manashan
New member
- Katılım
- 27 Eki 2007
- Mesajlar
- 164
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Türk Dış Politikası’nda Arap İzleri
Arap liderler diplomatik sorunlar karşısında ilkin kükrer akla hayale gelmez tekliflerde
bulunurlar, diplomatik ortamları şova çevirerek celallenirler, bir süre sonra da uysal bir
kuzu olup ikna edilir ve önlerine ne konursa imzalarlar.
Dünya diplomasi çevrelerinde Arap siyasetçi ve diplomatları için kabul görmüş bir genel
kanı vardır. Arap liderler diplomatik sorunlar karşısında ilkin kükrer akla hayale gelmez
tekliflerde bulunurlar, diplomatik ortamları şova çevirerek celallenirler, bir süre sonra da
uysal bir kuzu olup ikna edilir ve önlerine ne konursa imzalarlar.
Özellikle Filistin sorunu konusunda başta Yeser Arafat olmak üzere hemen hemen bütün
Arap liderler uzun yıllar diplomatik ortamlarda ilkin kükremişler daha sonra da uysal bir
kuzu haline gelmişler ya da getirilmişlerdir. Filistin meselesi ile Arap-İsrail sorununun uzun
yıllar sürmesi ve her bunalımdan uzun vadede İsrail'in kazançlı, Filistin halkı ve Arapların
mağlup çıkmasının altında Arap siyasetçilerin bu şovmen tutumlarının büyük rolü vardır.
Arap liderlerinin uluslararası diplomatik meseleleri kendi iç politikalarına her daim bir şov
malzemesi yaptıkları ve diplomatik durumlara çoğu zaman akılla değil duyguyla
yaklaştıklarını bilen Batılı ve İsrailli diplomatlar bu iç politikaya yönelik celallenmelere
yıllardır toleransla bakmışlar, bu liderlerin gazlarını almışlar daha sonra da istedikleri
tavizleri masa başında birer birer koparmayı bilmişlerdir.
Dış politik sorunların zaman zaman iç politik malzemelere dönüştürülmesi geleneğinin
Arap ülkeleri kadar olmasa bile ülkemizde de kullanıldığına şahit olmuşuzdur. Ancak
yukarıda ifade ettiğimiz lider odaklı diplomatik şovlara ülkemizde pek rastlanmamıştır.
Demirel'in yetmişli yılların başında yaptığı bir çıkış haricinde Türk siyasetçiler dış politik
ortamları ve sorunları görsel şovlara dönüştürmekten kaçınmışlar, bu popülist silaha pek
baş vurmamışlardır.
Bu gelenek Erdoğan'ın ikinci defa Başbakan seçilmesiyle yavaş yavaş son bulmaya
başlamış, Türk dış politikası lider odaklı bir iç politik malzemeye dönüştürülmeye
başlanmıştır.
Davos Şov'u ve sonrasında NATO Genel Sekreterliği seçimi öncesi yaşanan gelişmeler
yarım yüzyıldır Arap liderlerinin yaptıkları diplomatik şovları hatırlatmaktadır. Erdoğan'ın bu
diplomatik çıkışlarının Türkiye'den ziyade Arap ülkelerinin halklarında çok daha heyecanla
karşılanması ve şahsi olarak Erdoğan'ın popülaritesinin Arap toplumlarında artması Türk
Dış politikasındaki bu evrilmeyi bize çok net bir şekilde göstermektedir. Davos sonrası
ciddi bir hayran kitlesi kazanan ancak diplomatik anlamda hiçbir getirisi olmayan bu
çıkışın orta ve uzun vadede Türkiye'ye kayıplarının ise ciddi boyutlarda olacağı kesindir.
Aynı şekilde NATO'nun yeni başkanının seçimi üzerinde koparılan görsel fırtına Türkiye'nin
diplomatik ağırlığına ve saygınlığına çok büyük darbe vurmuştur. Rasmussen'in NATO
Başkanlığı seçimleri üzerine çeşitli çekinceler koyan Erdoğan'ın bu başkanlık seçimini
pazarlık malzemesi haline getirip kendince giriştiği iç politik şovun hezimetle bitmesi ise
ironik bir durumdur. Bu diplomatik hezimet ve saflık halinin medyamız tarafından
celallenme kısmının büyük bir şaşaa ile işlenmesi sonrası yenilmişlik durumununsa es
geçilmesi medyamızın geldiği durum açısından ise bizlere ciddi kaygı vermektedir.
Rasmussen'in NATO Başkanlığına atanması karşılığında girişilen pazarlıkta Türk tarafının
yerine getirilmesi için öne sürdüğü şartların hiçbirinin Rasmussen'in başkanlığı
kesinleştikten sonra yapılmaması yeni Türk Dış politikasının Arap ülkelerinin dış
politikalarına hangi oranda yaklaştığının en iyi göstergesi olmuştur.
Rasmussen'in İstanbul'da toplanan Medeniyetler İttifakı Forumunda Danimarka'da yaşanan
karikatür olayı nedeniyle özür dilemesi beklenirken inceden ve alaycı bir şekilde tekrar
Peygamber Efendimizle dalga geçmesi ve bu dalgaya oracıkta hesap sorması gereken
Davos Fatihi Başbakanımızın ses çıkarmaması da yeni dönem Türk dış politikasının bir
başka hezimetidir. Arap liderlerine benzer bir dış politika sergileme niyetinde olan Tayyip
Erdoğan'ın bu dış politikası reel anlamda ilk büyük darbesini Fransa Dışişleri Bakanı
Bernard Kouchner'in NATO başkanlık seçiminden sonra Türkiye'nin AB'ye girmesine
destek olmayacağım açıklamasıyla almıştır.
Söylem ve görsel yönüyle vatandaşlarına hoş gelen ve desteklenen ancak reel politik
değeri sıfır olan Arap tipi bir dış politikanın Türkiye'nin gelecekteki çıkarlarına büyük zarar
vereceği ve çocuklarımızın geleceğini karartacağı kesindir. İç politik merkezli, akıl yerine
duyguya dayanan bu politikadan vazgeçmesi için birilerinin Erdoğan'ı ve AKP üst
yönetimini uyarması hepimizin iyiliğine olacaktır.
Oğuzhan ALPARSLAN / Ortadoğu Gazetesi
http://www.etikhaber.com/content/view/74572/35/
Arap liderler diplomatik sorunlar karşısında ilkin kükrer akla hayale gelmez tekliflerde
bulunurlar, diplomatik ortamları şova çevirerek celallenirler, bir süre sonra da uysal bir
kuzu olup ikna edilir ve önlerine ne konursa imzalarlar.

Dünya diplomasi çevrelerinde Arap siyasetçi ve diplomatları için kabul görmüş bir genel
kanı vardır. Arap liderler diplomatik sorunlar karşısında ilkin kükrer akla hayale gelmez
tekliflerde bulunurlar, diplomatik ortamları şova çevirerek celallenirler, bir süre sonra da
uysal bir kuzu olup ikna edilir ve önlerine ne konursa imzalarlar.
Özellikle Filistin sorunu konusunda başta Yeser Arafat olmak üzere hemen hemen bütün
Arap liderler uzun yıllar diplomatik ortamlarda ilkin kükremişler daha sonra da uysal bir
kuzu haline gelmişler ya da getirilmişlerdir. Filistin meselesi ile Arap-İsrail sorununun uzun
yıllar sürmesi ve her bunalımdan uzun vadede İsrail'in kazançlı, Filistin halkı ve Arapların
mağlup çıkmasının altında Arap siyasetçilerin bu şovmen tutumlarının büyük rolü vardır.
Arap liderlerinin uluslararası diplomatik meseleleri kendi iç politikalarına her daim bir şov
malzemesi yaptıkları ve diplomatik durumlara çoğu zaman akılla değil duyguyla
yaklaştıklarını bilen Batılı ve İsrailli diplomatlar bu iç politikaya yönelik celallenmelere
yıllardır toleransla bakmışlar, bu liderlerin gazlarını almışlar daha sonra da istedikleri
tavizleri masa başında birer birer koparmayı bilmişlerdir.
Dış politik sorunların zaman zaman iç politik malzemelere dönüştürülmesi geleneğinin
Arap ülkeleri kadar olmasa bile ülkemizde de kullanıldığına şahit olmuşuzdur. Ancak
yukarıda ifade ettiğimiz lider odaklı diplomatik şovlara ülkemizde pek rastlanmamıştır.
Demirel'in yetmişli yılların başında yaptığı bir çıkış haricinde Türk siyasetçiler dış politik
ortamları ve sorunları görsel şovlara dönüştürmekten kaçınmışlar, bu popülist silaha pek
baş vurmamışlardır.
Bu gelenek Erdoğan'ın ikinci defa Başbakan seçilmesiyle yavaş yavaş son bulmaya
başlamış, Türk dış politikası lider odaklı bir iç politik malzemeye dönüştürülmeye
başlanmıştır.
Davos Şov'u ve sonrasında NATO Genel Sekreterliği seçimi öncesi yaşanan gelişmeler
yarım yüzyıldır Arap liderlerinin yaptıkları diplomatik şovları hatırlatmaktadır. Erdoğan'ın bu
diplomatik çıkışlarının Türkiye'den ziyade Arap ülkelerinin halklarında çok daha heyecanla
karşılanması ve şahsi olarak Erdoğan'ın popülaritesinin Arap toplumlarında artması Türk
Dış politikasındaki bu evrilmeyi bize çok net bir şekilde göstermektedir. Davos sonrası
ciddi bir hayran kitlesi kazanan ancak diplomatik anlamda hiçbir getirisi olmayan bu
çıkışın orta ve uzun vadede Türkiye'ye kayıplarının ise ciddi boyutlarda olacağı kesindir.
Aynı şekilde NATO'nun yeni başkanının seçimi üzerinde koparılan görsel fırtına Türkiye'nin
diplomatik ağırlığına ve saygınlığına çok büyük darbe vurmuştur. Rasmussen'in NATO
Başkanlığı seçimleri üzerine çeşitli çekinceler koyan Erdoğan'ın bu başkanlık seçimini
pazarlık malzemesi haline getirip kendince giriştiği iç politik şovun hezimetle bitmesi ise
ironik bir durumdur. Bu diplomatik hezimet ve saflık halinin medyamız tarafından
celallenme kısmının büyük bir şaşaa ile işlenmesi sonrası yenilmişlik durumununsa es
geçilmesi medyamızın geldiği durum açısından ise bizlere ciddi kaygı vermektedir.
Rasmussen'in NATO Başkanlığına atanması karşılığında girişilen pazarlıkta Türk tarafının
yerine getirilmesi için öne sürdüğü şartların hiçbirinin Rasmussen'in başkanlığı
kesinleştikten sonra yapılmaması yeni Türk Dış politikasının Arap ülkelerinin dış
politikalarına hangi oranda yaklaştığının en iyi göstergesi olmuştur.
Rasmussen'in İstanbul'da toplanan Medeniyetler İttifakı Forumunda Danimarka'da yaşanan
karikatür olayı nedeniyle özür dilemesi beklenirken inceden ve alaycı bir şekilde tekrar
Peygamber Efendimizle dalga geçmesi ve bu dalgaya oracıkta hesap sorması gereken
Davos Fatihi Başbakanımızın ses çıkarmaması da yeni dönem Türk dış politikasının bir
başka hezimetidir. Arap liderlerine benzer bir dış politika sergileme niyetinde olan Tayyip
Erdoğan'ın bu dış politikası reel anlamda ilk büyük darbesini Fransa Dışişleri Bakanı
Bernard Kouchner'in NATO başkanlık seçiminden sonra Türkiye'nin AB'ye girmesine
destek olmayacağım açıklamasıyla almıştır.
Söylem ve görsel yönüyle vatandaşlarına hoş gelen ve desteklenen ancak reel politik
değeri sıfır olan Arap tipi bir dış politikanın Türkiye'nin gelecekteki çıkarlarına büyük zarar
vereceği ve çocuklarımızın geleceğini karartacağı kesindir. İç politik merkezli, akıl yerine
duyguya dayanan bu politikadan vazgeçmesi için birilerinin Erdoğan'ı ve AKP üst
yönetimini uyarması hepimizin iyiliğine olacaktır.
Oğuzhan ALPARSLAN / Ortadoğu Gazetesi
http://www.etikhaber.com/content/view/74572/35/