elfevaid
New member
- Katılım
- 16 Ağu 2007
- Mesajlar
- 194
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
Zaman 1909-1910.
Zemin; II Meşrutiyet sonrası. Yeni bir düzene geçilmiş ve her kafadan bir ses çıkıyor. İstanbul’daki bu durum, Doğuda ‘din elden gidiyor’ şeklinde algılanıyor. Meşrutiyete karşı müthiş bir tepki oluşmaya başlamış.
İşte Said Nursi, bu tepkiyi yatıştırmak ve İslam’ın ancak gerçek bir ‘hürriyet’ ile hayat bulacağını anlatmak için bölgede bulunuyor. İslam’ın ve dolayısıyla Osmanlı’nın yeniden hâkimiyetini sağlayacak yegâne şeyin Hürriyet olduğunu anlatmayı ve halkı bu noktada uyandırmayı kendine vazife bilmiş. Bu çalışmalarını da sonradan Münazarat adıyla kitap haline getirmiş. Ben de size oradan aktarıyorum..
Aşiret reisleri soruyor, Said Nursi cevaplandırıyor:
Soru:
-Sen Meşrutiyet yanlısı olduğun için bunların (İttihat ve Terkaki Hükümeti’nin. Sorudaki asıl maksat gözetilirse ‘Türklerin’ demek daha uygun olur) hatasını görmüyorsun. Meşrutiyetle iş başına gelenlerin de sayısız kötülükleri var, bize eskiler gibi zulmediyorlar. Üstelik güçsüzlükte ve çaresizlikte eskisini (yani saltanat dönemini) aratmıyorlar. Demek tarif ettiğin Meşrutiyet daha bize gelmemiş ki biz de ona "hoş geldin baş göz üstüne geldin" diyelim.
Cevap:
-Hayır, ben onların hatasını görmezlikten gelmiyorum. "Aksine, ben bir akarsudan su almak istedim. Bir bulutun çalışıp yağmur indirmesini arzu ettim. Siyah gözlüyü güzel gördüm. Ben huri gibi güzel bir hürriyeti övdüm" Eğer meşrutiyet buraya gelmemişse, sizin divaneliğinizden korktuğu içindir. Zülüm, Meşrutiyetin hatasından değil, kafalarınızdaki cehalet karanlığından kaynaklanıyor. Siz divanelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz. Kudan ve Mamehoran aşiretleri, vermeleri gereken vergiyi, asker gelmeden hazır etselerdi, şu kadar zulme uğramayacaklardı. Eğer bir millet, cehaletle hukukunu bilmezse, hamiyet ehli insanları dahi zorba haline getirir. Hükümeti, sizin hakkınızda zorbalık yapmaya sevk eden sizin cehaletinizdir.
Şimdi diyorsunuz ki "Bu hükümet de eskisi gibi zayıftır" Evet kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk doksan yaşındaki ihtiyar gibidir. Fakat o yaşlı kabre gider ama bu çocuk gençliğe doğru, yani güçlenmeye doğru gidiyor...
Soru:
-Neden işler böyle bulanık. Açık ve safi olsa olmaz mı?
Cevap:
-Yüz yıldan beri harap olmaya yüz tutmuş bir şey birden yapılamaz. Size bir misal vereceğim. Bir bulagbaşı (Göze), çok uzun süren bir zaman boyunca çürümüş ve kokuşmuş. İçine çok pislik düşmüş. .Sonra onu temizlemek için o pislikler içinden çıkarılıp temizlenir ve bir havuz haline getirilirse, acaba daha bir süre o pınarın suyu bulanık gelmeyecek mi? Elbette gelecek. Ama meraklanmayınız, sonunda su mutlaka temizlenip berraklaşacaktır.
Soru:
-Tarif ettiğin bu Meşrutiyetin ne kadarı bize gelmiş, niçin tamamı gelmiyor?
Cevap:
-Ancak onda biri size gelmiştir diyebilirim. Çünkü sizin şu vahşi, medeniyetten uzak, cehaleti ve düşmanlığı sevmiş sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehalet ejderhasından ve husumet (düşmanlık) kurtlarından medeniyet(Nasıl da PKK’yı tarif etmiş) korkar. Kolay kolay gelmeye cesaret edemez.
Eğer siz tembellik edip yolunu yapmazsanız, bu tembelliğinizi sürdürürseniz, belki yüz sene sonra (şimdi bu konuşmasının üzerinden tam yüz sene geçti) ancak, onun cemalini görebilirsiniz.
Zira sizinle İstanbul arasındaki mesafe bir aylıktır. Fakat sizinle meşrutiyeti benimsemiş insanlar arasındaki mesafe bin aydan fazladır. Çünkü siz eski zaman adamlarına benzersiniz. O nazik bedenli narin meşrutiyet (demokrasi) İstanbul havalisindeki yılanlardan kurtulsa bile, şu uzun mesafeden geçerken, cehalet gibi müthiş bir bataklığı, fakirlik gibi müthiş bir kıraçları ve birbirinize karşı beslediğiniz düşmanlıklar gibi son derece sarp ve aşılmaz dağları geçmeye mecbur kalacak ve üstelik de karşılaşacağı eşkıyalar da işin cabası... Kısacası, hak ettiği cezayı hazmedemeyen, başkalarının etini yediği için dişleri çıkarılan veya o meşhur, her şeyi tersiyle anlamaya çalışan bektaşi gibi bazı eşkıya ve yol kesiciler o (Yani hürriyet ve demokrasi) daha size ulaşmadan onu derdest eder ve yolunu keserler.
Sonra bütün bunlardan başka bir kısım gevezeler de vardır. Onlar da Meşrutiyetin gelmesini istemezler. O yüzden de o gelmeden önce onu parça parça etmek isterler. Öyleyse, siz ona bir yol yapmak veya onu havadan bir balonla buraya getirmek zorundasınız. Onun, (meşrutiyet’in = hürriyet ve demokrasinin) bu topraklara gelmesini siz sağlamalısınız.
Soru:
-Biz artık ümitsizliğe düştük. Bu meşrutiyet ne zaman gelecek bize, daha ne kadar bekleyeceğiz?
Cevap:
-Ümitsizlik acizlikten gelir ve gelişmeye manidir. Hamiyet ise, en şiddetli zorluklara ve engellere aynı şiddetle metanet göstermekle olur. Halbuki bu zaman, adi imkânsızlıkları bile imkanlı kılmıştır. Olmayacak, yapılamayacak iş hemen hemen kalmamıştır. En küçük bir terslikte ümitsizliğe dönüşen hamiyet (vatanperverlik) hamiyet değildir. Ben sizi tembellikten kurtarmak için, size kusurlarınızı gösteriyorum. Onun çabucak gelmesini istiyorsanız, ona bilgiden(marifet)ve feziletten bir demir yolu döşeyin. Ta ki meşrutiyet, medeniyet denilen kamâlât trenine binip, beraberine gelişme tohumlarını da alıp, engelleri de geçerek size gelebilsin. Siz yolu ne kadar kısa sürede yapabilirseniz o da o kadar kısa sürede size gelecektir.
Soru:
-Şansımız varsa inşallah bize gelir. Şu anda bize düşen tevekkül etmek değil mi?
Doğrudur ama zavallı talihinize siz de yardımcı olmalısınız. Bağdat yankesicileri (tarrar) gibi olmayınız. Sizin tembelliğe bahane ettiğiniz ‘girişimcilikten mahrum’ tevekkülünüz, ‘neticelerin oluşmasında sebeplere baş vurmak gerektiği’ şeklindeki doğal hükme muhalefetiniz, kainatta geçerli iradeye karşı inatlaşmaktan başka bir şey değildir. Şu tevekkül döner sizi yalanlar.
* * *
Bu cümleler bir asır öncesinden asrın üstadının öngörüleri ve önerileri,günümüzdeki sorunlara bir de onun öngörüleri ışığında bakmayı deneyin...
Zemin; II Meşrutiyet sonrası. Yeni bir düzene geçilmiş ve her kafadan bir ses çıkıyor. İstanbul’daki bu durum, Doğuda ‘din elden gidiyor’ şeklinde algılanıyor. Meşrutiyete karşı müthiş bir tepki oluşmaya başlamış.
İşte Said Nursi, bu tepkiyi yatıştırmak ve İslam’ın ancak gerçek bir ‘hürriyet’ ile hayat bulacağını anlatmak için bölgede bulunuyor. İslam’ın ve dolayısıyla Osmanlı’nın yeniden hâkimiyetini sağlayacak yegâne şeyin Hürriyet olduğunu anlatmayı ve halkı bu noktada uyandırmayı kendine vazife bilmiş. Bu çalışmalarını da sonradan Münazarat adıyla kitap haline getirmiş. Ben de size oradan aktarıyorum..
Aşiret reisleri soruyor, Said Nursi cevaplandırıyor:
Soru:
-Sen Meşrutiyet yanlısı olduğun için bunların (İttihat ve Terkaki Hükümeti’nin. Sorudaki asıl maksat gözetilirse ‘Türklerin’ demek daha uygun olur) hatasını görmüyorsun. Meşrutiyetle iş başına gelenlerin de sayısız kötülükleri var, bize eskiler gibi zulmediyorlar. Üstelik güçsüzlükte ve çaresizlikte eskisini (yani saltanat dönemini) aratmıyorlar. Demek tarif ettiğin Meşrutiyet daha bize gelmemiş ki biz de ona "hoş geldin baş göz üstüne geldin" diyelim.
Cevap:
-Hayır, ben onların hatasını görmezlikten gelmiyorum. "Aksine, ben bir akarsudan su almak istedim. Bir bulutun çalışıp yağmur indirmesini arzu ettim. Siyah gözlüyü güzel gördüm. Ben huri gibi güzel bir hürriyeti övdüm" Eğer meşrutiyet buraya gelmemişse, sizin divaneliğinizden korktuğu içindir. Zülüm, Meşrutiyetin hatasından değil, kafalarınızdaki cehalet karanlığından kaynaklanıyor. Siz divanelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz. Kudan ve Mamehoran aşiretleri, vermeleri gereken vergiyi, asker gelmeden hazır etselerdi, şu kadar zulme uğramayacaklardı. Eğer bir millet, cehaletle hukukunu bilmezse, hamiyet ehli insanları dahi zorba haline getirir. Hükümeti, sizin hakkınızda zorbalık yapmaya sevk eden sizin cehaletinizdir.
Şimdi diyorsunuz ki "Bu hükümet de eskisi gibi zayıftır" Evet kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk doksan yaşındaki ihtiyar gibidir. Fakat o yaşlı kabre gider ama bu çocuk gençliğe doğru, yani güçlenmeye doğru gidiyor...
Soru:
-Neden işler böyle bulanık. Açık ve safi olsa olmaz mı?
Cevap:
-Yüz yıldan beri harap olmaya yüz tutmuş bir şey birden yapılamaz. Size bir misal vereceğim. Bir bulagbaşı (Göze), çok uzun süren bir zaman boyunca çürümüş ve kokuşmuş. İçine çok pislik düşmüş. .Sonra onu temizlemek için o pislikler içinden çıkarılıp temizlenir ve bir havuz haline getirilirse, acaba daha bir süre o pınarın suyu bulanık gelmeyecek mi? Elbette gelecek. Ama meraklanmayınız, sonunda su mutlaka temizlenip berraklaşacaktır.
Soru:
-Tarif ettiğin bu Meşrutiyetin ne kadarı bize gelmiş, niçin tamamı gelmiyor?
Cevap:
-Ancak onda biri size gelmiştir diyebilirim. Çünkü sizin şu vahşi, medeniyetten uzak, cehaleti ve düşmanlığı sevmiş sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehalet ejderhasından ve husumet (düşmanlık) kurtlarından medeniyet(Nasıl da PKK’yı tarif etmiş) korkar. Kolay kolay gelmeye cesaret edemez.
Eğer siz tembellik edip yolunu yapmazsanız, bu tembelliğinizi sürdürürseniz, belki yüz sene sonra (şimdi bu konuşmasının üzerinden tam yüz sene geçti) ancak, onun cemalini görebilirsiniz.
Zira sizinle İstanbul arasındaki mesafe bir aylıktır. Fakat sizinle meşrutiyeti benimsemiş insanlar arasındaki mesafe bin aydan fazladır. Çünkü siz eski zaman adamlarına benzersiniz. O nazik bedenli narin meşrutiyet (demokrasi) İstanbul havalisindeki yılanlardan kurtulsa bile, şu uzun mesafeden geçerken, cehalet gibi müthiş bir bataklığı, fakirlik gibi müthiş bir kıraçları ve birbirinize karşı beslediğiniz düşmanlıklar gibi son derece sarp ve aşılmaz dağları geçmeye mecbur kalacak ve üstelik de karşılaşacağı eşkıyalar da işin cabası... Kısacası, hak ettiği cezayı hazmedemeyen, başkalarının etini yediği için dişleri çıkarılan veya o meşhur, her şeyi tersiyle anlamaya çalışan bektaşi gibi bazı eşkıya ve yol kesiciler o (Yani hürriyet ve demokrasi) daha size ulaşmadan onu derdest eder ve yolunu keserler.
Sonra bütün bunlardan başka bir kısım gevezeler de vardır. Onlar da Meşrutiyetin gelmesini istemezler. O yüzden de o gelmeden önce onu parça parça etmek isterler. Öyleyse, siz ona bir yol yapmak veya onu havadan bir balonla buraya getirmek zorundasınız. Onun, (meşrutiyet’in = hürriyet ve demokrasinin) bu topraklara gelmesini siz sağlamalısınız.
Soru:
-Biz artık ümitsizliğe düştük. Bu meşrutiyet ne zaman gelecek bize, daha ne kadar bekleyeceğiz?
Cevap:
-Ümitsizlik acizlikten gelir ve gelişmeye manidir. Hamiyet ise, en şiddetli zorluklara ve engellere aynı şiddetle metanet göstermekle olur. Halbuki bu zaman, adi imkânsızlıkları bile imkanlı kılmıştır. Olmayacak, yapılamayacak iş hemen hemen kalmamıştır. En küçük bir terslikte ümitsizliğe dönüşen hamiyet (vatanperverlik) hamiyet değildir. Ben sizi tembellikten kurtarmak için, size kusurlarınızı gösteriyorum. Onun çabucak gelmesini istiyorsanız, ona bilgiden(marifet)ve feziletten bir demir yolu döşeyin. Ta ki meşrutiyet, medeniyet denilen kamâlât trenine binip, beraberine gelişme tohumlarını da alıp, engelleri de geçerek size gelebilsin. Siz yolu ne kadar kısa sürede yapabilirseniz o da o kadar kısa sürede size gelecektir.
Soru:
-Şansımız varsa inşallah bize gelir. Şu anda bize düşen tevekkül etmek değil mi?
Doğrudur ama zavallı talihinize siz de yardımcı olmalısınız. Bağdat yankesicileri (tarrar) gibi olmayınız. Sizin tembelliğe bahane ettiğiniz ‘girişimcilikten mahrum’ tevekkülünüz, ‘neticelerin oluşmasında sebeplere baş vurmak gerektiği’ şeklindeki doğal hükme muhalefetiniz, kainatta geçerli iradeye karşı inatlaşmaktan başka bir şey değildir. Şu tevekkül döner sizi yalanlar.
* * *
Bu cümleler bir asır öncesinden asrın üstadının öngörüleri ve önerileri,günümüzdeki sorunlara bir de onun öngörüleri ışığında bakmayı deneyin...