Oysaki Atatürk;
CUMHURİYETÇİLİK ilkesi ile padişah ve hilafet yerine, halkın kendi kendisini yönetmesini, yani egemenliğin kayıtsız ve koşulsuz ulasa ait olduğunu,
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir yazılı büyük bir pranga vardır milletin boynunda, ne egemenliği? hepsi laftır halk, elit zümre tarafından yönetilir, halkın partisi, darbeyle veya kapatılma yoluyla alaşağı edilebilir, yasalar değiştirilemez hatta teklif dahi edilemez buna rağmen hep aynı masal okutulur yıllarca "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." Laf...
Biz ise aksine "Hakimiyet Allahındır" diyoruz ve yerleştirdiklerine inandıkları ama asla yerleşmeyen demokrasiyi bile tanımıyoruz. Yalanları bile sahte.
DEVRİMCİLİK ilkesi ile toplum düzeninde, kısa sürede köklü ve önemli değişiklikler yapmak gerektiğini,
Evet tebrik ederim kısa sürede köklü değişiklik, müslüman bir toplumken, bir batılıya dönüştürülen yaşam tarzı ha keza daha farklı değişikliklerede topyekün karşı çıkan bir devrimcilik anlayışı hakimdir bu ülkeye 1923 le 1950 arasına hapis bir devrimcilik.
HALKÇILIK ilkesi ile toplum içinde hiç kimsenin diğerinden üstün tutulmamasını, herkesin yasalar önünde eşit olmasını, hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa ayrıcalık tanınmamasını,
Gülermisin ağlarmısın, başörtülü üniversiteye giremez ve kamu kurumlarında çalışamaz başka söze gerek yok sahte halkçılığa en bariz örnek.
MİLLİYETÇİLİK ilkesi ile ulusal sınırlar içinde yaşayan yurttaşlar arasında, din, mezhep, ırk, dil ve siyasi düşünce ayırımı yapmaksızın, yurdun bölünmez bütünlüğü için çalışan her kesin Türk olduğunu,
Kimlikte herkes Türk, bayrak türk, vatan türkiye, sözde devlet "milli" ama arka planda Türklük namına hiçbir şeyin esamesi yok. Töre viran, örf adet anane bitmiş. İngiliz görünümlü ve yaşayışlı insanlar topluluğu ama adı türk(!)
DEVLETÇİLİK ilkesi ile devletin ekonomik yaşama doğrudan katılarak, ekonomiye yön vermesini ve öncü olmasını,
İflas etmiş bir düşünce tüm dünyada geçerliliğini yitirmiş ama ısrarla ülkemizde tatbik edilen ve bir türlü kırılamayan hantal bir bürokrasi. Düşünsenize benim devletim dmo kanalıyla kalem, defter satıyor:clap Kırtasiyecimi banane ondan aç kalsın gitsin limon satsın zihniyetindeki bir devlet yapısı.
LAİKLİK ilkesi ile din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını, toplumsal düzenin ve hukuk kurallarının dine değil, akıl ve bilime dayanması gerektiğini, tüm yurttaşların din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduklarını, kimsenin din ve ibadete zorlanmayacağı gibi, hiç kimsenin dini ibadetine engel olunamayacağını, hiç kimsenin dini inanç ve görüşlerinden dolayı kınanmayacağını,
Anlatmak istemiştir.
Oysaki gerçek farklıdır durumun izahını üstadın dizelerine bırakıyorum:
LAİSİZMA
Mümin - Siz lâisizmanın ne demek olduğunu, ne ifade ettiğini, nasıl bir içtimaî ve siyasî vesileyle ortaya atıldığını, hangi dini veya dinleri şümulüne aldığını, hangi noktalara istinat ettiğini, tarih boyunca nasıl bir seyir takip ettiğini bilmiyorsunuz değil mi?
Kâfir - Bilmiyorum; ben onun yalnız dini dünyadan ayırmak olduğunu biliyorum ya, yetmez mi?
Mümin - Yağma yok!.. Size, o kadar ucuz tarafından hakikatleri çiğnetemeyiz! Hep bu açıkgözlüğe bağlanan demagocya sanatına artık paydos! Şöyle bir sigara yakınız da, size lâisizmayı, bütün incelik ve hususiyetleriyle anlatayım! Ha, şöyle!.. Dinleyin: Lâisizma tâbiri Fransız İnkılâbının bir icadıdır. Aslından inhiraf ettirilmiş ve zaten dünya ile alâkasız bir din olarak yerleşmiş bulunan Hıristiyanlık, gitgide kendi dâvasını kendi mümessilleriyle ayak altına alınca, Fransız İnkılâbı, sırf Hıristiyanlığı Hıristiyanlıktan ibaret bırakmak ve rahiplerin Hıristiyanlık dışı tasallutlarına engel olmak için lâisizma ölçüsünü meydana getirdi: "Din, yani Hıristiyanlık, kendi kendisinden ibaret kalacak ve zaten müdahale salâhiyetinden uzak bulunduğu dünyayı da kendi haline bırakacaktır!..." Ölçü şudur:
Hıristiyanlık ruhanî nüfuz ve murakabesinde istediği gibi devam edebilir; fakat bunu, kendi nefsine uygun olarak, cismanî sahaya teşmil etmemelidir.
Kâfir - Demek lâisizma budur, ha!..
Mümin - Evet, lâisizma yalnız budur. Fakat bizde bunu ne bilirler, ne de bildirmek isterler. Lâisizma, bizzat Hıristiyanlığa karşı tehdit edici bir engel değil, ruhanî nüfuzdan faydalanarak dünyayı idareye kalkan papazların nefslerine karşı bir mâniadır. Bizde ise bunu, doğrudan doğruya dini dünyadan ayırmak mânasına alıyorlar. Bu işde ne muazzam bir canbazlık yapılıyor. Din, bizzat dünya hükümlerine malik olunca onu ya topyekûn red ve nefyetmek, yahut kabûl etmek mümkündür; herhalde dünyadan ayırmak mümkün değildir. Dini hem kabul, hem de dünyadan ayrı mütalâa etmek, bütün mevcutları yaratan Allah'ı tasdik ettikten sonra, onun dünyaya karışmıyacağını iddia etmektir ki, bu da abeslerin ve muhallerin şâhı olur.
Kâfir - Yâni ne demek istiyorsunuz?
Mümin - Şunu demek istiyorum ki, hem dünya, hem de ukbânın hesabını veren bir dine, sırf Hıristiyanlığa mahsus hususî bir ölçü olan lâisizma tatbik edilemez. Edilecek olursa, o dini kaldırmak, fakat kaldırıldığını söylememek mânasına gelir. Lâisizma İslâmiyete tatbiki kabil olmıyan bir ölçü olduğu, hem gerçek lâikler, hem de kâfir ve müminlerce hakikattir. Onun içindir ki ben lâisizma üzerinde müsbet veya menfi hiçbir hüküm izhar etmeden, onun, bütün kâinatı ihata edici dinlere mahsus bir ölçü olmadığını belirtmekle iktifa ediyorum. Bu da, sizin gibi bir münkire; ve vasıtanızla, bu mefhum üzerinde demagocya canbazlıkları yapmak isteyen cehil istismarcısı açıkgözlere verilecek en şapa oturtucu cevaptır. (mümin ile kafir adlı eserinden)
Necip Fazıl
Bu nedenle, Atatürk’ü ve devrimlerini doğru anlamak ve topluma, özellikle gençliğe doğru anlatmak her aydının temel görevidir.
Devrimleri anladık ne anladığımızıda izah ettik. Bir gün bu milletin doğru anlayacağı zamanda gelecektir. Allah Büyüktür.