türk ocağı
serdengeçti
Teşhis doğru yapılamazsa, tedavi de doğru yapılamaz. Tedavi yaptığınızı zannedersiniz ancak hasta daha da kötü olur ve belki de ölür.
Türkiye’nin, terörü de mücadele yöntemleri içine alan “Kürtçülük” hareketi, siyasal bir projedir.
Siyasal projeleri, siyasal temsil anlamında demokratik açılımlar yaparak veya kültürel haklar vererek karşılama veya önleme imkanı yoktur.
Tüm ayrılıkçı/bölücü hareketler, siyasal taleplerini meşrulaştırabilmek için kültürel bir takım haklarının verilmediğinden bahisle yola çıkarlar. Çünkü ellerinde kendilerine “ilk hareketi” sağlayacak başka “masum görünümlü” araçları yoktur. Bununla birlikte bu haklar verildiğinde süreç durmaz; yeni bir pozisyona geçilir; bu defa diğer başka hakların yanında demokratik kılıflı siyasal talepler devreye sokulur ve süreç bu şekilde devam ettirilir. Hatta tam burada, dikkatten çoğunlukla kaçan ve esasen artık aşılması halinde siyasal sürecin karşılanması ve önlenebilmesi bakımından neredeyse imkansız hale gelen kritik bir eşik de vardır.
Bu kritik eşik şudur: Siz kültürel ve insani olduğu mülahazasıyla etnik alt kültürlere bazı haklar tanıdığınızda bu defa bu haklar, var olan siyasal talebi geriletmek yerine tersine beslemeye ve meşrulaştırmaya başlar. Çünkü bu aşamada artık hayata geçirilen bu hak ya da haklar, bundan böyle “farklılığın tescili” olarak siyasal talebi de normalleştirici bir süreci üretmeye başlar. Çünkü artık alt kültür unsuru olmaktan çıkarak resmi sistemin bir parçası haline gelen hak ya da haklar, farklılığı ve dolayısıyla ayrılık taleplerini kesmek yerine beslemeye devam eder. Bir de güçlü bir ekonomik yapı ve refah düzeyine sahip değilseniz, farklılıkları bir arada tutabilecek çok fazla elinizde imkan da yok demektir. Zaten uzun yıllardan beri süren terör sizi, (kaynaklarınız boşa harcanmasına neden olmuş olacağı için) iktisaden de geri bırakmıştır. Bu ise ülkenin iklimini bölücü talepler bakımından uygun hale getirmiş olacaktır.
Hal böyle iken ülkemizde başta bir kısım “aydınlar” gazeteciler ve siyasiler olmak üzere hemen herkes zihni bir travma geçirmektedir. Zihin haritamız dağılmış durumdadır. Bu zihni travma o hale gelmiştir ki Türkiye’nin yaklaşık otuz yıldır yaşadığı ayrılıkçı teröre ve tehdide rağmen, “aydın”, gazeteci ve siyasilerimiz, sanki iki devlet arasında “uluslararası hukuk” anlamında bir savaş varmış gibi olup bitenleri, “ateşkes”, “savaşan taraflar” vb. gibi kavramlarla ele almakta, böyle yapınca sorunları yumuşatacaklarını ve çözebileceklerini düşünmektedirler. Oysa ortada bin yıldır Türk vatanı olan bir coğrafyanın bir köşesi ayrılıkçı bir talebin konusu yapılmakta, bizim “aydın”, gazeteci ve siyasilerimiz ise sanki Türkiye Cumhuriyeti işgalci bir ülkeymiş gibi konuşmaktadırlar.
Bir ülkenin “intelijansiyası” böyle olduğunda o ülkenin geleceği hakkında iyimser olmak imkanı yoktur.
Bu ülkenin işi çok ama çok zor…
Türkiye’nin, terörü de mücadele yöntemleri içine alan “Kürtçülük” hareketi, siyasal bir projedir.
Siyasal projeleri, siyasal temsil anlamında demokratik açılımlar yaparak veya kültürel haklar vererek karşılama veya önleme imkanı yoktur.
Tüm ayrılıkçı/bölücü hareketler, siyasal taleplerini meşrulaştırabilmek için kültürel bir takım haklarının verilmediğinden bahisle yola çıkarlar. Çünkü ellerinde kendilerine “ilk hareketi” sağlayacak başka “masum görünümlü” araçları yoktur. Bununla birlikte bu haklar verildiğinde süreç durmaz; yeni bir pozisyona geçilir; bu defa diğer başka hakların yanında demokratik kılıflı siyasal talepler devreye sokulur ve süreç bu şekilde devam ettirilir. Hatta tam burada, dikkatten çoğunlukla kaçan ve esasen artık aşılması halinde siyasal sürecin karşılanması ve önlenebilmesi bakımından neredeyse imkansız hale gelen kritik bir eşik de vardır.
Bu kritik eşik şudur: Siz kültürel ve insani olduğu mülahazasıyla etnik alt kültürlere bazı haklar tanıdığınızda bu defa bu haklar, var olan siyasal talebi geriletmek yerine tersine beslemeye ve meşrulaştırmaya başlar. Çünkü bu aşamada artık hayata geçirilen bu hak ya da haklar, bundan böyle “farklılığın tescili” olarak siyasal talebi de normalleştirici bir süreci üretmeye başlar. Çünkü artık alt kültür unsuru olmaktan çıkarak resmi sistemin bir parçası haline gelen hak ya da haklar, farklılığı ve dolayısıyla ayrılık taleplerini kesmek yerine beslemeye devam eder. Bir de güçlü bir ekonomik yapı ve refah düzeyine sahip değilseniz, farklılıkları bir arada tutabilecek çok fazla elinizde imkan da yok demektir. Zaten uzun yıllardan beri süren terör sizi, (kaynaklarınız boşa harcanmasına neden olmuş olacağı için) iktisaden de geri bırakmıştır. Bu ise ülkenin iklimini bölücü talepler bakımından uygun hale getirmiş olacaktır.
Hal böyle iken ülkemizde başta bir kısım “aydınlar” gazeteciler ve siyasiler olmak üzere hemen herkes zihni bir travma geçirmektedir. Zihin haritamız dağılmış durumdadır. Bu zihni travma o hale gelmiştir ki Türkiye’nin yaklaşık otuz yıldır yaşadığı ayrılıkçı teröre ve tehdide rağmen, “aydın”, gazeteci ve siyasilerimiz, sanki iki devlet arasında “uluslararası hukuk” anlamında bir savaş varmış gibi olup bitenleri, “ateşkes”, “savaşan taraflar” vb. gibi kavramlarla ele almakta, böyle yapınca sorunları yumuşatacaklarını ve çözebileceklerini düşünmektedirler. Oysa ortada bin yıldır Türk vatanı olan bir coğrafyanın bir köşesi ayrılıkçı bir talebin konusu yapılmakta, bizim “aydın”, gazeteci ve siyasilerimiz ise sanki Türkiye Cumhuriyeti işgalci bir ülkeymiş gibi konuşmaktadırlar.
Bir ülkenin “intelijansiyası” böyle olduğunda o ülkenin geleceği hakkında iyimser olmak imkanı yoktur.
Bu ülkenin işi çok ama çok zor…
Türk Ocakları Genel Merkezi