Vahdettin, Atatürk'ü Anadolu'ya gönderdi

R.T.E

Banned
Katılım
10 Eki 2008
Mesajlar
431
Reaction score
0
Puanları
0
drb2o8.jpg

Sivas'ta çıkan İrade-i Milliye gazetesinin 14 Eylül 1919 tarihli ilk sayısında çıkan Mustafa Kemal Paşa'nın Vahdettin'e çektiği telgrafın orijinali.

İşte Vahdettin'in Kuva-yı Milliye'yi destekleyen hatt-ı hümayunu
2006 yılında bir çağrıda bulunmuştum bu köşeden. Gelin, demiştim, Milli Mücadele'nin Sivas'ta çıkan ilk yayın organı "İrâde-i Milliye" gazetesinin tamamını yeni harflere çevirip yayımlayalım. Doğrusu gösterdiğiniz alaka, heyecan aşılıyor meyus kalbime. Hâlâ cevap verenler, hazır olduklarını söyleyenler oluyor.

Şimdi size ve o gönüllülere buradan duyurmak boynumun borcu oldu: Çağrımız Sivas'ta yankılandı ve bir grup öğretim üyesi elbirliği etmek suretiyle 40 kadar "İrade-i Milliye" nüshasını Latin harflerine çevirdiler, Sivas Belediye Başkanı Sami Aydın Bey'in destekleriyle Buruciye Yayınları tarafından Osmanlıca orijinaliyle birlikte 2007 yılında yayınlandı. Yani eksik de olsa bu ilk resmi yayın organının bir koleksiyonuna sahibiz. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Keşke diğer gazete koleksiyonları da aynı bahtiyarlığı yaşayabilse.

Yine de bir iki noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Birincisi, kronik problemimiz olan ciddi okuma hataları. En basiti, kapı, eşik anlamına gelen 'südde' kelimesinin ısrarla 'sedde' yazılması (msl. s. 19) ya da "istiksâratımızın" (s. 159) kelimesinin doğrusunun "istiksar etmezler" olması gibi. Bunlar ufak tefek kusurlar gibi görünüyor ama yapılan işin önemi karşısında daha ciddi olunması gerekirdi.

"İrade-i Milliye" gazetesinin maalesef tam bir koleksiyonu hiçbir yerde yok. İnkılap Tarihi Enstitüsü'nde de sadece mikrofilmleri mevcut. Asıllarını isteyince yok diyorlar. Nasıl yok olur? Anlamak mümkün değil. Allah'tan Amerikalılar var da, gazetenin Türkiye'de dahi bulunmayan bazı nüshalarını Chicago Üniversitesi Arşivi'nden temin edebiliyorsunuz.

Benim asıl üzerinde durmak istediği nokta, şeklinden şemailinden ziyade "İrade-i Milliye" gazetesinde yazılanlar. Kuva-yı Milliye dönemine ait çok önemli ve dikkatlerden kaçmış beyanlar ve telgraflar, haberler, sıcağı sıcağına tepkiler, en azından Ankara'ya gitmeden önce Mustafa Kemal tarafından yazılan başyazılar. Her biri önemli bizim için.

Mesela 14 Eylül 1919 tarihli nüshada daha önce de dile getirdiğim bir telgraf yer alıyor. Çeken "Üçüncü Ordu Müfettişi, Yaver-i Hazret-i Şehriyarileri Mustafa Kemal", çekilen kişi "Zat-ı Şahane" yani Sultan Vahdettin, çekildiği yer Havza. Tarih 14 Haziran 1919.

Burada Mustafa Kemal Paşa, son görüşmelerini hatırlatıyor padişaha ve şöyle diyor: Huzurdayken İzmir'in işgali karşısında "pek mahzun olan" kalbinizin "bu nokta-i necâta ait ilhamatı"nı, yani ülkenin sizin öncülüğünüzde millî mukaddes bir kudretle kurtulacağına dair verdiğiniz ilhamları şu an gibi hatırlıyorum. Sizin "ilkâ"nızdan, yani Şemseddin Sami'nin "Kamus-i Türkî"sine bakılırsa, benim fikrimi çelmenizden aldığım imanın azmiyle görevime devam ediyorum.


13zbc07.jpg

Sivas'ta çıkan İrade-i Milliye gazetesinin 14 Eylül 1919 tarihli ilk sayısında çıkan Mustafa Kemal Paşa'nın Vahdettin'e çektiği telgrafın orijinali.

Müthiş bir metin tabii. Ancak telgrafın bu şeklini başka kaynaklarda bulabileceğinizi sanıyorsanız aldanıyorsunuz. "Nutuk" dahil diğer kaynaklarda "ilkâ" kelimesinin "ilham"a dönüştürüldüğünü görüp hayrete düşüyorsunuz (mesela "Atatürk'ün Bütün Eserleri", c. 2, s. 375). Meğer, diyorsunuz, Atatürk'ün kendi sözleri de zamanla kitabına uydurulmuş.

Peki sonradan tamamen unutulacak olan bu "fikir çelme" hadisesi neyin nesiydi? Ona dair de bazı ipuçları bulabiliyoruz aynı telgrafta. Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a çıktıktan bir ay kadar sonra şu gerçeği itiraf ediyor:

"İstanbul'da iken milletin bu kadar kuvvetli ve az vakitte felaketlerden bu derece müteyakkız [uyanmış] olduğunu tahayyül edemezdim."

İlginç değil mi? Devam ediyor Paşa:

"Millet baştan aşağı uyanık olup istiklal-i millet ve devleti ve hukuk-i âliye-i saltanat ve hilafeti teyid için kavi bir azim ve iman ile mücehhez bulunuyor." Yani uyanmış olan millet, milletin ve devletin bağımsızlığı ile saltanat ve hilafetin yüce haklarını desteklemek için sağlam bir kararlılık ve imanla donanmış durumda.

Mustafa Kemal Paşa'nın bir ay içerisinde çektiği bu net resim çok mu çok önemli. Neden? Piyasadaki inkılap tarihlerinde o yıllarda milletin yere serilmiş olduğu ve sonra Atatürk'ün gelip onu dirilttiği anlatılır da ondan. Oysa gerçek hiç de öyle değilmiş. Üstelik bunu bizzat kendisi söylüyormuş.

Daha neler söylüyormuş? Devam edelim okumaya.

Mustafa Kemal'e göre Vahdettin son hatt-ı hümayunuyla bütün milletin azim ve mücadele gücünü uyandırmış imiş. Peki kime karşıymış bu mücadele? Cevabını telgraf sahibi veriyor zaten:

Milletin beka ve varlığına düşman olanlara karşı. Yani İngilizlere ve İngilizlere yaltaklanmayı meslek edinen zayıf karakterlilere karşı.

Şimdi düşünelim:

Beni Anadolu'ya ikna ettiniz diyen kim? Atatürk.

Anadolu'ya geçmeden önce milletin bu kadar uyanık ve mücadeleye hazır olacağını hayal bile edemezdim diyen kim? Yine Atatürk.

Uyanmış olan milletin bağımsızlık ateşiyle tutuşmuş olduğunu ve saltanat ve hilafetin haklarını desteklemek için kararlılık içinde olduğunu söyleyen kim? Yine Atatürk.

Vahdettin'e, hatt-ı hümayununuz milletin mücadele gücünü uyandırdı diyen de o, İngilizlere ve onların destekçilerine karşı mücadele etmek üzere anlaştıklarını söyleyen de.

Peki Turgut Özakman neyi savunuyor: Canım Vahdettin gönderdi ama Atatürk'ün ne için gittiğini bilmiyordu ki. Bilse asla göndermezdi.

Şimdi Havza telgrafıyla görüyoruz ki, ikna eden de, gönderen de, hatt-ı hümayunuyla halka direniş mesajı veren de, İngilizleri barışa ikna etmek için Mustafa Kemal'le gizlice mutabakat sağlayan da Vahdettin'den başkası değil. Aralarında bütün bunlar önceden konuşulmamış olsa Mustafa Kemal ne diye anlatsın ki derdini sultana?

Üstelik Vahdettin'in Anadolu halkına, yanınızdayım mesajını veren bir beyannamesi var ki, gazete sütunlarında alkışla karşılanmış. Mustafa Kemal, 28 Eylül 1919 tarihli nüshada bu beyannamenin Osmanlı tarihinde her bakımdan benzersiz olduğunu yazıyor. "Padişahımız" diyor, "Anadolu harekâtının tamamiyle meşru olduğunu ilan ederek mevcut cereyanı, yani Kuva-yı Milliyeyi lütfen teşvik etmekte ve hatta katılarak kuvvetlendirmektedir."


KAYNAK
Mustafa ARMAĞAN
 
Tanrılaştırıyorsunuz ama şu vahdettin i...........
 
vahdettin mi, aman kalsın almayalım biz.

en büyük hain donemindeki.

haini savunanın hainden farkı nedir?
 
vahdettin mi, aman kalsın almayalım biz.

en büyük hain donemindeki.

haini savunanın hainden farkı nedir?


İDAM FETVÂSI..

Güncel tartışmalar ışığında Mustafa Kemal’le ilgili “duyulan”, ama “tamamı okunmayan” bir belgeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu, Mustafa Kemal ve arkadaşları ülkeyi işgalcilerden kurtarmaya çalışırken, işgalcilerle işbirliği yapanların onlara nasıl ayak bağı olduğunu ve öldürülmeleri için türlü entrikalar çevirdiğinin belgesi.

“MİLLÎ KUVVETLER KÂFİRDİR!..”
10 Nisan 1920’de, dönemin Şeyhülislâmı Dürrizade Abdullah’ın “Anadolu’daki millî kuvvetleri kâfir ve katlinin gerekli olacağını bildiren fetvâsı” yayımlandı. Aynı gün Anadolu’ya dağıtılan bu fetvâ, bir gün sonraki Takvim-i Vakayi ve diğer İstanbul gazetelerinde yer aldı.
Şeyhülislâmın “Fetvâ-i Şerif” diye yüceltilen Atatürk hakkındaki “ölüm fetvâsı” özetle şöyleydi:
“Dünya düzeninin nedeni olan İslâm Halifesi (Yüce Allah, onun hilâfetini kıyamet gününe kadar sürdürsün) Hazretlerinin yönetimi altında bulunan İslâm beldelerinde bazı kötü kişiler, aralarında birleşip ve kendilerine reisler seçerek Padişah’ın bağlı uyruklarını (teb’âsını) hileler ve yalanlar ile kandırmaya ve yoldan çıkarmaya, Padişah’ın yüksek emirleri olmadan halktan asker toplamaya kalkışıp, görünüşte askeri besleme ve donatma bahanesiyle ve gerçekte mal toplama sevdasıyla kutsal şeriat ve Padişah’ın emirlerine aykırı olarak birtakım salma ve vergiler kesip, çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mallarını ve eşyalarını yağmalamak ve bu yoldan Allah’ın kullarına zulmetmeye ve suçlar işlemeye, memleketin bazı köyleri ve bölgelerine hücum ile kırıp döküp, yerle bir etmek, Padişah’ın bağlı uyruklarından nice günahsız kimseleri katl ve masum kanlarını döktükleri, müminlerin Emiri olan Padişah emrinde bulunan bazı dîni, askeri ve mülkî memurları kendi başlarına görevden alma ve kendi kötülük arkadaşlarını (hempalarını) tayin, hilâfet merkezi ile memleketin ulaştırma ve haberleşme yollarını kesmek, devletçe gönderilen emirlerin yapılmasını yasaklamak, hükümet merkezini diğer bölgelerden ayırmak suretiyle halifelik otoritesini kırmak ve zayıflatmak amacıyla yüksek halifelik makamına ihanet suretiyle imama(Padişaha) başkaldırmakla (itaatten dışarı düşmekle), Devlet-i Âliye’nin nizam ve düzenlerini, memleketin âsayişini bozmak için yalanlar yaymak ile halkı kışkırtmaya ve kargaşalığa gayret etmekte oldukları açıklanmış ve gerçekleşmiş olan adı geçen reisleri ile avâneleri ve onlara bağlı olan kimseler eşkıya düzeyinde bulunup, dağılmaları hakkında gönderilmiş bulunan yüksek emirlerden sonra hâlâ inat ve fesatlarında direnirlerse, adı geçen kimselerin kötülüklerinden memleketi temizlemek ve zararlarından halkı kurtarmak vacip(=gerekli) olup, ’Fe-katilü elleti tebga hatta tefaa ile emerillah’ayeti kerimesi gereğince katledilmeleri ve gerekirse kitle halinde öldürülmeleri yasal ve farz(=zorunlu) olur mu? Beyan buyrula.
Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olur!
Dürrü Zade Es-Seyyid Abdullah tarafından yazıldı.
(...)
Bu suretle halifenin askerlerinden olup da eşkıyaları katledenler gazi ve eşkıyalar tarafından katlolunanlar şehit ve şefaate nail olurlar mı? Beyan buyrula.
Cevabı budur: Gerçeği Allah bilir ki, olur! ”

BUGÜNÜ ANLAMAK İÇİN..
Bugünkü tartışmaları ve gelişmeleri anlamak için bu uzun fetvâyı lütfen saklayın ve ders çıkarın.
Dinimizin bile işgalcilere karşı direnişi emrettiği gerçeğini gizleyerek, dini işgalcilerin boyunduruğuna sunmak tarihte çok görüldü.
Bu fetva, Atatürk ve arkadaşlarına yapılan saldırıların nerelere dayandığının belgesi.

Hulki CEVİZOĞLU(Yeniçağ Gazetesi, 2Aralık 2008, salı)
 
çok teşekkürler arkadaşım bu konu böyle uzar gider kendileride bildikleri halde böyle açık net bi delil olmadıkça bunlarda atar tutar vahdettine, O zamanın koşullarıyla düşünmek lazım,Padişahın o zaman açıkça anadoludaki hareketi desteklemesiyle ingilizlerin istanbulu ne hale getireceğinide düşünmek lazım. Ellerine sağlık tekrar
 
vahdettin mi, aman kalsın almayalım biz.

en büyük hain donemindeki.

haini savunanın hainden farkı nedir?

Peki söyler misin eski komünist neo Amerikan Ecevit neden hain değil dedi?

Neden Morrison Süleyman rejimin 100 yıllık devamını Vahideddin'in devamına bağladı?Yoksa birilerinin kurtarıcı,o olmasaydı vb sözlerinin geçerliliği(?) için şeriatı garrayı Ahmediyenin mümessillerinin mi hain olması gerekir?

M.Kemal'in Vahideddini methedici sözleri var mı yok mu?

Madem hainse neden kendisi yokluk içerisinde ölmüş?Cenazesine bile haciz geldiğini biliyor musunuz?Hadi diyelim hain(!!!).Aptal değil ya bu adam.Alırdı devlet hazinesinden yüklü miktarda para.Bakardı keyfine.Kendine ait olan malları bile almayan"Bu malları biz milletin sayesinde kazandık.O yüzden bunların sahibi millettir"diyen birisi soruyorum aptal mı hain yoksa kahraman mı?

Hind müslümanlarının parasında ne haber?Veya Rus yardımları ilgili bir haber var mı?
İş bankası,Vakıfbank vb kurumların kuruluşları nasıl ve ne amaçla olmuş?Bütün bunların oluşumunda Vahideddin Hanın kalması durumunda mümkünatı ne olurdu?

Allah'ım sen bizleri görmeyen gözlerden,işitmeyen kulakların şerrinden,ürpermeyen kalplerin şerrinden koru.İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizlere azap etme.Amin
 
Peki söyler misin eski komünist neo Amerikan Ecevit neden hain değil dedi?

Neden Morrison Süleyman rejimin 100 yıllık devamını Vahideddin'in devamına bağladı?Yoksa birilerinin kurtarıcı,o olmasaydı vb sözlerinin geçerliliği(?) için şeriatı garrayı Ahmediyenin mümessillerinin mi hain olması gerekir?

M.Kemal'in Vahideddini methedici sözleri var mı yok mu?

Madem hainse neden kendisi yokluk içerisinde ölmüş?Cenazesine bile haciz geldiğini biliyor musunuz?Hadi diyelim hain(!!!).Aptal değil ya bu adam.Alırdı devlet hazinesinden yüklü miktarda para.Bakardı keyfine.Kendine ait olan malları bile almayan"Bu malları biz milletin sayesinde kazandık.O yüzden bunların sahibi millettir"diyen birisi soruyorum aptal mı hain yoksa kahraman mı?

Hind müslümanlarının parasında ne haber?Veya Rus yardımları ilgili bir haber var mı?
İş bankası,Vakıfbank vb kurumların kuruluşları nasıl ve ne amaçla olmuş?Bütün bunların oluşumunda Vahideddin Hanın kalması durumunda mümkünatı ne olurdu?

Allah'ım sen bizleri görmeyen gözlerden,işitmeyen kulakların şerrinden,ürpermeyen kalplerin şerrinden koru.İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizlere azap etme.Amin

al bak Mustafa Kemal Atatürk' ün vahdeddin haini için sözleri.

nutuktandır..


HAİN VAHDETTİN BİR İNGİLİZ HARP GEMİSİYLE İSTANBUL'DAN KAÇIYOR

17 Kasım 1922 tarihli resmî bir telgrafın ilk cümlesi şuydu : "Vahdettin Efendi bu gece saraydan ayrılmıştır. " Bu telgrafın bir iki cümlesini daha 18 Kasım 1922 gününe ait Meclis tutanaklarında okumuşsunuzdur. Fakat telgrafın aslında, bu ayrılışa kimlerin yardım etmiş olabileceğinden, kutsal emanetlerin nasıl korunacağından ve daha başka hususlardan bahseden alt tarafı da vardır.

Aynı gün Meclis'te okunmuş bir mektup suretiyle ona ekli -ajans- larla yayınlanmış bir bildiri suretini de zabıtlardan bir daha okuyalım :

17.11.l922
Mektup Sureti
Bir nüshasını ilişik olarak sunduğum resmi bildiride açıklandığı gibi, Zâtışâhâne, İngiltere'nin koruyuculuğuna sığınarak bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul'dan ayrılmıştır....

İmza : Harrington
Mektuba Ekli Bildiri Sureti
Resmen bildirilir ki, Zâtışâhâne, bugünkü durum karşısında hürriyet ve hayatını tehlikede gördüğünden, bütün Müslümanların halifesi sıfatıyla İngiliz himayesini ve aynı zamanda İstanbul'dan başka bir yere götürülmesini istemiştir. Zâtışâhâne'nin isteği bu sabah yerine getirilmiştir. Türkiye'deki İngiliz Kuvvetleri'nin Başkomutanı General Sir Charles Harrington, (Sör Çarlz Harrington) Zâtışâhâne'yi almaya giderek bir İngiliz harp gemisine kadar kendisine eşlik etmiş ve Zâtışâhâne, vapurda Akdeniz Filosu Genel Komutanı AmiralSir De Brook (Sör Bruk) tarafından karşılanmıştır. İngiliz Fevkalâde KomiserVekili Sir Newill Henderson, Zâtışâhâne'yi gemide ziyaret ederekKral Beşinci George' a bildirilmek üzere arzularını sormuştur.

General Harrington'un Ulviye Sultan adındabir hanıma gönderdiği Fransızca bir mektup da vardır. Bu mektup, hiçbir karşılık verilmemiş olduğu notuyla Refet Paşa' ya gönderilmiş.O da, 25 Kasım 1922 tarihinde bize bir suretini göndermişti. Fransızca mektubun bize gönderilen Türkçe sureti şudur :

Sultan Hanımefendi Hazretleri,
Şu sıralarda Malta'ya yaklaşmakta olan Padişah Hazretleri'nden, ailesinindurumu hakkında bilgi rica eden bir telsiz aldım. Bu konuda, geçen CumartesiYıldız'dan bilgi almış ve Kadınefendi Hazretleri'nin sağlık ve neş'elerinin yerindeolduğunu öğrenmiş ve derhal Zâtışâhâne'ye arz etmiştim. Eğer Padişah Hazretleri'nin aileleri hakkında yeni bilgiler lûtfederseniz, onu da derhal Zâtışâhâne'yesunmakla mutluluk duyarım. Zâtışâhâne'nin içinde bulundukları güçlükler dolayısıyla, en samimî dileklerimi Kadınefendi Hazretleri'ne ve pek muhterem ailelerine sunmama izin vermenizi ve en derin saygı ve tazimlerimin kabulünü rica edcrim.

İmza : Harrington
Efendiler, bu son mektup, üzerinde durulmaya değer nitelikte değildir. Bundan başka, General Harrington' un, İstanbul'daki askerî memurumuza yazdığı mektup ile ekinde yazılanlar üzerinde görüş belirtmeyi de gereksiz bulurum.

ASİL BİR MİLLETİ UTANILACAK BİR DURUMA DÜŞÜREN SEFİL

Kamuoyunu gerçek durumla karşı karşıya bırakmayı tercih ederim. O zaman, Saltanat'ı atadan oğula geçirmek gibi yanlış bir usulün sonucu olarak, büyük bir makam, tantanalı bir ünvan kazanabilmiş birsefilin, gururu çok yüksek asil bir milleti nasıl utanılacak bir duruma düşürebileceği kendiliğinden anlaşılır.

Gerçekten de, her ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun,
Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne hazindir! Şükre değer bir durumdur ki, bu alçak, mirasına konduğu Saltanat makamından millet tarafından atıldıktan sonra, alçaklığını sonuna kadar getirmiş oluyor. Türk milletinin bu işte önce davranması elbette takdire değer.

Âciz, âdi, duygu ve anlayıştan yoksun bir yaratık, kendisini kabul eden herhangi bir yabancının koruyuculuğuna sığınabilir; ancak, böyle bir yaratığın bütün Müslümanların Halifesi sıfatını taşıdığını ifade etmek elbette doğru değildir. Böyle bir düşünce tarzının doğru olabilmesi, öncelikle, bütün Müslüman milletlerin esir olmaları şartına bağlıdır. Halbuki, dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihimiz boyuncahürriyet ve istiklâle sembol olmuş bir milletiz! Değersiz hayatlarını ikibuçuk gün daha fazla ve sefilce sürükleyebilmek için, her türlü düşkünlüğe katlanmakta bir sakınca görmeyen halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik. Böylece, devletlerin, milletlerin biribirleriyle olan ilişkilerinde, şahısların, özellikle bağlı bulundukları devlet ve milletin zararına da olsa şahsî durumlarından ve kendi hayatlarından başka birşey düşünemeyecek pespavelerin herhangi bir önemi olamayacağı şeklindeki bilinen gerçeği bir defa daha ortaya koymuş olduk.


Milletler arasındaki ilişkilerde mankenlerden yararlanma yönteminerağbet etme devrine son vermek medenî dünyanın samimî bir dileği olmalıdır.


kaynak: nutuk

burdan da bakılabilir http://w3.gazi.edu.tr/~ertan/NUTUK/NUTUK14.htm
----------------------

okudun mu? anladın mı peki?

yine ne diceksin merak ediyorum
 
vahdettin HAİNİ neden ATATÜRK ü Anadoluya gönderdi?

vahdettin soysuzu neden ATATÜRK ü Anadoluya gönderdi?

İŞTE CEVABI ATATÜRKÜN SÖYLEVİNDEN (NUTUK)

******************************************************************************
Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.

MÜFETTİŞLİK GÖREVİMİN GENİŞ YETKİLERİ

Benim, bu iki kolorduya doğrudan doğruya emir ve komuta vermekten daha ileri bir yetkim vardı ki, müfettişlik bölgesine yakın olan askerî birliklere de tebligat yapabilecektim. Aynı şekilde bölgemde bulunan ve bölgeme komşu olan illere de tebligatta bulunabilecektim.
Bu yetkiye göre, Ankara'da bulunan 20'nci Kolordu ve bunun bağlı bulunduğu müfettişlik ile, Diyarbakır'daki kolordu ile ve hemen hemen Anadolu'nun bütün sivil yönetim amirleriyle ilşkiler kurabilecek ve yazışmalar yapabilecektim.

Bu geniş yetkinin, beni İstanbul'dan sürmek ve uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu'ya gönderenler tarafından, bana nasıl verilmiş olduğu garibinize gidebilir.


Hemen ifade etmeliyim ki, onlar bu yetkiyi bana bilerek ve anlayarak vermediler. Ne pahasına olursa olsun, benim İstanbul'dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe Samsun ve dolaylarındaki güvensizlik olaylarını yerinde görüp tedbir almak üzere Samsun'a kadar gitmekti.

Ben, bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler.

O tarihte Genelkurmay'da bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezmiş olan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular; yetki konusu ile ilgili talimatı da ben kendim yazdırdım. Hattâ Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa , bu talimatı okuduktan sonra, imzalamaya çekinmiş; anlaşılır anlaşılmaz bir biçimde mührünü basmıştır.


GENEL DURUMUN DAR BİR ÇERÇEVE İÇİNDEN GÖRÜNÜŞÜ

Bu açıklamalardan sonra, genel durumu daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca hep birlikte gözden geçirelim :
Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddî ve manevî saldırıya geçmişler. Onu yoketmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükûmeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde, başsız kalmış olan millet, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felâketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta... Ordu, ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, I. Dünya Savaşı'nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında beyinleri bir çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul...
Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu, Padişah ve Halife'nin hâinliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek, bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve sadık. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce, yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil...

Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur...

Diğer önemli bir noktayı da belirtmek gerekir. Kurtuluş çaresi ararken İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek temel ilke olarak kabul edilmekte idi. Bu devletlerden yalnız biri ile bile başa çıkılamayacağı kuruntusu hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti'nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya - Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.
Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu.
O halde, kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. Önce, İtilâf Devletleri'ne karşı düşmanca tavır alınmayacak; sonra, Padişah ve Halife'ye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel şart olacaktı.

NUTUK / GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
 
Emperyalist Ülkelere Vatanı SATAN adam HAİNDİR !!

vahdettin atatürke vatanı kurtar demiştir dalga geçerek ama M.kemal cumhuriyet döneminde benle dalga geçmişti onu dinlemedim demişti

at gözlüğü takıp Vahdettin Kahramandır diosunuz yha harbi size anlam veremiyorum
 
yaşanmış tarih vardır, birde yazılmış tarih vardır.
Bizim derdimiz yazılmış tarihin tarih diye dikte ettirilmesidir..
yaşnamışları hep göz ardı ederiz...

R.T.E çalışmalarında başarılar.....
saygılar....
 
Sultan Vahideddin ‘in İngilizleri oyalamak istikaametindeki hareketlerini mesned ittihaz ederek O’nu İngiliz taraftarlığıyla itham edenlerin ne denli bir mantık tezadı içinde olduğunu anlamak için, bir tek noktaya işâret edelim:

Sultan Vahideddin , 17 Kasım 1922′de vatan-ı azîzini terketmiştir. Halbuki M. Kemal Paşa’ nın tehditlerle gerçekleştirdiği (9) saltanatın ilgası tarihi 1 Kasım 1922′dir.

Osmanlı Devleti için “ ebediyen münkariz ” olmuş yani ortadan kaldırılmış olduğuna dâir bir kaanun çıktıktan sonra Sultan Vahideddin onların iddia ettiği gibi İngilizlerle beraber hareket etmiş olsaydı çekilip gitmek yerine İngiliz desteğiyle bu kararı tanımama yoluna gitmesi gerekmez miydi?! Bu takdirde meşhur Napolyon ‘un ifâdesiyle, “Tek başına bir imparatorluğa bedel olan” İstanbul’u, M. Kemâl Paşa ve taraftarları Sultan Vahideddin ‘in elinden nasıl alabileceklerdi?!

(8)Bkz: Mustafa Kemal , Nutuk, Ankara-1927, sh. 101.

(9)” ——— Bundan sonra; meseleye müteallik takrirler, üç encümene; teşkilât-ı esâsiye, şer’iyye ve adliye encümenlerine havâle olundu. Bu üç encümen heyetinin bir araya gelip; bizim ta’kib ettiğimiz maksada göre, mes’eleyi hall ve intâc etmesi elbette, müşkil idi. Vaziyeti yakından ve bizzat ta’kib etmek lâzım geldi.

Üç encümen bir odada ictima’ etti. Riyâsetine Hoca Müfid Efendi ‘yi intihâb eyledi. Mes’eleyi müzâkere etmeye başladılar. Şer’iyye encümenine mensub hocaefendiler;hilâfetin saltanattan münfek olamayacağını maâruf safsatalara istinâd ettirerek, iddia ettiler. Bu müddeayâtın cerh ve nakzını serbest idâre-i kelâm edenler, ortaya çıkar görünmediler. Biz, çok kalabalık olan aynı odanın bir köşesinde münâkaşayı dinliyorduk. Bu tarzda müzâkerenin maksûd netîceye iktirânına intizâr etmek, beyhûde idi. Bunu anladık. Nihâyet müşterek encümen reisinden söz aldım. Önümdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şu beyânda bulundum. “Efendim”dedim. “Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim îcâbıdır diye, müzâkere ile, münâkaşa ile verilmez. Hâkimiyet ve saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Milleti’nin hâkimiyet ve saltanatına vâdıu’l yed olmuşlardı. Bu tasallutlarını altı asırdan beri idâme eylemişlerdi. Şimdi de Türk Milleti, bu mütecâvizlerin hadlerini ihtâr ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyân ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emr-i vâkîdir. Mevzuubahs olan; millete, saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız bırakmayacak mıyız mes’elesi değildir. Mes’ele zâten emr-i vâkî olmuş bir hakîkati ifâdeden ibârettir. Bu, behemehâl olacaktır. Burada ictima’ edenler, meclis ve herkes mes’eleyi tabii görürse fikrimce muvâfık olur. Aksi takdirde yine hakâkat usûlü dâiresinde ifâde olunacaktır. Fakat ihtimâl bâzı kafalar kesilecektir.” (M.Kemal,Nutuk, Ankara 1927, sh.421-422)

Alın size Nutuk
Peki söyler misin eski komünist neo Amerikan Ecevit neden hain değil dedi?

Büyük bir gürültü kopmasına sebep olan bu beyânâtın akabinde Hulki Cevizoğlu , Bülent Ecevit ‘i programına alarak söylediği bu sözden dolayı yarı muâheze, yarı yumuşatma tarzında bir röportaj yaptı. Bülent Ecevit , programa beraber çıktığı karısının yardımıyla Hulki Cevizoğlu ‘nu cevaplandırırken bu meseleyi ciddiyet ve azimetle ortaya atmış bulunmadığı ve sadece bir gazetecinin suâli üzerine bu sözü söylemiş bulunduğu tarzında te’vile kaçan bir cevap verirken karısı daha sarîh davranarak “Türk Milleti’ni tarih içinde zaman zaman bir çok yöneticinin idâre ettiğini, bunların bazen de yanılmış olabileceklerini, fakat hiçbir zaman ihânet kasdıyla hareket etmiş olabileceklerine ihtimal vermediğini” söylemiştir.

Ecevit ’se bu sözün söylenmesine zemin teşkil eden hâdiseyi, kendisinin köy-kent projesi (!) ile ilgili bir kitap yazmakta bulunduğunu ve bu vesîleyle târihî meselelere de temas etmek mecburiyetinde kaldığı tarzında izah ettikten sonra Osmanlı’nın köylüyü dâimâ ihmâl etmiş bulunduğunu, Midhad Paşa ‘nın ise köylüyü müdâfaa sebebiyle hayatından olduğunu söylemiştir.

İhtimal, Midhad Paşa ‘nın “Ziraat Bankası” nı kurmuş olmasından mülhem olarak söylenilmiş şu sözler tarihî hakikatler karşısında ne dehşet verici bir cehâlet örneğidir. Zira Midhad Paşa Ziraat Bankası’nı kurmuş olmaktan dolayı hiçbir zaman ve hiçbir kimse tarafından muâheze edilmiş olmadığı gibi hakkındaki idam hükmü de bununla alâkasız bir sûrette Sultan Aziz merhûmun vahşiyâne bir sûrette katledilmiş olması sebebiyle Yıldız Mahkemesi’nce verilmiştir. Mahkeme hükmüne rağmen Sultan Abdülhamid merhum bu hükmü tetkik etmek üzere devrin en mûteber ricâlinden olan büyük hukukçu Ahmed Cevdet Paşa , Gâzi Osman Paşa vs.’den müteşekkil geniş kadrolu bir heyet teşkil etmiş, onlar da kararı haklı bularak ” bir ibret-i müessere teşkil etmek üzere ” hükmün derhal infazı yolunda beyanda bulunup bu beyanlarının altını imzâlamışlardır. Böyle olduğu hâlde merhametli padişah Sultan II. Abdülhamid Han hazretleri bu kararı “Tâif’e sürgün” sûretiyle tebdil etmiş ve giderken de Midhad Paşa ‘nın cebine sekizyüz altın koymuştur.

Aynen Sultan Vahideddin gibi Sultan Abdülhamid Han hazretlerinin etrafında da İttihatçı güruhun eseri olan bir iftira ile onun Tâif’te boğdurulduğu yolunda bir yalan uydurulmuş ve bu yalan günümüze kadar sürüp gelmiştir.

Kafasını sol fikirlerle bozmuş ve dimağı selîm muhâkeme imkânını kaybetmiş olan Ecevit , bu yalanı -ihtimal tarihle meşgûl olmadığı için- doğru zannederek Cevizoğlu ‘nun programında yetmiş milyon insanımızın önünde tekrarlamak ve onun sebebini de yanlış nakletmek hacâletinden -maalesef- kurtulamamıştır.
 
yahu adam bunları vatandaş yaptı cillop gibi 0km devlet kurdu,mağara adamlığından padişah kulluğundan alıp devlet yönetme imkanı bile sundu;

bunlar hala padişahım çok yaşa padişahım çok yaşa.
yahu vahdettin kim ulan;
başlarım padişahınıza da osmanlınıza da siz daha dünkü bebesiniz osmanlının anadolu halkına dedelerinize ne çektirdiğini ne bilirsiniz,öyle tarih kitabında fatih istanbulu fethetmiş,kanuni şu kadar toprak almış diye rahat sıcak evinizden böbürlenirsiniz,padişah dediğiniz avatarlarınıza resimlerine koyduğunuz adamların kim olduğunu 4 asır önceki dedeleriniz bilir,neler çektiklerini bi onlar bilir.

atatürk şehir şehir gezerken sağdan soldan asker toplarken silah çalarken vahdettin naapmış ulan;
kurtuluş savaşı öyle sizin dedelerinizin kahramanlığı sayesinde kazanılmadı atatürk ve can dostlarının ortaokuldan beri geliştirdikleri tecrübe ettikleri örgütlenme ve disiplinleriyle kazanıldı;
o adamlar topladıkları askeri inandırabilmek için orduda tutabilmek kaçmalarını önlemek için canını dişine takarken vahdettinin adamları sağda solda milletin içinde kalan son umut kırıntılarını yok etmeye çabalıyordu.ordu 1000 kişi topluyordu sabaha 700 ü kaçmış oluyordu,atatürkün komutanları neler çekmiş bunları biraraya getirmek için bi onlar bilir ancak vahdettin bilmez o işleri.
ulan savaşla tek alakası oturduğu yerden vatanseverlere idam fetvası çıkartmak olan bu adamı nerdeyse başımıza başkomutan yapıcaklar.
ayıp ulan ayıp şu foruma bir tane dandik oyun upload ettiğinizde bile emeğe saygı diye ağlıyorsunuz,
size koskoca ülkeyi sayısız savaş kazanıp bırakan bunu yaparken de bizzat yaralanmış gazi komutanınıza terbiyesizlik ediyorsunuz.
 
zaten M.Kemali Atatürk'ü Vahdettin yolladı anadoluya ama ne amaçlı gönderdi karadeniz bölgesindeki ayaklanmaları denetleyip gözlemlemek için karadenizdeki isyanı durdurup kurtuluş savaşını ortadan kaldırmak için... zaten M.Kemal'inde istediği buydu Kurtuluş Savaşını başlatmak için ama sanki Vahdettin Kurtuluş Savaşını başlatmış gibimi konuşmanız sadece yobazlıktan başka bişey değil..!!!! anlayamıyorum nedir bu M.Kemal karşıtlığını anlam veremiyorum... yobazlığı ortadan kaldırdı diye mi saldırıyorsunuz... ama görüyorum M.Kemal ne kadar kaldırsada yobazlığını hası sürüyor.. SAYGILARIMLA..!!!
 
Sizin Amacınız ne anlamadım .
Vahdettin gibi bir haini AKLAYAMAYACAKSINIZ !
Hain her zaman Haindir .
:goz:


Nerden Geliyor bu Vahdettin Aşkı ?
:durdurun
 
bana göre ise vahdettin e hain diyenlerin kesndisi haindir
 
Bayram arefesinde de ‘resmî tarih yanlışlarıyla’ uğraşmak mecburiyetinde kalmak üzücü.

Başta ‘büyük gazete’ olmak üzere bazı gazetelerde, son Osmanlı Padişahı Sultan Vahideddin’in bir fotoğrafının Burdur’daki bir okul duvarına asıldığı ifade edilerek ‘tepki’ göstermişler.

Habere göre, “tartışmalı padişah”ın fotoğrafı, okulu ziyarete giden bir ‘eğitim sendikası’ görevlilerince tesbit edilmiş ve ‘gereğinin yapılması için’ ilgililere şikâyette bulunulmuş. Tabiî bu tavra, beklendiği üzere hemen siyasî destek de gelmiş. CHP’li eski TBMM Millî Eğitim Komisyonu üyesi, başka okullarda da böyle ‘suç’lar işlendiği anlamına gelecek beyanlarda bulunmuş. CHP’li ‘uzman’, fırsattan istifade ile, ders kitaplarındaki ‘ihtilâl övgüsü’nün değiştirilecek olmasından dolayı duyduğu ‘rahatsızlığı’ da dile getirmiş. İlgili habere göre, Millî Eğitim Müdürü de “Okulda inceleme yaptıracağım, mevzuat neyse gerekeni yapacağız” demiş. (Hürriyet, 28 Eylül 2008)

Görünüşte sadece Sultan Vahideddin’in fotoğrafının asılmasına itiraz ediyorlar, ama gerçekte bütün padişahların tanınmasına, tanıtılmasına itiraz ederler. “Nereden biliyorsunuz?” diyen olursa; okul yıllarımızda benzer tartışmalara şahit olduğumuzu hatırlatmak isteriz. Maalesef, bazı öğretmenlerimiz; fırsat çıksa da Osmanlı padişahlarını, onlar üzerinden de bütün dindarları eleştirsek, aşağılasak diye beklerlerdi!

İnkâr edilmeye çalışılsa da bir ‘resmî tarih’ bir de ‘gerçek tarih’ bilgileriyle karşı karşıyayız. Resmî tarihe göre bütün padişahlar; yemiş, içmiş ve eğlenmiş. “Peki, o halde Osmanlı Devleti nasıl oldu da dünyaya hükmetti?” diye soracak olursanız o zaman da Kanuni Sultan Süleyman ve Fatih Sultan Mehmed Han gibi bir iki padişahı güya ayrı değerlendirirler. Bunun dışında bütün padişahları kötülemek için yarışırlar.

Sultan Vahideddin’in resminin okullara asılıp asılmaması önemli değil. Önemli olan onunla ilgili olan ve olmayan diğer bütün tarihî bilgilerin doğru olarak öğretilmesindedir. Her insan gibi Osmanlı padişahlarının da elbette hataları vardır. Ama bu hataları, kimsenin onlara ‘hain’ demesini gerektirmez.

Sultan Vahideddin, belki de hakkında en çok konuşulan padişahlardan biridir. Hatırlanacağı üzere, geçen yıllarda da benzer bir tartışma başlatılmış, dönemin başbakanı Bülent Ecevit, “Vahideddin hain değildi” demişti. Bu söz üzerine çok üzülen ‘tek parti’ anlayışına mensup kişiler, yıllarca “Karaoğlan” diyerek el üstünde tuttukları Ecevit’i bile defterlerinden silmişlerdi.

Peki millet bu tartışmalara ne diyor? Gerek okullarda ve gerek başka yerlerde, bunca yıldır devam eden aleyhte propagandaya rağmen Sultan Vahideddin ve diğer bütün Osmanlı padişahları hayırla yad ediliyor. Dolayısıyla, Sultan Vahideddin’in fotoğrafının “Türk büyükleri” listesinde yer alması kimseye bir şey kaybettirmez. “Eğitim sendikaları” da okulların başka problemleriyle ilgilense daha iyi olur.

Okul duvarına asılan o fotoğraf, ‘mevzuata aykırı’ diye indirilse bile Osmanlı sevgisi gönüllerden silinmez...

Vahideddin Han ve diğer Osmanlı padişahları bu milletin sinesindedir.Birkaç densizin sözleri bağırsak gürültüsünden öteye gitmez.

..babasından başkasına neseb iddia eden soysuz...(Veda Haccı)
 
arkadaşlar geçmişe çomak sokmanın bi anlamı yok haindi değildi elimizde şimdi ne var m.kemal paşa nutukla o zamanda yaşananları yazdı gençliğe hitabeyle de gelecekte olacakları osmanlı büyüdü yükseldi sanayi devrimini yapamadı ingilizler gibi diğer milletleri asimile etmedi tarihimizde şan şöhret zaferler var ama elimizde hiç bişey yok sağımız solumuz hain dolu dün osmanlının eteğini öpenlerin şimdi biz elini eteğini öper olduk lütfen bu boş tartışmalara boşa girmeyelim derim
 
Geri
Üst