya da öğretmeye çalışmak eğitimcilerin en büyük açmazı olmuştur. Pek çok okulun öğretmenler odasında öğretmenlerin;
-Bu konuyu kaçtır anlatıyorum hâlâ anlamadılar.
-Yeni öğrettiğim konuyu soruyorum yine de yanıtlayamıyorlar.
-Benzer kaç problem çözdüm hâlâ nasıl çözüleceğini soruyorlar.
.......... şeklindeki iyi niyetli çırpınışları bu açmazın en güzel örnekleridir.
Aslında öğrencilerin ileride hatırlayacakları tek şey, büyük bir olasılıkla, öğretmenlerinin kafalarına yükledikleri bilgiler değil, onlara düşünmeyi, eleştirmeyi, problem çözmeyi, öğrenmeyi öğretip öğretmedikleri olacaktır.
W. Churcil şöyle diyor; “Ben öğretilmekten hoşlanmam, birinin bana bir şeyler öğretmesini değil kendim öğrenmeyi isterim.”
21. yüzyılda bireyin çok yönlü gelişiminde “öğrenmeyi öğrenmek” kilit kavram olmaya devam edecektir.
Çağdaş eğitim anlayışının bir ilkesi olan “eğitimde fırsat ve imkân eşitliği sağlama” yeni yüzyılda yoksullara eğitim olanağı sunmanın ötesinde bir anlam kazanacaktır. Bu ilke, bireylere ilgilerini, yeteneklerini ve zekâlarını optimum düzeyde geliştirme fırsatının verilmesi olarak algılanacaktır. Dolayısıyla denilebilir ki, günümüz okulları bireylerin sahip oldukları ilgileri, yetenekleri ve potansiyelleri ortaya çıkarabileceği ve onları geliştirebildiği ölçüde hem bireyin çok yönlü gelişimine hizmet etmiş hem de eğitimde fırsat ve imkan eşitliğini sağlamış olacaklardır.
Acaba bugüne kadar okullarımızda, neden istediğimiz ölçüde, çok yönlü bireyler yetiştiremedik? Bunun okul dışında yer alan faktörlerden kaynaklanan nedenleri de var okuldan kaynaklanan nedenleri de... Bu noktada bireyi çok yönlü yetiştirmede okuldan kaynaklanan en temel sorunlara değinmekle yetinelim. Bunlar;
• Okullarda uygulanan değerlendirme süreçlerinin ve testlerin yapısı,
• Öğrencilerin belli yeteneklere göre etiketlenmesi ya da seviyelendirilmesi,
• Öğretmenlerin ders kitaplarına olan aşırı bağımlığı,
• Öğretim etkinliklerinin monotonluğudur.
Hepimiz biliyoruz ki bir okulun etkililiği o okuldaki öğretmenlerin niteliği ile sınırlıdır. Çok yönlü bireyleri ancak çok yönlü öğretmenler yetiştirebilir.
Her öğrencinin sahip olduğu niteliklerin gizlenmiş ışığını yeniden alevlendirmek ya da körüklemek isteyen öğretmenlerin, o alevi önce kendi içlerinde kıvılcımlandırmaları gerekmektedir.
Öğrencilerin çok yönlü gelişmeleri ve yaratıcı olabilmeleri için onlara farklı düzeylerde öğrenme yaşantıları sunmak, onların duygusal gereksinimlerini karşılayabilecek dostça ve sevecen bir sınıf atmosferi oluşturmak, onlar hakkında olumlu ve yüksek beklentilere sahip bulunmak önem taşımaktadır. Bunun için alanında iyi yetişmiş, öğretmenlik bilgi ve becerileriyle donanmış, olumlu kişilik özellikleri olan öğretmenlere 21. yüzyılda daha fazla gereksinim vardır.
20. yüzyılın son yıllarında yaşanmış şu iki örneğe göz atalım:
• İlköğretim 5. sınıfta bir kız öğrenci, resim dersinde çok güzel resimler yapmaktadır. Yaptığı resimler genellikle doğayla ilişkili olmakta ve bu resimlerde atlar yer almaktadır. Ancak öğrenci öğretmenin tüm açıklama ve zorlamalarına karşın atları yeşil çizmekten vazgeçmemektedir. Öğretmen bu öğrenciyi resim yapmaya karşı ilgili ve yetenekli ancak renkleri algılamada ciddi sorunları olan bir çocuk şeklinde tanımlamaktadır. Sınıfa gelen bir yabancı öğretmen olarak “Bu resimdeki atlar niçin yeşil?” diye sorduğumda çocuk hemen yanıtladı: “Çünkü onlar benim atlarım.” “Peki başkalarının atları ne renk?” “Kahverengi, açık kahverengi, beyaz, siyah bir de karışık renkli.” “Senin atların da kahverengi olmasın?” “Hayır onlar yeşil.” “Neden?” “Çünkü onlar ormanlarda yaşıyorlar, doğayı çok seviyorlar. Onların renkleri yeşil, çünkü onlar özgür atlar.”
• İlköğretim 8. sınıfta Türkçe öğretmeni öğrencilere üç kitap adı verir, bunlardan birini seçip okuyarak özetlemelerini ister. Bir öğrenci ödevi hazırlarken bu üç kitabı da önceden okuduğunu fark eder ve başka bir kitabı okuyup özetler. Ödevinin giriş kısmına şöyle bir açıklama yazar.
“Sayın öğretmenim, ödev olarak okumamızı istediğiniz üç kitabı da ben zaten okumuştum. Onlardan birini özetleyivermek benim için çok kolaydı. Ama ben bunu yapmak istemedim. Aynı dönemde başka hangi yazarların olduğunu araştırdım. O yazarlardan birini seçtim ve onun bir kitabını okuyup, o kitabı özetledim. Umarım bunun için bana kızmaz ve ödevimi beğenirsiniz.”
Öğretmen ertesi gün çocuğun velisini çağırır ve şunları söyler:
“Çocuğunuz dersime karşı çok ilgili ancak kurallara uymama, kendi bildiği gibi hareket etme gibi büyük bir sorunu var!”
Yaşanmış bu iki örneğin yorumunu “Bu öğrenciler mi yoksa onların öğretmenleri mi çok yönlü gelişmiş?” sorusu ile sizlere bırakıyorum.
Bir düşünür şöyle diyor:
“Herkesin seni değiştirmeye ve şekillendirmeye çalıştığı bu dünyada kendin olarak kalmak ve kendini kendin olarak her yönüyle geliştirmek hiç vazgeçilmemesi gereken en büyük savaştır.”
KAYNAKLAR
Armstrong, Thomas. (1994). Multiple Inteligences in the Classroom.
Alaxandria, VA: Association for Supervision and Curriculum
Development.
Armstrong, Thomas. (1998). Awekening Genius in the Classromm.
Alexandria VA:Assocation for Supervision and Curriculum
Development.
Gardner, Howard. (1983). Frames of Mind: The Theory of Multiple Intelligences.
New York, NY: Basic Books.
Gürkan, T., Gökçe, E.(1999). Türkiye’de ve Çeşitli Ülkelerde İlköğretim Siyasal Kitabevi.
Saban, A. (2000). Öğrenme Öğretme Süreci. Nobel Yayın Dağıtım.
.
Öğrenme Kuramları: Watson, Guthrie, Thorndike.
Öğrenme Kuramları: Gestalt, Bandura, Hull.
DERS NOTLARI
Öğrenme Nedir?
Öğrenme süreci, düşünce tarihi boyunca çeşitli filozoflar, psikologlar ve eğitimciler tarafından tanımlanmaya çalışılmıştır. Ancak, herkesin üzerinde anlaşabildiği ortak bir öğrenme tanımı bulunmamaktadır. Öğrenme konusundaki her kuram öğrenmeyi kendi perspektifinden tanımlamakta ve öğrenme sürecine her kuram farklı bir yaklaşım getirmektedir. Aydın (1999) öğrenmeyi yaşantısal deneyimler yoluyla davranışlarda oluşan kalıcı ve izli değişimler olarak tanımlamaktadır. Bir başka yönden, Binbaşıoğlu (1991) öğrenmeyi, bireyin kendi yaşantıları aracılığıyla davranışlarında değişiklik oluşturması süreci olarak tanımlamaktadır. Morgan (1993) ise, öğrenmeyi tekrar ya da yaşantı sonucu davranışta meydana gelenoldukça devamlı bir değişiklik olarak tanımlamaktadır. Daha uygun bir ifade ile, Akman ve Erden (2001) günümüzde eğitimci ve psikologların hemen hemen hepsinin öğrenmeyi yaşantı ürünü, kalıcı izli davranış değişikliği olarak tanımladığını belirtmektedirler.
Tanımlardan yola çıkarak, öğrenme sürecinin üç temel boyutu olduğu söylenebilir. Buna göre, öğrenme sonucunda mutlaka bir davranış değişikliğinin olması gerekmektedir. Aynı zamanda ortaya çıkan davranış değişikliğinin yaşantı ürünü olması da gerekmektedir. Son olarak, davranış değişikliğinin kalıcı izli olması gerekecektir.
Öğrenme sürecinin bilmenin ve anlamanın önemi nedir?
Yeni bir şey öğrendiğimizde neler olur?
Bir şey unuttuğumuzda neler olur?
Bir şey hatırladığımızda neler olur?
Davranışlarımızın ne kadarı öğrenilir ne kadarı doğuştan getirilen özelliklerimizdir?
Öğrenmeyi etkileyen faktörler nelerdir?
Öğrenen
Neden öğrenci değil de öğrenen?
Algı
Motivasyon
Hazır bulunuşluk
Öğreten
Film
Kitaplar
Öğretmenler
Arkadatlar
Aile
Öğretim Malzemesi
Öğretilme Biçimi
Tartışma
Didaktik
Etkiletim
Öğretim Ortamı
Fiziksel ortam
Duygusal ortam
İnsan Beyni
İnsan beyni evrimsel süreçte üç temel yapıya ayrılmıştır. Bu üçtemel bölüm insanın evrim sürecindeki gelişimine paralel olarak en içten dışa doğru hem evrimsel gelişimi hem de daha karmaşık beyin fonksiyonlarının gelişimini içermektedir.
İnsan beyninin en iç bölümü ve evrimsel süreçteki en eski bölümü insanın bir organizma olarak en ilkel fonksiyonlarını kontrol eden Medulla Oblongata (R Complex) bölümüdür. Medulla Oblongata insanın sindirim, solunum, dolaşım gibi yaşamın devam ettirilmesiyle ilgili olan fonksiyonlarını kontrol etmektedir. Bu merkez aynı zamanda reflexive davranışların ve otomatik tepkilerin de kontrol merkezidir. Beynin bu bölümü aynı zamanda sürüngen beyni olarak da değerlendirilmektedir.
Beynin daha gelitmit bir bölgesi olan Cerebellum, daha karmaşık vücut hareketleri, denge ve koordinasyon işlevlerini yerine getirmektedir. Evrim sürecinde daha yakın bir tarihte gelişmiş olan cerebellum, memeli canlılardaki beyin gelişimi sürecinin ikinci temel aşamasını oluşturmaktadır.
En gelişmiş seviyesine insanlarda ulaşmış olan üçüncü bölge insan beyninin dış kabuğunu oluşturan Cerebrum veya Cortex olarak adlandırılan bölgedir (Beyin Kabuğu). Bütün memeli hayvanlarda bulunan bu bölge en gelişmiş haliyle insanlarda bulunmaktadır ve düşünme, duygulanım, öğrenme ve benzeri görece daha karmaşık beyin fonksiyonlarını kontrol etmektedir. İnsanların düşünce süreçlerini kontrol eden bu bölüm sinir dokularından oluşmakta ve sinir dokularının çalışması sonucu olarak da düşünme, duygulanım ve öğrenme gibi insan özellikleri ortaya çıkmaktadır.
SİNİR UYARISININ OLUŞMASI VE İLETİLMESİ
Sinir dokusu neuron adı verilen sinir hücrelerinden oluşmaktadır. Neuronların arasını neuroglia denilen küçük sinir hücreleri doldurmaktadır. Neuron hücre gövdesi ve uzantılarından oluşmaktadır. Bu uzantılar dendritler ve axonlardır. Dendrit, başka neuronlardan gelen sinyali alan bölge, axon ise sinyali dendrit bölgesinden daha uzağa sinir hücresinin merkezine doğru ileten kısımdır (Silbernagl ve Despopulos, 1989).
Sinir hücreleri uyarıları iletmek için özelleşmiş hücrelerdir. Duyuları receptor (alıcı)dan alıp merkeze ileten neuronlara afferent ve merkezden perifere (dış yüzeye) ileten neuronlara ise efferent neuron denilmektedir (Silbernagl ve Despopulos, 1989).
Sinir telinin yüzeyi, axon içindeki sıvı ile dıştaki sıvıyı biribirinden ayırmaktadır. Bu sıvıların iyonik yapıları çok farklı olduğu için içteki ve dıştaki sıvıların elektrik yükleri de biribirinden farklıdır. Bu durum, iyonların türü ve konsantrasyonundan kaynaklanmaktadır. İçte ve dışta elektrik yükü bakımından 70-90 milivolt kadar bir fark görülmektedir. Elektrik yükü hücre içinde daha azdır.
Hücrenin iç ve dış ortamında pozitif ve negatif elektrik yükü taşıyan organik ve inorganik iyonlar bulunmaktadır (Na+, K+, Cl-). Farklı elektrik yüklü iyonların biribirini çekmesi nedeniyle elektriksel bir güç ortaya çıkmaktadır. Bu güç (elektrik akımı) ortamın yapısına göre ya iletilmekte, ya da engellenmektedir. Bu iletilme veya engellenme (iletilmeme) durumu mesajın ulaştığı bir sonraki hücre için bir anlam ifade etmektedir ve böylece bir şifreleme sistemi yardımıyla beyinde bilgi (düşünme, duygu, öğrenme, v.b. ) oluşmaktadır.
Hücre zarının içinde ve dışında hücre zarını geçebilen ve geçemeyen pozitif ve negatif elektrik yüklü iyonlar vardır. Hücre zarını geçebilen bu iyonlar içte ve dışta elektrik yükü miktarını değiştirebilmektedir. Sinir aktivite gösterdiği sırada hücre zarının geçirgenliğinde değişiklik olur ve bu değişiklik içte ve dışta bir elektrik yükü dengesi değişimine neden olmaktadır. Sinir uyarıldığında dıştaki Na+ içeriye dolmaya, içerideki K+ dışarıya çıkmaya başlar. Uyarı kesilince denge sağlanmıştır, ama içteki Na+ ve dıştaki K+'un yeniden yer değiştirmesi gerekmektedir. Normal dinlenme durumunda sinir hücresinin içinde pozitif elektrik akımı yüklü Potasyum iyonları, dışında ise pozitif elektrik akımı yüklü Sodyum iyonları vardır. Sinir hücresinin etkinliği sırasındaki bu değişim Sodyum-Potasyum Pompalama Sistemi aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.
Çeşitli sinir dokularında iyon dağılımı farklılık gösterdiği için hücrelerin elektrik potansiyeli de farklılık göstermektedir. Normal olarak sinir hücresinin içinde negatif, dışında ise pozitif elektrik yükü bulunmaktadır. Uyarılan hücrede bu denge tam tersine dönmektedir. Böylece yandaki hücreyle de zıt bir durum oluşmakta ve bu değişim sinir boyunca devam ederek uyarı iletilmektedir.
Bir sinir hücresi uyarıldığı zaman impuls meydana gelmektedir. Sinir hücresini eşik değerinden daha az şiddette bir elektrik akımıyla uyarmak istersek sinir hücresi etkilenmemekte, eşik değerdeki bir elektrik akımına ise tam tepki vermektedir. Eğer sinir hücresini uyaran elektrik akımı eşik değerin üzerine çıkarsa hücrenin tepkisinde bir değişme olmamaktadır. Bu kural tek bir sinir teli için geçerlidir. Her farklı sinir telinin eşik değeri farklıdır. Bu farklılık bazı hücreler uyarılırken bazılarının uyarılmamasına neden olmaktadır ve bu durum da bizim algı sistemimizdeki farklılıklara yol açmaktadır.
Afferent ve efferent neuronlara ek olarak üçüncü bir tür neuron bulunmaktadır. Bu neuronlara Interneuronlar denilmektedir. Neuronların çoğunluğu interneurondur. Bu hücreler ve bunların bağlantıları çoğunlukla düşünce, duygu, bellek, öğrenme, konuşma gibi fonksiyonlarla ilgilidir. Herhangi bir aktivitedeki interneuron sayısı bu aktivitenin karmaşıklığına göre artmakta veya azalmaktadır.
Mesajın bir neurondan bir başka neurona geçişi Synaps'da olmaktadır. Mesajın geçişi synaps içindeki transmitter madde (neurotransmitter) ile olmaktadır. Her mesaj her synapsdan geçememektedir. Geçirgen olan synapsa uyarıcı synaps, geçirgen olmayan synapsa ise inhibe edici synaps denilmektedir.
Neurotransmitter sinir axonu ucundan salınan bir maddedir. Presynaptic neuronun ucundan salınan bu madde synapsa dökülerek postsynaptic neurona ulaşmaktadır. Alıcı hücrenin yüzeyinde bulunan bir receptor tarafından tanınan neurotransmitter madde bu hücreyi uyarmakta veya inhibe emektedir. Neurotransmitter madde görevini yaptıktan sonra çabucak ortadan kaldırılmaktadır. Bilinen iki neurotransmitter madde vardır: Acetylcholine ve Noradrenaline (Epinephrine). Bunların dışında neurotransmitter olabileceği düşünülen birçok madde bulunmaktadır. Dopamine, Adrenaline, Serotonine, Oktopamine, Histamine, Gamma Amino Butirik Acid ve Glucine neurotransmitter olabileceği düşünülen maddelerden bazılarıdır.
OMURİLİK
Öğrenme omurilik seviyesinde ortaya çıkabilir mi? Bu sorunun cevabı, genel olarak, “bağlantı kesme” tekniğiyle araştırılmaktadır. Buna göre omuriliğin daha üst seviyesindeki sinir sistemi yapılarıyla bağlantısı kesilmektedir. Hayvan önemli ölçüde artık omuriliğine (medulla spinalise) dayanarak hayatını sürdürmektedir. Basit düzeydeki uyarıcıların, belirli şartlarda, omurilik seviyesinde de öğrenilebileceğini gözlenmektedir. Karmaşık davranışlarımızın ise omurilik seviyesinde öğrenilemediği gözlenmiştir.
KORTEKS
Deneyler, korteksi çıkarılan hayvanların ancak basit problem durumlarıyla ilgili olarak öğrenmeye benzer bazı davranış değişimlerini başarabildiklerini göstermiştir. Örneğin bir deneyde, sesle ayağa verilen şok eşleştirilmiş, sonuçta deneklerin ses uyarıcısına karşı ayağını geri çekme tepkisini yapabildikleri, koşullama durumunun ortaya çıktığı görülmüştür. Korteksi çıkarılan köpekler daha küçük yaşlarından itibaren kolaylıkla yapabildikleri bir çok yaşamsal tepkiyi (mesela yeme, içme gibi) tekrar öğrenmek zorunda kalmışlardır.
Beyin kabuğunda belirli bir bölgenin tahribi hayvanda öğrendikleriyle ilgili geçici bir kayba sebep olmakta, ancak hasardan bir süre sonra organizmanın iyileşmeye başlamasıyla beraber bu faaliyetler tekrar yapılabilmektedir.
ÖĞRENME KURAMLARI
J. B. Watson (1878-1958)
Öğrenme psikolojisi alanındaki önemli kuramcılardan birisi olan Watson’ın, psikolojinin bir bilim olmasında önemli katkıları olmuştur. Psikolojik etkinliklerin ve insan davranışlarının içe bakış yöntemiyle araştırılabileceğini düşünen yaklaşımların aksine, Watson davranışı gerçek, nesnel ve uygulama için elverişli bir birim olarak görmektedir. Bilinç ise fantazi dünyasına aittir. Sadece, davranışlarımızı deneysel yöntemlerle inceleyebiliriz. Psikoloji bir davranış bilimidir, bilincin içe bakışla (introspective) araştırılması değildir.
Watson, insan davranışlarının araştırılmasında psikoloji biliminin yöntemleri olarak; aletle veya aletsiz gözlem, testlerle yapılan ölçümler, ve sözel ifade (verbal report) araçlarının kullanılmasını önermektedir.
Öğrenme doğası ve Çok Yönlü Gelişim
Bireyin doğum öncesinden başlayan doğum süreci ile ortaya çıkan ve doğum sonrası devam eden yaşam serüveni bu üç aşamada pek çok etken tarafından yönlendirilmektedir.
Bireyin gelişimini doğum öncesinde kalıtımsal ve çevresel faktörler etkilemektedir. Özellikle annenin sağlık durumu, bazı bağımlılıkları, beslenme alışkanlıkları, ekonomik, kültürel ve sosyal durumu doğum öncesinde çocuğun gelişiminde olumlu ya da olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Hatta bazen bu etkenler yaşam serüvenini daha başlamadan ya da başladıktan kısa bir süre sonra noktalayabilmektedir.
Günümüzde doğum süreci tıpta gelinen ileri bilgi ve teknoloji noktasında eskiye nazaran daha az riskli bir süreç olmakla birlikte bazen bireyin yaşamında hemen ya da daha sonra ortaya çıkabilecek sorunlar yaratabilmektedir.
Doğum sonrasında bireyin gelişimini çok yönlü bir süreç olarak adlandırabiliriz. Bu serecin bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal boyutları vardır. Bu boyutlar ya da gelişim alanları birbirleriyle iç içedir. Bireyin gelişiminde belli bir sıra ve yön vardır. Gelişim süreklidir ve gelişimde bireysel farklılıklar söz konusudur. Aynı yaşta olan, benzer çevrede yetişen iki çocuğun gelişim hızı ve biçimi birbirinin aynı değildir. Gelişimde kritik dönemler vardır. Bazı bilgi ve beceriler kendileriyle ilgili bu kritik dönemlerde kazanılmazsa daha sonra kazanılsalar bile istenilen düzeye ulaşılması bazen mümkün olamamaktadır.
Bireyin bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini doğum sonrasında başta aile olmak üzere çevre, yine başta okul olmak üzere sosyal kurumlar ve kitle iletişim araçları etkilemektedir. Bu etkenler içinde yalnızca okullar bireyin çok yönlü gelişiminden doğrudan sorumlu olan ve bireylere eğitim-öğretim hizmeti sunma görevini üstlenen sosyal kurumlardır. Bu nedenle bireyin çok yönlü gelişiminde okulun rolünü ele alıp irdelemek önem taşımaktadır.
19. ve hatta 20. yüzyılda okuldan beklenenlerle 21. yüzyılda okuldan beklenenler aynı değildir. Aslında 20. yüzyılın son on yılında eğitimde bir değişim başlamıştır. Bu değişim öğrenci niteliklerini değiştirmenin yanı sıra öğretme-öğrenme sürecini, öğretmenlerin görev ve sorumluluklarını da değiştirmiştir. Yeni yüzyılda başkalarının düşünceleriyle hareket eden, belli içerikleri ezberleyen, yeni durumlar karşısında çaresiz ve suskun kalan bireyler değil, başkalarının düşüncelerinden yararlanarak kendi kendine karar verebilen, yargılamalarında etki altında kalmadan olaylara geniş bir perspektiften bakmayı alışkanlık haline getirebilen, yeni durumlara uyum yeteneği yüksek olan bireyler ön plâna çıkacaktır.
21. yüzyılda bireyin yalnızca belli düşünsel becerilere sahip olması, diğer bir deyişle yalnızca zeki olması değerini yitirmiştir. Zeki insan kavramı yerini çok yönlü insan kavramına bırakmıştır.
Zeki insan kimdir? Zekâ nedir? Nasıl tanımlanır? Bazı eğitimciler zekâyı “testlerin ölçtüğü nitelik” olarak tanımlarken bazıları da “insanın öğrenme gücü” olarak tanımlamaktadır. Gardner (1983) insan zekâsının objektif bir şekilde ölçülebileceği tezini savunan geleneksel anlayışı eleştirerek insan zekâsının tek bir faktörle açıklanmayacak kadar çok yeteneği içerdiğini öne sürmektedir. Ona göre eğer bir insan kendi ya da diğer bir toplumda değer bulan bir ürün meydana getirebiliyor, günlük ya da meslekî yaşamında karşılaştığı bir soruna etkili çözümler üretebiliyorsa bu insan zeki olarak adlandırılabilir. Kuramı bazı eleştiriler almış olsa da Gardner “çoklu zekâ kuramı ile zekâ konusuna farklı bir görüş açısı getirmiş ve bireyin çok yönlü gelişimini tartışmaya açmıştır.
Armstrong (1994) çoklu zekâ kurmanın dayandığı temel fikirleri şöyle özetlemektedir:
• Her insan, çeşitli zekâ alanlarının tümüne sahiptir. Ancak her insanda var olan bu alanlar değişik düzeylerde olabilmektedir.
• Her insan, çeşitli zekâ alanlarından her birini yeterli düzeyde geliştirebilir.
• Çeşitli zekâ alanları, genellikle bir arada ve karmaşık bir yapıda çalışırlar.
• Bir insanın herhangi bir alanda zeki olmasının tek değil bir çok yolu vardır.
Öğretmenler öğrencilerinin bireysel özelliklerini iyi analiz edebilir, öğretme-öğrenme süreçlerini bu özellikleri dikkate alarak plânlar ve zengin seçenekler sunabilirlerse öğrencilerini çok yönlü olarak yetiştirebilirler.
Armstrong (1998) “Aslında sınıftaki her öğrenci bir dahidir” diyor. Ona göre dahilerin; merak, oyun ruhu, hâyâl gücü, yaratıcılık, şüphecilik, bilgelik, mucitlik, zindelik, duyarlılık, esneklik, mizahilik, neşelilik gibi bazı özellikleri vardır. Eğer öğretmenler öğrencilerin dahiliklerini ortaya çıkarmak istiyorlarsa sınıf içinde ve dışında onların bu niteliklerini geliştirecek etkinlikler düzenlemeye özen göstermelidirler.
Öğrenmeye renk katan şey, öğrenme sonucu insanda uyandırdığı şevk, neşe, huzur ya da bir şeyi başarmış olmanın verdiği mutluluktur. 20. yüzyılda öğrencilere öğrenmelerine uygun ortam ve olanaklar sunmak yerine neleri öğrenmeleri gerektiğini söylemek, onlara öğretmek ya da öğretmeye çalışmak eğitimcilerin en büyük açmazı olmuştur. Pek çok okulun öğretmenler odasında öğretmenlerin;
-Bu konuyu kaçtır anlatıyorum hâlâ anlamadılar.
-Yeni öğrettiğim konuyu soruyorum yine de yanıtlayamıyorlar.
-Benzer kaç problem çözdüm hâlâ nasıl çözüleceğini soruyorlar.
.......... şeklindeki iyi niyetli çırpınışları bu açmazın en güzel örnekleridir.
Aslında öğrencilerin ileride hatırlayacakları tek şey, büyük bir olasılıkla, öğretmenlerinin kafalarına yükledikleri bilgiler değil, onlara düşünmeyi, eleştirmeyi, problem çözmeyi, öğrenmeyi öğretip öğretmedikleri olacaktır.
W. Churcil şöyle diyor; “Ben öğretilmekten hoşlanmam, birinin bana bir şeyler öğretmesini değil kendim öğrenmeyi isterim.”
21. yüzyılda bireyin çok yönlü gelişiminde “öğrenmeyi öğrenmek” kilit kavram olmaya devam edecektir.
Çağdaş eğitim anlayışının bir ilkesi olan “eğitimde fırsat ve imkân eşitliği sağlama” yeni yüzyılda yoksullara eğitim olanağı sunmanın ötesinde bir anlam kazanacaktır. Bu ilke, bireylere ilgilerini, yeteneklerini ve zekâlarını optimum düzeyde geliştirme fırsatının verilmesi olarak algılanacaktır. Dolayısıyla denilebilir ki, günümüz okulları bireylerin sahip oldukları ilgileri, yetenekleri ve potansiyelleri ortaya çıkarabileceği ve onları geliştirebildiği ölçüde hem bireyin çok yönlü gelişimine hizmet etmiş hem de eğitimde fırsat ve imkan eşitliğini sağlamış olacaklardır.
Acaba bugüne kadar okullarımızda, neden istediğimiz ölçüde, çok yönlü bireyler yetiştiremedik? Bunun okul dışında yer alan faktörlerden kaynaklanan nedenleri de var okuldan kaynaklanan nedenleri de... Bu noktada bireyi çok yönlü yetiştirmede okuldan kaynaklanan en temel sorunlara değinmekle yetinelim. Bunlar;
• Okullarda uygulanan değerlendirme süreçlerinin ve testlerin yapısı,
• Öğrencilerin belli yeteneklere göre etiketlenmesi ya da seviyelendirilmesi,
• Öğretmenlerin ders kitaplarına olan aşırı bağımlığı,
• Öğretim etkinliklerinin monotonluğudur.
Hepimiz biliyoruz ki bir okulun etkililiği o okuldaki öğretmenlerin niteliği ile sınırlıdır. Çok yönlü bireyleri ancak çok yönlü öğretmenler yetiştirebilir.
Her öğrencinin sahip olduğu niteliklerin gizlenmiş ışığını yeniden alevlendirmek ya da körüklemek isteyen öğretmenlerin, o alevi önce kendi içlerinde kıvılcımlandırmaları gerekmektedir.
Öğrencilerin çok yönlü gelişmeleri ve yaratıcı olabilmeleri için onlara farklı düzeylerde öğrenme yaşantıları sunmak, onların duygusal gereksinimlerini karşılayabilecek dostça ve sevecen bir sınıf atmosferi oluşturmak, onlar hakkında olumlu ve yüksek beklentilere sahip bulunmak önem taşımaktadır. Bunun için alanında iyi yetişmiş, öğretmenlik bilgi ve becerileriyle donanmış, olumlu kişilik özellikleri olan öğretmenlere 21. yüzyılda daha fazla gereksinim vardır.
20. yüzyılın son yıllarında yaşanmış şu iki örneğe göz atalım:
• İlköğretim 5. sınıfta bir kız öğrenci, resim dersinde çok güzel resimler yapmaktadır. Yaptığı resimler genellikle doğayla ilişkili olmakta ve bu resimlerde atlar yer almaktadır. Ancak öğrenci öğretmenin tüm açıklama ve zorlamalarına karşın atları yeşil çizmekten vazgeçmemektedir. Öğretmen bu öğrenciyi resim yapmaya karşı ilgili ve yetenekli ancak renkleri algılamada ciddi sorunları olan bir çocuk şeklinde tanımlamaktadır. Sınıfa gelen bir yabancı öğretmen olarak “Bu resimdeki atlar niçin yeşil?” diye sorduğumda çocuk hemen yanıtladı: “Çünkü onlar benim atlarım.” “Peki başkalarının atları ne renk?” “Kahverengi, açık kahverengi, beyaz, siyah bir de karışık renkli.” “Senin atların da kahverengi olmasın?” “Hayır onlar yeşil.” “Neden?” “Çünkü onlar ormanlarda yaşıyorlar, doğayı çok seviyorlar. Onların renkleri yeşil, çünkü onlar özgür atlar.”
• İlköğretim 8. sınıfta Türkçe öğretmeni öğrencilere üç kitap adı verir, bunlardan birini seçip okuyarak özetlemelerini ister. Bir öğrenci ödevi hazırlarken bu üç kitabı da önceden okuduğunu fark eder ve başka bir kitabı okuyup özetler. Ödevinin giriş kısmına şöyle bir açıklama yazar.
“Sayın öğretmenim, ödev olarak okumamızı istediğiniz üç kitabı da ben zaten okumuştum. Onlardan birini özetleyivermek benim için çok kolaydı. Ama ben bunu yapmak istemedim. Aynı dönemde başka hangi yazarların olduğunu araştırdım. O yazarlardan birini seçtim ve onun bir kitabını okuyup, o kitabı özetledim. Umarım bunun için bana kızmaz ve ödevimi beğenirsiniz.”
Öğretmen ertesi gün çocuğun velisini çağırır ve şunları söyler:
“Çocuğunuz dersime karşı çok ilgili ancak kurallara uymama, kendi bildiği gibi hareket etme gibi büyük bir sorunu var!”
Yaşanmış bu iki örneğin yorumunu “Bu öğrenciler mi yoksa onların öğretmenleri mi çok yönlü gelişmiş?” sorusu ile sizlere bırakıyorum.
Bir düşünür şöyle diyor:
“Herkesin seni değiştirmeye ve şekillendirmeye çalıştığı bu dünyada kendin olarak kalmak ve kendini kendin olarak her yönüyle geliştirmek hiç vazgeçilmemesi gereken en büyük savaştır.”
KAYNAKLAR
Armstrong, Thomas. (1994). Multiple Inteligences in the Classroom.
Alaxandria, VA: Association for Supervision and Curriculum
Development.
Armstrong, Thomas. (1998). Awekening Genius in the Classromm.
Alexandria VA:Assocation for Supervision and Curriculum
Development.
Gardner, Howard. (1983). Frames of Mind: The Theory of Multiple Intelligences.
New York, NY: Basic Books.
Gürkan, T., Gökçe, E.(1999). Türkiye’de ve Çeşitli Ülkelerde İlköğretim Siyasal Kitabevi.
Saban, A. (2000). Öğrenme Öğretme Süreci. Nobel Yayın Dağıtım.
.
Öğrenme Kuramları: Watson, Guthrie, Thorndike.
Öğrenme Kuramları: Gestalt, Bandura, Hull.
DERS NOTLARI
Öğrenme Nedir?
Öğrenme süreci, düşünce tarihi boyunca çeşitli filozoflar, psikologlar ve eğitimciler tarafından tanımlanmaya çalışılmıştır. Ancak, herkesin üzerinde anlaşabildiği ortak bir öğrenme tanımı bulunmamaktadır. Öğrenme konusundaki her kuram öğrenmeyi kendi perspektifinden tanımlamakta ve öğrenme sürecine her kuram farklı bir yaklaşım getirmektedir. Aydın (1999) öğrenmeyi yaşantısal deneyimler yoluyla davranışlarda oluşan kalıcı ve izli değişimler olarak tanımlamaktadır. Bir başka yönden, Binbaşıoğlu (1991) öğrenmeyi, bireyin kendi yaşantıları aracılığıyla davranışlarında değişiklik oluşturması süreci olarak tanımlamaktadır. Morgan (1993) ise, öğrenmeyi tekrar ya da yaşantı sonucu davranışta meydana gelenoldukça devamlı bir değişiklik olarak tanımlamaktadır. Daha uygun bir ifade ile, Akman ve Erden (2001) günümüzde eğitimci ve psikologların hemen hemen hepsinin öğrenmeyi yaşantı ürünü, kalıcı izli davranış değişikliği olarak tanımladığını belirtmektedirler.
Tanımlardan yola çıkarak, öğrenme sürecinin üç temel boyutu olduğu söylenebilir. Buna göre, öğrenme sonucunda mutlaka bir davranış değişikliğinin olması gerekmektedir. Aynı zamanda ortaya çıkan davranış değişikliğinin yaşantı ürünü olması da gerekmektedir. Son olarak, davranış değişikliğinin kalıcı izli olması gerekecektir.
Öğrenme sürecinin bilmenin ve anlamanın önemi nedir?
Yeni bir şey öğrendiğimizde neler olur?
Bir şey unuttuğumuzda neler olur?
Bir şey hatırladığımızda neler olur?
Davranışlarımızın ne kadarı öğrenilir ne kadarı doğuştan getirilen özelliklerimizdir?
Öğrenmeyi etkileyen faktörler nelerdir?
Öğrenen
Neden öğrenci değil de öğrenen?
Algı
Motivasyon
Hazır bulunuşluk
Öğreten
Film
Kitaplar
Öğretmenler
Arkadatlar
Aile
Öğretim Malzemesi
Öğretilme Biçimi
Tartışma
Didaktik
Etkiletim
Öğretim Ortamı
Fiziksel ortam
Duygusal ortam
İnsan Beyni
İnsan beyni evrimsel süreçte üç temel yapıya ayrılmıştır. Bu üçtemel bölüm insanın evrim sürecindeki gelişimine paralel olarak en içten dışa doğru hem evrimsel gelişimi hem de daha karmaşık beyin fonksiyonlarının gelişimini içermektedir.
İnsan beyninin en iç bölümü ve evrimsel süreçteki en eski bölümü insanın bir organizma olarak en ilkel fonksiyonlarını kontrol eden Medulla Oblongata (R Complex) bölümüdür. Medulla Oblongata insanın sindirim, solunum, dolaşım gibi yaşamın devam ettirilmesiyle ilgili olan fonksiyonlarını kontrol etmektedir. Bu merkez aynı zamanda reflexive davranışların ve otomatik tepkilerin de kontrol merkezidir. Beynin bu bölümü aynı zamanda sürüngen beyni olarak da değerlendirilmektedir.
Beynin daha gelitmit bir bölgesi olan Cerebellum, daha karmaşık vücut hareketleri, denge ve koordinasyon işlevlerini yerine getirmektedir. Evrim sürecinde daha yakın bir tarihte gelişmiş olan cerebellum, memeli canlılardaki beyin gelişimi sürecinin ikinci temel aşamasını oluşturmaktadır.
En gelişmiş seviyesine insanlarda ulaşmış olan üçüncü bölge insan beyninin dış kabuğunu oluşturan Cerebrum veya Cortex olarak adlandırılan bölgedir (Beyin Kabuğu). Bütün memeli hayvanlarda bulunan bu bölge en gelişmiş haliyle insanlarda bulunmaktadır ve düşünme, duygulanım, öğrenme ve benzeri görece daha karmaşık beyin fonksiyonlarını kontrol etmektedir. İnsanların düşünce süreçlerini kontrol eden bu bölüm sinir dokularından oluşmakta ve sinir dokularının çalışması sonucu olarak da düşünme, duygulanım ve öğrenme gibi insan özellikleri ortaya çıkmaktadır.
SİNİR UYARISININ OLUŞMASI VE İLETİLMESİ
Sinir dokusu neuron adı verilen sinir hücrelerinden oluşmaktadır. Neuronların arasını neuroglia denilen küçük sinir hücreleri doldurmaktadır. Neuron hücre gövdesi ve uzantılarından oluşmaktadır. Bu uzantılar dendritler ve axonlardır. Dendrit, başka neuronlardan gelen sinyali alan bölge, axon ise sinyali dendrit bölgesinden daha uzağa sinir hücresinin merkezine doğru ileten kısımdır (Silbernagl ve Despopulos, 1989).
Sinir hücreleri uyarıları iletmek için özelleşmiş hücrelerdir. Duyuları receptor (alıcı)dan alıp merkeze ileten neuronlara afferent ve merkezden perifere (dış yüzeye) ileten neuronlara ise efferent neuron denilmektedir (Silbernagl ve Despopulos, 1989).
Sinir telinin yüzeyi, axon içindeki sıvı ile dıştaki sıvıyı biribirinden ayırmaktadır. Bu sıvıların iyonik yapıları çok farklı olduğu için içteki ve dıştaki sıvıların elektrik yükleri de biribirinden farklıdır. Bu durum, iyonların türü ve konsantrasyonundan kaynaklanmaktadır. İçte ve dışta elektrik yükü bakımından 70-90 milivolt kadar bir fark görülmektedir. Elektrik yükü hücre içinde daha azdır.
Hücrenin iç ve dış ortamında pozitif ve negatif elektrik yükü taşıyan organik ve inorganik iyonlar bulunmaktadır (Na+, K+, Cl-). Farklı elektrik yüklü iyonların biribirini çekmesi nedeniyle elektriksel bir güç ortaya çıkmaktadır. Bu güç (elektrik akımı) ortamın yapısına göre ya iletilmekte, ya da engellenmektedir. Bu iletilme veya engellenme (iletilmeme) durumu mesajın ulaştığı bir sonraki hücre için bir anlam ifade etmektedir ve böylece bir şifreleme sistemi yardımıyla beyinde bilgi (düşünme, duygu, öğrenme, v.b. ) oluşmaktadır.
Hücre zarının içinde ve dışında hücre zarını geçebilen ve geçemeyen pozitif ve negatif elektrik yüklü iyonlar vardır. Hücre zarını geçebilen bu iyonlar içte ve dışta elektrik yükü miktarını değiştirebilmektedir. Sinir aktivite gösterdiği sırada hücre zarının geçirgenliğinde değişiklik olur ve bu değişiklik içte ve dışta bir elektrik yükü dengesi değişimine neden olmaktadır. Sinir uyarıldığında dıştaki Na+ içeriye dolmaya, içerideki K+ dışarıya çıkmaya başlar. Uyarı kesilince denge sağlanmıştır, ama içteki Na+ ve dıştaki K+'un yeniden yer değiştirmesi gerekmektedir. Normal dinlenme durumunda sinir hücresinin içinde pozitif elektrik akımı yüklü Potasyum iyonları, dışında ise pozitif elektrik akımı yüklü Sodyum iyonları vardır. Sinir hücresinin etkinliği sırasındaki bu değişim Sodyum-Potasyum Pompalama Sistemi aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.
Çeşitli sinir dokularında iyon dağılımı farklılık gösterdiği için hücrelerin elektrik potansiyeli de farklılık göstermektedir. Normal olarak sinir hücresinin içinde negatif, dışında ise pozitif elektrik yükü bulunmaktadır. Uyarılan hücrede bu denge tam tersine dönmektedir. Böylece yandaki hücreyle de zıt bir durum oluşmakta ve bu değişim sinir boyunca devam ederek uyarı iletilmektedir.
Bir sinir hücresi uyarıldığı zaman impuls meydana gelmektedir. Sinir hücresini eşik değerinden daha az şiddette bir elektrik akımıyla uyarmak istersek sinir hücresi etkilenmemekte, eşik değerdeki bir elektrik akımına ise tam tepki vermektedir. Eğer sinir hücresini uyaran elektrik akımı eşik değerin üzerine çıkarsa hücrenin tepkisinde bir değişme olmamaktadır. Bu kural tek bir sinir teli için geçerlidir. Her farklı sinir telinin eşik değeri farklıdır. Bu farklılık bazı hücreler uyarılırken bazılarının uyarılmamasına neden olmaktadır ve bu durum da bizim algı sistemimizdeki farklılıklara yol açmaktadır.
Afferent ve efferent neuronlara ek olarak üçüncü bir tür neuron bulunmaktadır. Bu neuronlara Interneuronlar denilmektedir. Neuronların çoğunluğu interneurondur. Bu hücreler ve bunların bağlantıları çoğunlukla düşünce, duygu, bellek, öğrenme, konuşma gibi fonksiyonlarla ilgilidir. Herhangi bir aktivitedeki interneuron sayısı bu aktivitenin karmaşıklığına göre artmakta veya azalmaktadır.
Mesajın bir neurondan bir başka neurona geçişi Synaps'da olmaktadır. Mesajın geçişi synaps içindeki transmitter madde (neurotransmitter) ile olmaktadır. Her mesaj her synapsdan geçememektedir. Geçirgen olan synapsa uyarıcı synaps, geçirgen olmayan synapsa ise inhibe edici synaps denilmektedir.
Neurotransmitter sinir axonu ucundan salınan bir maddedir. Presynaptic neuronun ucundan salınan bu madde synapsa dökülerek postsynaptic neurona ulaşmaktadır. Alıcı hücrenin yüzeyinde bulunan bir receptor tarafından tanınan neurotransmitter madde bu hücreyi uyarmakta veya inhibe emektedir. Neurotransmitter madde görevini yaptıktan sonra çabucak ortadan kaldırılmaktadır. Bilinen iki neurotransmitter madde vardır: Acetylcholine ve Noradrenaline (Epinephrine). Bunların dışında neurotransmitter olabileceği düşünülen birçok madde bulunmaktadır. Dopamine, Adrenaline, Serotonine, Oktopamine, Histamine, Gamma Amino Butirik Acid ve Glucine neurotransmitter olabileceği düşünülen maddelerden bazılarıdır.
OMURİLİK
Öğrenme omurilik seviyesinde ortaya çıkabilir mi? Bu sorunun cevabı, genel olarak, “bağlantı kesme” tekniğiyle araştırılmaktadır. Buna göre omuriliğin daha üst seviyesindeki sinir sistemi yapılarıyla bağlantısı kesilmektedir. Hayvan önemli ölçüde artık omuriliğine (medulla spinalise) dayanarak hayatını sürdürmektedir. Basit düzeydeki uyarıcıların, belirli şartlarda, omurilik seviyesinde de öğrenilebileceğini gözlenmektedir. Karmaşık davranışlarımızın ise omurilik seviyesinde öğrenilemediği gözlenmiştir.
KORTEKS
Deneyler, korteksi çıkarılan hayvanların ancak basit problem durumlarıyla ilgili olarak öğrenmeye benzer bazı davranış değişimlerini başarabildiklerini göstermiştir. Örneğin bir deneyde, sesle ayağa verilen şok eşleştirilmiş, sonuçta deneklerin ses uyarıcısına karşı ayağını geri çekme tepkisini yapabildikleri, koşullama durumunun ortaya çıktığı görülmüştür. Korteksi çıkarılan köpekler daha küçük yaşlarından itibaren kolaylıkla yapabildikleri bir çok yaşamsal tepkiyi (mesela yeme, içme gibi) tekrar öğrenmek zorunda kalmışlardır.
Beyin kabuğunda belirli bir bölgenin tahribi hayvanda öğrendikleriyle ilgili geçici bir kayba sebep olmakta, ancak hasardan bir süre sonra organizmanın iyileşmeye başlamasıyla beraber bu faaliyetler tekrar yapılabilmektedir.
ÖĞRENME KURAMLARI
J. B. Watson (1878-1958)
Öğrenme psikolojisi alanındaki önemli kuramcılardan birisi olan Watson’ın, psikolojinin bir bilim olmasında önemli katkıları olmuştur. Psikolojik etkinliklerin ve insan davranışlarının içe bakış yöntemiyle araştırılabileceğini düşünen yaklaşımların aksine, Watson davranışı gerçek, nesnel ve uygulama için elverişli bir birim olarak görmektedir. Bilinç ise fantazi dünyasına aittir. Sadece, davranışlarımızı deneysel yöntemlerle inceleyebiliriz. Psikoloji bir davranış bilimidir, bilincin içe bakışla (introspective) araştırılması değildir.
Watson, insan davranışlarının araştırılmasında psikoloji biliminin yöntemleri olarak; aletle veya aletsiz gözlem, testlerle yapılan ölçümler, ve sözel ifade (verbal report) araçlarının kullanılmasını önermektedir.