ofoking
New member
Bağırsaklarımızda emilimin mükemmel seviyede gerçekleştirilebilmesinde tuza önemli vazifeler yüklenmiştir. Bir lezzet vesilesi olan tuz, gıdaların tüketiminde ve iştahı açmada önemlidir. Haşlanmış bir et veya patatesi, tuzsuz yemekle, tuzlu yemek arasında lezzet bakımından büyük fark vardır. Yemeklere tuz atmak sadece tat açısından mı önemlidir? Yoksa bu tat duyusunun arkasında vücuda gerekli başka hikmetler de var mıdır?
Tuz, sodyum ve klor elementlerinden meydana getirilen bir bileşiktir. Tuzdaki sodyum, karbonhidratların yapı taşları olan basit şekerler ve proteinlerin yapı taşları olan aminoasitlerin kana emilebilmeleri için gereklidir. Dolayısıyla, yemeklere tuz atılmazsa önemli besin maddeleri olan karbonhidratlar ve proteinler kana geçemez, bağırsaklarda emilmeden dışarıya atılır ve önemli besin maddeleri israf edilmiş olur.
Bağırsak iç yüzeyini örten epitel hücrelerinin zarına glikoz, galaktoz ve aminoasitlerin tutunması ve bağırsak boşluğundan hücrenin içine alınması için taşıyıcı proteinler yerleştirilmiştir. Bu kargo proteinler vasıtasıyla besin maddeleri, önce epitel hücresinin içine alınır; bir sonraki adımda, hücrelerden kana taşınır. Bağırsak epitel hücrelerinde bulunan taşıyıcı proteinlerin iki adet alıcısı (reseptörü) vardır. Bu reseptörlerden birine glikoz, galaktoz veya aminoasitlerden biri; diğerine ise sodyum bağlanır. Eğer bağırsak boşluğunda glikoz, galaktoz ve aminoasitler olduğu hâlde sodyum yoksa, bu besin maddeleri kana geçememektedir. Bunun tersi de doğrudur. Bağırsakta sodyum var, fakat bu besin maddelerinden herhangi biri yoksa, yine sodyum emilemez. Sodyum elementinin kana geçmesi, şeker veya aminoasitlerin varlığına bağlı kılınmıştır.
Kolera ve dizanteri gibi hastalıklarda kusma ve ishale bağlı olarak, vücuttaki su miktarı azalır, tansiyon düşer. Nihayetinde damarların içinde kan devr-i dâimi devam ettirilemez. Çocuklarda yaz ishallerinde gözlenebilen bu dolaşım şoku, kısa sürede tedavi edilmezse, ölümle neticelenebilir. Dolaşım şokunun tedavisinde vücuttaki su miktarının artırılması hedeflenir. Suyun vücutta, özellikle damarlarda tutulabilmesi, tuzun bağırsaklardan kana düzenli olarak geçebilmesine bağlıdır. Tedavide tek başına su içirilmesi yeterli değildir. Tuz ve onun emilebilmesi için bağırsaklarda şeker ve/veya aminoasitlerin bulunması şarttır. Bu yüzden ishal tedavisinde kullanılan ishal tozunun içinde hem tuz, hem de şeker bulunur. Tansiyon düşüklüğü durumunda da hastalara tuzlu su yerine, tuzlu ayran tavsiye edilir. Çünkü ayranda bulunan aminoasitler, tuzun ve suyun emilmesini sağlamaktadır. Açken veya bağırsaklarda besin maddesi bulunmadığı zamanlarda su içilirse, bu suyun çok büyük bir kısmı kana geçemez. Belki de suyun midede israf edilmemesi için, mide veya bağırsaklarımız boşken su içmeye ihtiyaç duymayız, duysak bile fazla içemeyiz. O zaman yemeklerden sonra su içme ihtiyacının ortaya çıkmasının hikmeti, yemeklerden sonra içilen suyun; hem mide ve bağırsaklarda sindirimi kolaylaştırmaya, hem de besin maddelerinin kana geçmesini saglar.
Tuz, sodyum ve klor elementlerinden meydana getirilen bir bileşiktir. Tuzdaki sodyum, karbonhidratların yapı taşları olan basit şekerler ve proteinlerin yapı taşları olan aminoasitlerin kana emilebilmeleri için gereklidir. Dolayısıyla, yemeklere tuz atılmazsa önemli besin maddeleri olan karbonhidratlar ve proteinler kana geçemez, bağırsaklarda emilmeden dışarıya atılır ve önemli besin maddeleri israf edilmiş olur.
Bağırsak iç yüzeyini örten epitel hücrelerinin zarına glikoz, galaktoz ve aminoasitlerin tutunması ve bağırsak boşluğundan hücrenin içine alınması için taşıyıcı proteinler yerleştirilmiştir. Bu kargo proteinler vasıtasıyla besin maddeleri, önce epitel hücresinin içine alınır; bir sonraki adımda, hücrelerden kana taşınır. Bağırsak epitel hücrelerinde bulunan taşıyıcı proteinlerin iki adet alıcısı (reseptörü) vardır. Bu reseptörlerden birine glikoz, galaktoz veya aminoasitlerden biri; diğerine ise sodyum bağlanır. Eğer bağırsak boşluğunda glikoz, galaktoz ve aminoasitler olduğu hâlde sodyum yoksa, bu besin maddeleri kana geçememektedir. Bunun tersi de doğrudur. Bağırsakta sodyum var, fakat bu besin maddelerinden herhangi biri yoksa, yine sodyum emilemez. Sodyum elementinin kana geçmesi, şeker veya aminoasitlerin varlığına bağlı kılınmıştır.
Kolera ve dizanteri gibi hastalıklarda kusma ve ishale bağlı olarak, vücuttaki su miktarı azalır, tansiyon düşer. Nihayetinde damarların içinde kan devr-i dâimi devam ettirilemez. Çocuklarda yaz ishallerinde gözlenebilen bu dolaşım şoku, kısa sürede tedavi edilmezse, ölümle neticelenebilir. Dolaşım şokunun tedavisinde vücuttaki su miktarının artırılması hedeflenir. Suyun vücutta, özellikle damarlarda tutulabilmesi, tuzun bağırsaklardan kana düzenli olarak geçebilmesine bağlıdır. Tedavide tek başına su içirilmesi yeterli değildir. Tuz ve onun emilebilmesi için bağırsaklarda şeker ve/veya aminoasitlerin bulunması şarttır. Bu yüzden ishal tedavisinde kullanılan ishal tozunun içinde hem tuz, hem de şeker bulunur. Tansiyon düşüklüğü durumunda da hastalara tuzlu su yerine, tuzlu ayran tavsiye edilir. Çünkü ayranda bulunan aminoasitler, tuzun ve suyun emilmesini sağlamaktadır. Açken veya bağırsaklarda besin maddesi bulunmadığı zamanlarda su içilirse, bu suyun çok büyük bir kısmı kana geçemez. Belki de suyun midede israf edilmemesi için, mide veya bağırsaklarımız boşken su içmeye ihtiyaç duymayız, duysak bile fazla içemeyiz. O zaman yemeklerden sonra su içme ihtiyacının ortaya çıkmasının hikmeti, yemeklerden sonra içilen suyun; hem mide ve bağırsaklarda sindirimi kolaylaştırmaya, hem de besin maddelerinin kana geçmesini saglar.