klavuz13
Banned
- Katılım
- 12 Tem 2006
- Mesajlar
- 2,648
- Reaction score
- 0
- Puanları
- 0
bencede allah ile kulun arasına kimseyi sokmaya gerek yok .
rebeka yazdıklarına cevap vermeye gerek bile duymuyorum .
benim anlatmaya çalıştığım ama anlatmak için uğraşmakta istemediğim sıkıntıları arkadaş saolsun yazmış .bu yazılanlar çokda doğru.
her biri farklı gerekçelerle birbirinden ayrılıyor ve her biri birbirine sövüyor . en basitinden çoğu akp yi nasıl oldu da destekledi . akp ye oy verceksiniz dendiği için tabiki de .bunlardan mı bana hayır gelcek .
ben anca onların ellerinde bulunan ama bir çoğunun anlamadığı kurana saygı duyarım . organizasyonu yapan ve kendi amellerine alet eden şeylere şıhlara ise saygı duymam .bu insanların bu emellerine alet olan insanlara da belli bir yere kadar saygı duyarım
Allah ile kulun arasına kimse giremez zaten...
bu mantığınıza baktığınız zaman imamında olmaması gerekir....
Klasikleşmiş kelimelerden kurtulun....
rebeka yazdıklarına cevap vermeye gerek bile duymuyorum .
yazdıklarıma cevap veremiyorsun emrah çünkü bir söylediğin bir söylediğini tutmadığını gösterdim...
Hayatında görmediğin tilloyu,
Hayatında bir tanesiyle konuşmadığın tilloluyu bilmediğin halde ÖNYARGILI olarak hemen iftira atıyorsun...
Nasıl bu fikire sahip oldun dediğm zamanda "sana cevap vermeye gerek bile duymuyorum" diyorsun...
Neden cevap veremiyorsun...
işinize geldiği zaman HOŞ cevaplar, İşinize gelmediği zaman NAHOŞ cevaplar...
cemaatlerin içinde dinin dışına çıkanlar yokmu var elbette...
tıpkı Atatrürkçüyüm deyipte Atatürkçülükte eseri olmadığı insanlar gibi...
tıpkı Atatürkçüyüm deyipte ATEİSTLERE önderlik yapanlar gibi....
her toplumda her platforumda değişik insanlar var ama....
birileri DİN dediği zaman neen tüyleri diken diken oluyor...
bunu iyi irdelemek gerekiyor...
"ben anca onların ellerinde bulunan ama bir çoğunun anlamadığı kurana saygı duyarım . "
Bir çoğunun anlamadığını iddia ediyorsun...
Bu adamlar bir çokları Kuranı anlammamışsa KAFİR olmuyorlarmı?
Sen ALLAH mısınki bu insanların ANLAMAYIPTA KAFİR oldukları kanaatine varıyorsun...
Sadece bir tanesini bile bilmeden iftira attığıun bu insanların anlamadıklarına uzaydan mı karar verdin emrah...
organizasyonu yapan ve kendi amellerine alet eden şeylere şıhlara ise saygı duymam .
ama bir çoğuyla tanıştım... görüştüm... inceledim...
hiçbir cemaaete mensup olmadım.... Ama hiçbirine çamur atmadım....
Senin ŞEYH ŞIH dediklerinin içinde Alim olanda var, Alimliğin yanmından geçmeyen insanlarda var...
soruyorum sana emrah kaç tane ŞEYH ŞIHla görüştünde hepsinin kendi amellerine alet ettiğini gördün...
KULAKTAN DOLMA BİLGİLERLE YANIMA GELME EMRAH....
ISPATLAYAN BELGELERLE YANIMA GEL CEVAP VER...
bak beğenmediğin sadece tillodan bir sayfa.... neden tilloda o alimler in var olduğunu tillonun nasıl bir yer olduğunu bari buradan anlamış olursun... tıkla ve gör
TARİKATLAR
--------------------------------------------------------------------------------
Kuran’ın dinini ve uydurulan dini ayırt etmeye çalışırken tarikatlara mutlaka değinmeliyiz. Yüzlerce tarikat olmasına ve her tarikatın Kuran’ın İslam’ından sapışı farklı noktalarda olmasına rağmen biz yerimiz yetmeyeceği için şeyhlerin aşırı yüceltilmesi, tartışılmaz kabul edilmesi gibi ortak ve temel olan noktalara değineceğiz.
Peygamberimiz’in tek mürşit olduğu, tartışılmaz tek kişi olarak yaşadığı dönemde İslam’ın tek kurumu cami idi. İbadetler, eğitim ve hizmet tüm yeryüzüne yayılan bir faaliyetti, kurum olarak ise bu faaliyetler camide gerçekleştirilirdi. Peygamber’in sağlığında, hatta 4 halife döneminde cami dışında tekke, dergah, zaviye gibi başka kurumların oluşturulmadığı bu tekkelerin, dergahların üyelerinin bile ortak kabulüdür. İlk tekkenin hicri 150, miladi 760 yılları civarında Şam yakınlarında kurulduğu genel kabullerden biridir. Fakat tekkelerin yayılması yüzlerce yıl sonraya rast gelecektir. Tekkelerin ilimler akademisi, askeri hizmet, hatta hastaların tedavisi gibi birçok güzel hizmette kullanıldığı da bir gerçektir. Fakat Kuşadalı İbrahim’in deyimiyle gün gelip de kimi tekkelerin kerhaneye ve meyhaneye dönüştüğü, Kuran’ın emir ve yasaklarıyla alakası olmayan binlerce törenin, gösterinin din adına bu tekkelerde uygulandığı da ayrı bir gerçektir. Tüm bunları gören Kuşadalı, yanan tekkesinin yerine yenisini yaptırmamış ve kendisinden evvel asırlarca yaşayan tekkelerin kapanması gerektiğini ve tüm yeryüzünün adeta bir tekke gibi kullanılıp, Peygamber’imiz zamanındaki gibi cami dışında dini kurumun bırakılmamasını, Kuran dışındaki virdlerin, tarikatların özel dualarının yerini Kuran’a, Kuran’da geçen dualara bırakmasını savunmuştur.
Tekkelerin ortaya çıkışı hicri 150. yıl olsa da, bugünkü manasıyla bildiğimiz tarikatların kurumsal yapılar olarak ortaya çıkışı hicri 600’ler civarındadır. Kurumsal karaktere sahip olduğu kabul edilen ilk tarikat Kadiriliktir, kurucusu Abdülkadir Geylani vefatı hicri 562’dir.Diğer birkaç örnek şöyledir: Rifailik; Ahmed er Rifai, vefatı hicri 578. Bektaşiye; Hacı Bektaş Veli, vefatı hicri 669. Mevleviyye; Mevlana Celaleddin Rumi, vefatı hicri 672. Halvetiyye; Ekmelüddin el Haveti, vefatı hicri 750. Nakşibendiyye; Bahauddin Nakşibend, vefatı hicri 791.
ŞEYTAN ACABA KİMİN MÜRŞİDİ?
“Tarik” Arapça “yol” demektir. Bundan türetilen “tarikat” ise “yol, yöntem, usul, tarz” manalarına gelir. Tarikatlar Allah’a gitmek için bir yoldur, bir mecburiyet değildir şeklinde yumuşak izahlarla tarikat bağlılığını açıklayan tarikatçılar vardır. Fakat birçok tarikatçı “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.” uydurma hadisiyle tarikata girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe, kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadır. Şimdi sormak lazım yüzlerce yıl tarikatların yokluğunda Müslümanlar eksik Müslümanlar olarak mı yaşadılar? Tarikat şeyhlerinin yaygın olmadığı bu dönemde Müslümanların mürşidi şeytan mıydı? Kuran’ın izahları bu yıllara kadar Müslümanların manevi gelişimine rehberlik etmekte yetersiz mi kaldı ki tarikatlara ihtiyaç doğdu? Kuran’a göre Kuran din adına her şeyi açıklamaktadır. Peygamber’imiz ise Kuran’ın uymamız konusunda keŞl olduğu tek insandır. Oysa tarikatların ürettiği birçok şeyh tartışılmaz kişi ilan edilmiş, bu şeyhlerin etrafındakiler kurtulanlar, diğer kimseler cehennemlik olanlar olarak sınıflandırılmış, bu şahıslara uymak dinin en önemli şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu tarikatların birçok liderinin Mehdi veya İsa ilan edilmesi sadece geçmişteki tarikatların değil, günümüzdeki birçok tarikatın da bir gerçeğidir. (Mehdi ve İsa’nın gelişi ile ilgili inançlar için 20. Bölümü okuyunuz.) Her şehirde, kasabada veya mahallede bahsettiğimiz tiplere rastlayabiliriz. Bunların çoğu paranoyak hezeyanları olan, insanların hem ruh dünyasını, hem de kesesini zarara uğratan kişilerdir. Bu tavırlarıyla Kuran’ın bize anlattığı sahtekar Musevi ve Hıristiyan din adamlarının dinimizdeki karşılığı bu şeyhlerdir.
Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla yerler.
9- Tevbe Suresi 34
ŞEYHE KÖRÜ KÖRÜNE İTAAT
Tarikatların en önemli kurallarından biri müridin kendisini şeyhine ölünün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi bırakmasıdır. Kuran’ın aklımızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat esastır. Tarikat üyelerine akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine tabi olmaları, aklın bu yolda yürümeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılması, şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır. Üstelik kişi aklı kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra üniversite bitiren okumuş müritle; cahil, okuma yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden bizi tarikatlardaki okumuş kişilerin tavrı şaşırtmamalıdır. Çünkü bu kişiler tarikatların yapısı gereği aklını kenara bırakmış ve şeyhe teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen ile bilmeyenin farkının kalmamasıdır. Araştırma yerine yutturma, düşünme yerine taklit esas olunca, tarikattaki herkesin inancı, hayata bakış açısı ve dini değerlendirişi tamamen şeyhiyle aynı olmaktadır. Hatta birçok zaman “aklı bırakma prensibi” kabul ettirildiği için şeyhten çok daha bilgili ve kültürlü bir kişi bile “ Ben bilmem, şeyhim bilir. Şeyhim diyorsa vardır bir hikmeti.” izahlarıyla şeyhin en saçma izahlarını bile yutmaktadır. Yakın zamanlardan trajikomik birkaç izaha yüzlerce tarikat bağlısının sırf şeyhleri dedi diye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz. Birinci şeyhin Amerika’ya kızıp nasıl uzay mekiğini düşürdüğünü şeyhin müritleri büyük bir gururla anlatıyorlardı. İkinci şeyhin ise Kıbrıs’ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürültüyü ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri bile hemen kabul etmişlerdi. Üçüncü şeyh ise nefislerinizi terbiye edeceğim diyerek müritlerine cinsel organını öptürüyor, cinsel organı öpecek mürit tören havasında “Muz yemeye” parolasıyla şeyhin cinsel organını öpmeye götürülüyordu. Tarikatların yapısını ve şeyhe bağlılığın felsefesini bilmeyenlere; okumuş, kültürlü müritlerin bile bu saçmalıklara inanmasını anlamak çok zor gelmektedir. Fakat eğer tarikata girenlerin baştan akıllarını kenara bırakıp, çoğu zaman yarı veya tam kaçık şeyhlere tabi oldukları ve düşünme yerine taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa bu hareketleri de anlaşılabilir. Tarikatlara girenlere verilen tarikat terbiyesini anlamak için bir tarikatta müride uymasının zorunlu olduğu yedi madde diye eline verilen listeyi görelim:
1-) Mürşidine (şeyhine) tam teslim olmak ve hiç kimseyi mürşidinden üstün bilmemek.
2-) Zeki ve idrak kabiliyeti yüksek olmak.
3-) Şeyhinin hizmetinde hareketli ve atılgan olmak.
4-) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.
5-) Malı ve mülkünü şeyhinin hizmetine vermek.
6-) Mürşidin (şeyhin) ve tarikatın sırlarını gizli tutmak.
7-) Canını şeyhi yolunda vermeye her an hazır olmak.
SAĞILACAK MÜRİTLER
Biz tarikat mantığı içinde tüm bu maddeleri anladık da bir tek ikinci maddeyi anlayamıyoruz. Hep aklı kenara bırakıp, şeyhe tabi olunmasını isteyen tarikatlar, neden acaba zeka ve idrak kabiliyeti istiyorlar. Herhalde burada beşinci maddede belirtilen mal ve mülkün daha çok elde edilmesi için kullanılacak zeka kastediliyor olsa gerek. Ne de olsa mürit ne kadar kazanırsa, o kadar sömürülebilir!
Muhammed İkbal bu manzaraya “şeyhperestlik” manasına gelen “pirizm” adını takmıştır. Bununla “Allah ne istiyor? Kuran’da ne geçiyor?” mantığı yerine “Şeyh efendi nasıl buyurdu? Bizim tarikatımızda nasıl açıklandı?” yı geçiren zihniyeti anlatmaktadır. İkbal’in diğer bir izahı ise şöyledir: “Tekkelerde benliği yaratmak ve yetiştirmek imkanı kalmamıştır. Bu rutubetli alev, kıvılcım saçmaz.”
Muhakkak ki her tarikat ve her şeyh bir değildir. Bizim asıl karşı olduğumuz tarikatlardaki genel zihniyettir. Kuran’da, bilmediğimiz bir şeyin ardınca gitmememiz, bundan sorumlu olduğumuz geçer (17-İsra Suresi-36). Oysa en düzgün tarikatta bile kişiler şeyhlerine tabi olurlar ve tarikatların akıbeti şeyhin kişiliğine, insafına kalır. İnsanlar bilginin değil, taklidin uygulayıcıları olurlar. Mantık aklı bir kenara bırakmak olunca, saydığımız en kötü örneklerin ortaya çıkışı hiç de sürpriz değildir.
TARİKATLARDA MASALLAR
Şeyhe kayıtsız şartsız itaat tarikatın en önemli şartı olduğundan, bunun sağlanması için müritlere hikayeler anlatılır. Örneğin: “Bir şeyh bir müridine ‘Git babanın kafasını kopar bana getir’ der. Mürit de görünürde çok garip olan bu isteği şeyhine olan güveninden dolayı “Bir hikmeti vardır” diyerek yerine getirir. Bir de bakar ki annesiyle yatarken kopardığı baş babasının değil. Annesiyle zina yapan başka birine ait. Şeyh uzaktan, kerameti sonucu bu olayı görüyor ve müridini denemek için hikmetini açıklamadan böyle bir emir veriyor.” Bu örnek hikayeyle görüldüğü gibi şeyh müride haramı emretse bile onun emrine itaat edilmesi, çünkü bunun muhakkak bir hikmeti olacağı telkin edilir. Oysa bir Müslüman’ın böyle bir şey iddia eden kişiye “Ben böyle bir haramı niye işleyeyim? Allah cana kıymayı haram etmişken benden böyle bir şeyi nasıl istersin?” demesi gerekir. Oysa tarikatlarda şeyhe bu şekilde karşı çıkışlar,
normal olmanın değil, imanı zayıf bir kimse olmanın belirtisi sayılır. Hikayelerle müridi şeyhin robotu yapma tarikatlarda çok sık kullanılan bir yöntem olduğu için meşhur bir hikayeyi daha örnek verelim: “Bir gün Hacı Bektaş Veli’nin çok müridi olmasından rahatsız olan devrin yöneticileri Hacı Bektaş’a gelip bu rahatsızlıklarını, müritlerinin çokluğunu hatırlatıp dile getirmişler. Hacı Bektaş da ‘Rahatsız olmayın benim sadece bir buçuk müridim var.’ demiş. Gelenlere bunu ispat için içeride bir koyun kesen Hacı Bektaş kanını dışarı akıtmış. Müritlerini ise dışarıda toplamış ve tüm müritlerini kesmesi gerektiğini ve sırayla gelmelerini söylemiş. Bir kadın ve bir erkek dışında herkes kaçmış. Erkek bir, kadın yarım sayıldığı için gerçek müritler işte bu bir buçukmuş.” Bu kıssa anlatılıp müritlerden bu gerçek müritler gibi olup şeyhi öldürecek olsa bile kendilerini teslim etmeleri gerektiği öğretilir. Aklı bir kenara bırakan, şeyhi haram olan bir şeyi istese bile vardır bir hikmeti deyip boyun eğen kişiler olarak yetiştirilen müritler, artık şeyhleri nasıl Müslüman olmalarını isterse öyle Müslüman olabilmekte, Allah’ın kitabı yerine şeyhlerine tabi olmaktadırlar. Bu halleriyle şeyhler halkın parasını haksızlıkla yediği söylenen hahamlara ve rahiplere Rab edinilme hususunda da benzerlik göstermektedirler.
Allah’ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da Rabler edindiler.
9- Tevbe Suresi 31
Şeyhe tabiyet Kuran’a tabiyet ile nasıl bağdaşır? Kuran yerine şeyhe tabi olanlar, Kuran’ı ancak ölülerin arkasından hem de bilmedikleri bir dilde okuyanlar, Kuran’ın manası yerine melodisine önem verenler ne yazık ki bu ayetlerdeki uyarıyı anlamamakta, Kuran’ı rehber kitap olarak değil ölülerin arkasından okunan okuma kitabı olarak görmektedirler.
RABITANIN ABUKLUĞU
Tarikatlardaki en garip olaylardan biri de şeyhe rabıtadır. Türkiye’mizde en yaygın tarikat olan Nakşibendiliğin de en önemli uygulamalarından biri olan rabıta şöyle yapılır: Mürit abdestli olarak, kıbleye dönerek yere oturur. Şeyhinin iki kaşının ortasını hayalinde canlandırarak Allah’ı zikreder. Rabıtayla şeyh ile mürit arasındaki sürekli beraberlik sağlanır. Fotoğrafın icadından sonra rabıtayı fotoğrafa bakıp yapan modern (!) Nakşibendiler de mevcuttur. Bu uygulama kadar acayip olan bir izah ise şöyledir: “Rabıtasız zikir yerine, zikirsiz rabıta tercih edilir. Zikir ve rabıtadan birini terketmek zorunda kalırsak zikri terketmek daha uygundur. Çünkü zikirsiz rabıta erdirir, fakat rabıtasız zikir erdirmez.” Günümüzde yaygın olarak yapılan bu uygulama, tarikatlar konusunu niye ayrı bir başlıkla incelediğimizin sebeplerinden biridir. Bize göre en kibar ifadeyle saçmalık olarak değerlendirdiğimiz bu uygulama, Kuran’ın diniyle hiçbir şekilde bağdaşmaz.
Tarikatlarda kullanılan bazı temel deyimlerin Kuran’daki kullanılışlarına baktığımızda, aradaki uçuk farkı, alakasızlığı farkederiz. Örneğin “şeyh” kelimesi Kuran’da “ihtiyar adam” manasında kullanılmıştır (Bakınız 11-Hud Suresi 72, 12-Yusuf Suresi 78, 28-Kasas Suresi 23,40-Mümin Suresi 67). Kuran-ı Kerim’de “veli” kelimesi ise “dost, yakın” gibi manalarda kullanılır. “Evliya” kelimesiyse bu kelimenin çoğuludur. Kuran’a göre her Müslüman Allah’ın velisidir, Allah da onların velisidir (Bakınız 2-Bakara Suresi 257,3Ali İmran Suresi 68, 5-Maide Suresi 55, 7-Araf Suresi 196,9-Tevbe Suresi 71). Kafirler ise şeytanın velisidir, tüm Kafirler de birbirinin velisidirler (Bakınız 4-Nisa Suresi 119, 4-Nisa Suresi 76, 7-Araf Suresi 27, 16-Nahl Suresi 16). Mutlak anlamda gerçek dost sadece Allah’tır. Tüm dostlar ona nispetledir. O halde ondan başka gerçek veli yoktur (Bakınız 2-Bakara Suresi 107, 9-Tevbe Suresi 116, 25-Furkan Suresi 18, 39-Zümer Suresi 3, 42-Şura Suresi 9). Görüldüğü gibi Kuran’da 80’den fazla yerde geçen “veli” veya “evliya” kelimeleri hiçbir yerde günümüzde halka takdim edilen süpermen insanlar manasında kullanılmamıştır. Bu evliyaların, şeyhlerin gösterdiği olağanüstü haller manasında “keramet” kelimesinin kullanıldığına da Kuran’da rastlamıyoruz. Bu kelimeyle aynı “KRM” kökünden bir çok Şil Kuran’da geçer ve bu kelimelerle Allah’ın cömertliği, verdiği rızıkların bolluğu anlatılır ama süper adamların süper olağanüstülükleri anlatılmaz (Bakınız 27Neml Suresi 40, 8-Enfal Suresi 4, 17-İsra Suresi 70, 36-Yasin Suresi 11).
Tarikatlardaki dönmelerin, semanın, musikinin dinin bir parçası olduğu iddia edilmediği sürece hiçbir zararı olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü Kuran bunları ne yasaklamıştır, ne de emretmiştir. Yeter ki bu uygulamalar ibadet olarak takdim edilmesin. Fakat ne yazıktır ki birçok tarikatta bu tarz uygulamaların adeta dinin bir uygulaması gibi tanıtıldığına tanık olmaktayız. Bizim de karşı olduğumuz budur. Yoksa Müslümanlar elbette ki vakışar, dernekler gibi kurumsal yapılar kurabilir, bunların içinde bir hiyerarşi oluşturabilirler. Tüm bu kuruluşlarda şiir okunması, müzik dinlenmesi, sema, sanat, toplantı, gösteri yapılması da normaldir. Fakat anormal olan insanları tartışılmaz ilan etmeleri; ister iyi, ister kötü olsun tarikatların kendilerini ve Kuran’da yer almayan uygulamalarını dinin bir parçası gibi göstermeleridir.
Tarikatların diğer bir zararı ise dinimizi bir çile dini gibi tanıtmaları olmuştur. Hindu anlatımlarını ve Hindu tarikatlarını andıran suni çilelerle, müritleri terbiye edeceğini söyleyen tarikatlar; insanları karanlık odalarda uzun süre aç, susuz bırakıp, onlara acı çektirip, bir çok kişinin ruh dengesini bozmuşlardır. Ruh dengesi bozulan bu insanların gördüğü halusinasyonlar ise, bu kimselerin üstünlüğüne, evliya olduklarına yorumlanmıştır. Oysa Kuran’da hiçbir Peygamber’in, hiçbir kimsenin, kendisine böyle suni çileler çektirip, kendi kendine işkence etmesi geçmez. Kuran’a göre Allah gerekirse imtihan için zorluk verir ve bu zorluk her ne olursa olsun Müslüman buna katlanır. Fakat bu zorlukları Allah hayatın doğal akışında insanın karşısına çıkarır; yoksa çile olsun diye, zorluk olsun diye insanın kendisine işkence etmesine dinimizin tek kaynağı olan Kuran’da rastlamayız.
EFENDİLERİN KUYRUĞUNA TAKILMA
Ve derler ki: “Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.”
33- Ahzab Suresi 67
Geleneksel İslam’ın uygulayıcısı, atalarından miras kalan mezhebine hiçbir akılsal kritere dayanmadan uyar. Mezhebin bu tabileri, mezhep büyüklerinin ne kadar zeki, ne kadar üstün ahlaklı olduklarına dair hikayeler anlatarak bağlılıklarını meşrulaştırmaya çalışırlar. Bu şahıslara göre büyükleri (mezhep imamları) her şeyi düşünmüştür. Onlara uymak yeterlidir, onların karar verdiği bir konuda düşünmek, tartışmak, sorgulamak edepsizliktir. Geleneksel İslamcıların dini direkt öğrendiği bir kaynaksa tarikattaki şeyhleridir. Tarikattaki bu şeyhlere de çoğu zaman “efendi”, “efendi hazretleri”, “hocaefendi” gibi lakaplar takılır. Vefat etmiş mezhep imamlarına karşın bu efendiler yaşayan dini kaynaklardır. Bu büyüklere ve efendilere uymaktaki temel mantık aynıdır: Düşünmeden tabi olmak, sorgulamamak, aklı çalıştırmadan onların aklına güvenmek. Oysa Kuran’ın alıntıladığımız ayetinde görüldüğü üzere, birçok insanın doğru yoldan sapmasının sebebi büyüklerine, efendilerine körü körüne bağlanmalarıdır. Aklı çalıştırmanın yerine taklidi ön plana çıkartan; atalara uyarak yol bulmanın, çoğunluğun tercihine bakarak yol bulmanın ve efendilere, büyüklere teslim olarak yol bulmanın hiçbirini Kuran kabul etmemektedir. Kuran dinin kaynağı olarak kendisinden başka ne bir efendiyi, ne bir mezhebi, ne bir hadisi, ne de herhangi bir tarikatı belirtmez. Kuran’a göre doğruya ulaşma aklı dışlamayla değil; aklı kullanma, düşünme faaliyetiyle gerçekleşir.
Kuran’ı okuyup düşünmüyorlar mı?
4- Nisa Suresi 82
Ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
38- Sad Suresi 29
... Size ayetlerimizi açıkladık, belki akıl erdirirsiniz.
3- Ali İmran Suresi 118
ŞEYHLERİ UÇURAN MÜRİTLER
Ölen şeyhlerin kabirlerinde yapılan garip hareketler, bez bağlamalar,eğilmeler, secdeler de başlı başına bir rezalet tablosudur. Şeyhlerin bir kısmının ölmeden tarikatın devamını oğluna, damadına, kardeşine bırakıp, bu manevi ve maddi sömürü çarkının aile tekelinde tutulması da sayısız garipliklerin bir halkasıdır. Oysa dinimize göre emanet ehline verilir, kan bağı olana değil. Müritlere bile layık görülen evliyalık mertebeleri, şeyhlere çok daha abartılı bir şekilde verilir. Şeyhlerin kerameti diye öyle hikayeler anlatılır ki;
Kuran’da anlatılan birçok Peygamber mucizesinin bile bu kerametler kadar olmadığı görülür. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur.” deyimiyle halkın arasında ifadesini bulan bu gerçek, ayrı tarikatın müritlerinin birbirlerine karşı hava atma mekanizmalarıdır. En çok ve en büyük kerameti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müritler, böylece her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak bu yarışı karşılıklı devam ettirirler. Hayvanları, insanları canlandıranlar; denizlerin, okyanusların üstünde yürüyenler; aynı anda bir sürü yerde gözükenler; neler vardır, neler... Süpermen şeyhler kalpleri bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde bulunur, bir bakışıyla hidayete erdirir, dilediğini cin veya diğer yöntemleriyle çarpar, üfürüğü, tükürüğü, nefesi ile şifalar saçar, dokunuşlarıyla alemlere nurlar yağdırırlar! Şeyhler bunları yapınca müritlerin ne haddine düşer şeyhe itiraz, şeyhin lafını tartışma, aklını kullanma! Müridin en iyisi gözü kapalı itaat eden ve itaati en çok olandır.
Müslümanlığa geçişinin en başında bu tarikatlara kapılan Türk halkı, ne yazık ki hala araştırma, akletme yerine taklidi, tabi olmayı getiren bu tarikatların düşünceye vurduğu zincirlerden kurtulamamaktadır. Körü körüne itaat, hayatın zevklerinden kendini soyutlama, az gülme, bireysel zekayı az geliştirme gibi özellikler tarikatların verdiği zihniyetin sonuçlarıdır. Hatta tahminimizce bir araştırma yapılsa; bugün halkımızın, belli liderleri tartışmasız önder kabul
etmelerinin kökündeki sebeplerinden biri olarak tarihimizde uzun ve derin etkisi olan tarikatlara, şeyhlere körü körüne uymayı buluruz. “Karı gibi gülmek” gibi hayattan gülerek zevk almayı, neşeli olmayı hoş karşılamayan deyimlerin çıkış sebeplerinde de Osmanlı döneminde yıllarca devam etmiş tarikat terbiyesini bulabiliriz. Kanaatimizce tarikatların verdiği bu terbiye geleneğe dönüşerek, günümüzde tarikatla alakası olmayanların bile yaşamlarında, farkında olmamalarına rağmen derin etkiler bırakmıştır. Çilede medet ummayı ve bir insanı aşırı yüceltip, araştırmadan o insana bağlanmayı gerektiren tarikatlar, Kuran’ın istediği aklını çalıştıran insan modelinin önünde en önemli engellerdir. Kuran’a gidip, Kuran dışında tüm dini kaynakları, hadisleri, ilmihal kitaplarını, mezheplerin dinini Kuran’ın önünden süpürmek, nasıl Kuran’ın dininin ortaya çıkmasının bir şartıysa, aynı şekilde tarikatlar da Kuran’ın dininin ortaya çıkıp, dini, şeyhlerin tekelinden kurtarmak için, süpürülmesi gerekenler listesine dahil edilmelidirler. Böylece dinimizin bağlıları Peygamberimiz’in ve daha sonra 4 halifenin döneminde olduğu gibi, Kuran dışında kaynak kitabı olmayan, cami dışında tekke, zaviye gibi alternatif kutsal kurumları olmayan, şeyh gibi Allah’la kul arasında aracılık yapan ruhban sınıfı tanımayan, Allah dışında hiçbir varlığa teslim olmayan, kalple beraber aklını da çalıştıran; salt
Allah’a kul olan kullar olacaklardır.
Haberin olsun, halis din yalnızca Allah’ ındır. O’ndan başkalarını evliyalar edinerek “Biz bunlara yalnız bizi daha fazla Allah’a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz.” diyenlere gelince, Allah tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmünü verecektir. Şu bir gerçek ki Allah yalancı, inkarcı kişiyi doğru yola iletmez.
39- Zümer Suresi 3
Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyaların ardına düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.
7- Araf Suresi 3
http://www.kurandakidin.com/bolumler/15-tarikatlar.asp
TEK TEK CEVAP VERECEĞİM....
ÖNCELİKLE KAYNAK ALINAN SİTENİN NASIL BİR SİTE OLDUĞUNU...
ALLAH'IN EMRİ OLAN BAŞÖRTÜSÜNÜ BİLE "KURANDA BÖYLE BİRŞEY GEÇMİYOR" DİYE İBARET ALINAN KAYNAĞIMI İNSANLARA YUTTURTMAYA ÇALIŞIYORSUN RAMO...
DİYANETİN VAR DEDİĞİNİ SENİN GÖSTERDİĞİN SİTEYEMİ İNANACAĞIZ RAMO...
BURADAN BOZACININ ŞAHİDİ ŞIRACI MİSALİ GELDİ AKLIMA....
SENİN KAYNAK GÖSTERDİĞİN SİTEDE http://www.kurandakidin.com/bolumler/22-basortusu-ve-kapanma.asp "[COLOR="red"]KURAN’DA BAŞI KAPAMAK GEÇMİYOR [/COLOR]" DİYOR...
AMA DİYANET NE DİYOR ?
BİR BAKALIM...

DİN İşleri Yüksek Kurulu’nun 03 Şubat 1993 tarihli kararında, başörtüsüyle ilgili olarak Nur Suresi’nin 31. ayetinde örtünmenin tarifinin yapıldığı bu ayete göre de örtünmenin Allah’ın bir emri olduğu vurgulanıyor. Kararda bazı çevrelerce sanıldığı gibi belli bir zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir ayet veya işaret değil, İslam Dini’nin bir hükmü olduğu ifade ediliyor. Laikliğin devletin temel ilkelerinden biri olduğu da vurgulandığı kararda Anayasa’nın 10. ve 11, maddelerine atıfta bulunularak kadınların tesettüre uymalarının sınırlandırılmasının kişi hak ve hürriyetlerine müdahale olarak değerlendiriliyor. Örtünmenin Cumhuriyet’e, kamu düzenine ve Atatürk ilkelerine aykırılığının da söz konusu olmadığına vurgu yapılarak, Atatürk’ün şu sözü hatırlatılıyor: ‘Eğer kadınlarımız Şer’in tavsiye ve dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin icabettiği tavru hareketle içimizde bulunur, milletin ilim, sanat, ictimaiyyat hareketlerine iştirak ederse, bu hali, emin olunuz, milletin en mutaassıbı dahi takdirden meni nefs edemez.'
ŞİMDİ SÖYLERMİSİN BANA RAMO...
SENİN GÖSTERDİĞİN SİTEYEMİ İNANALIM....
YOKSA DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞINA MI....
KİME İNANALIM....
SENİN BİZE KAYNAK DİYE YUTTURTMAYA ÇALIŞTIĞIN SİTE BAŞÖRTÜ YOK DİYOR AMA BU ÜLKENİN EN İYİ DİN ALİMLERİNİN BULUNDUĞU KURUM OLAN DİYANET VAR DİYOR...
İŞTE İKİYÜZLÜLÜK SİTELERLE BÖYLE OLUYOR...
SONRADA DOĞRUNUN YANLIŞ OLARAK AKTARILDIĞI BİR SİTEYİ BİZE "TARİKATLAR" BÖYLEDİR ŞÖYLEDİR DİYE GETİRMEYE ÇALIŞIYORSUN...
keşke onun yerine LIONS kulübünün kaynaklarını getirseydin ramo... Daha inandırıcı olurdu...
Peygamberimiz’in tek mürşit olduğu, tartışılmaz tek kişi olarak yaşadığı dönemde İslam’ın tek kurumu cami idi. İbadetler, eğitim ve hizmet tüm yeryüzüne yayılan bir faaliyetti, kurum olarak ise bu faaliyetler camide gerçekleştirilirdi. Peygamber’in sağlığında, hatta 4 halife döneminde cami dışında tekke, dergah, zaviye gibi başka kurumların oluşturulmadığı bu tekkelerin, dergahların üyelerinin bile ortak kabulüdür. İlk tekkenin hicri 150, miladi 760 yılları civarında Şam yakınlarında kurulduğu genel kabullerden biridir. Fakat tekkelerin yayılması yüzlerce yıl sonraya rast gelecektir. Tekkelerin ilimler akademisi, askeri hizmet, hatta hastaların tedavisi gibi birçok güzel hizmette kullanıldığı da bir gerçektir. Fakat Kuşadalı İbrahim’in deyimiyle gün gelip de kimi tekkelerin kerhaneye ve meyhaneye dönüştüğü, Kuran’ın emir ve yasaklarıyla alakası olmayan binlerce törenin, gösterinin din adına bu tekkelerde uygulandığı da ayrı bir gerçektir. Tüm bunları gören Kuşadalı, yanan tekkesinin yerine yenisini yaptırmamış ve kendisinden evvel asırlarca yaşayan tekkelerin kapanması gerektiğini ve tüm yeryüzünün adeta bir tekke gibi kullanılıp, Peygamber’imiz zamanındaki gibi cami dışında dini kurumun bırakılmamasını, Kuran dışındaki virdlerin, tarikatların özel dualarının yerini Kuran’a, Kuran’da geçen dualara bırakmasını savunmuştur.
İlk tekkenin Remle'de Hâce Abdullah Ensarî tarafından kurulmasından (Süleyman Ateş, Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri, İstanbul 1969, 10) kısa bir müddet sonra her tarafta yayılan ve dolayısıyla daha sonra kurulan Müslüman devletlerin kuruluş faaliyetlerinde bulunan tekkeler, Türklerin Anadolu'ya gelip yerleşmesinde de büyük ölçüde rol oynadılar. Keza, Anadolu'nun İslamı kabülünde de bunların rolü inkâr edilemeyecek kadar büyüktür (Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisadî ve İctimaî Tarihi, İstanbul 1974, 1, 38).
İslâm ülkelerinde tarikat mensuplarının oturup kalkmalarına, zikr ve ibâdet etmelerine mahsus bu müessese, Farsça "Tekye" kelimesinden gelmektedir ki çoğulu "Tekâya"dır. Mısır Mevlevî Şeyhi Azmi Efendi, "Nuhbetu'l-Adâb" adlı eserinde bu müesseselerin kuruluş gayesini şöyle açıklar: "Tekâya, ilim ve fen tahsil ederek, dünya alâkalarından el çekenler ve ruhâni seyr ve terakkıyata çalışanlar için bina olunduğundan ilimde behresi (nasibi, payı) olmayan cahiller evvela ilim tahsili için medreseye gönderilmeli yahut tekkede talim ve tedrise muktedir zatlar tarafından okutulmalıdırlar" (M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III, 445).
Müslüman toplumların ekonomik ve sosyal yapısının teşekkülünde hariç vazifesi gören bu teşkilâtın, son zamanlarındaki durumlarına bakıp bunların devamlı böyle olduğunu zannetmek, doğru değildir. Nitekim, M. Cevdet bu mevzuya temasla "Son zamanlardaki tereddisine bakıp ta tekkelerin daim öyle olduğuna hükm etmemelidir. Dört mevsimden Sonbahara bakarak İlkbaharda da ortalığı yapraksız ve yeşilliksiz sanmak doğru olmadığı gibi, kemâl zamanlarında tekkeler, ruhları çok terbiye etmiştir. Eskiden tekkeler, edebiyat, musikî ve tarih ocakları idi. Hayatın ızdırabını dindirmek ihtiyacında olanlar oralara koşar, nefis bir ahengin şelâlesi altında ruhlarını yıkar, tesellikâr söz ve tarihî menkıbelerle yeniden canlanırlardı. Hâsılı tekkeler, ye's ve mahrumiyet ile canına kıyacak insanların, yeniden tamir gördüğü yerlerdir" diyerek bir gerçeği ifade eder.
Psikolojik, pedagojik ve tıbbî meselelere varıncaya kadar geniş bir hizmet sahası olan tekke, o devrin mektebidir, hastahanesidir, spor okuludur, dinlenme kampıdır, beldenin güzel sanatlar akademisidir, edebiyat ve fikir ocağıdır, moral kaynağıdır. Velhasıl tekke, insanların hayır ve faydasına olan şeydir.
Tarih boyunca tekkelerin icra ettiği fonksiyonu şöylece özetlemek mümkündür:
1. Tekkeler, özellikle kuruluş yıllarında, şeyhler tarafından seçilen yerlerde kuruluyorlardı. Bundan dolayı onlar, etraflarındaki insanların mânevî ihtiyaçlarını temin ederek, bölgelerinin insanlarına sahip çıkıyorlardı. Böylece Kur'an'ın tavsiye ettiği bir metod olan hikmet ve güzel öğütle insanları dine ve hakikata çağırıyorlardı.
2. Bilhassa Osmanlı'larda, tekke ve zâviyelerin bir kısmı devlet tarafından, yolculuk ve ulaşım için tehlikeli olan yerlerde tesis ediliyordu. Bu bakımdan, dağlarda, korkunç boğaz ve geçitlerde tesis edilen tekkeler, askeri sevk ve idareyi kolaylaştırmak, ticarete engel olabilecek eşkıya vs. gibi kimselere mani olmak için birer jandarma karakolu vazifesi de görüyorlardı. Böylece tekkeler, kar ve yağmurlu günlerde yolcular içinde bir sığınak oluyordu.
3. Oturma merkezlerinde (meskûn mahal) kurulan tekkelerin gördüğü önemli hizmetlerden biri de kültür iletişiminin, halk arasındaki birlik ve sıhhatli bir haberleşmenin sağlanması idi.
4. Tekke ve zaviyelerin zaman zaman ruh ve sinir hastalıkları için tedavi merkezi olarak da kullanılmaktaydı. Daha çok telkin ve irşad yolu ile hizmetlerini sürdüren bu şifa yurtları, çoğu zaman bir şeyhin önderliğinde, toplumun bu sahadaki yaralarına çareler arıyordu (Geniş bilgi için bk. Mustafa Kara, Tekke ve Zaviyeler, İstanbul 1977, 120-128).
Çeşitli yönleri ile insanlara hizmette bulunan tekkeler, Osmanlılar döneminde tamamıyla vakıflara bağlıydılar. Vakıflar tarafından geliri temin edilen tekkeler malî yönden sıkıntı çekmezlerdi. Ayrıca devlet, bunlara yardımda bulunuyordu. Hatta, tekkelere bağlı bulunan vakıf araziden vergi almamak suretiyle bu yardım sahası daha da genişletilmişti.
Tekkeler, insanlara sundukları hizmetlerin yanı sıra, dervişlerin devamlı olarak ikamet ettikleri ve tarikata intisâb edenlerin, zikir ve merasimi toplu olarak yaptıkları yerlerdir. Bu sebeple tekkeler mimari yapı olarak şu kısımlardan oluşmaktaydılar: Semâhane, çilehane, türbe, derviş odaları, selâmlık, harem, mutfak ve kiler, kahve ocagı (Celal Es'ad, Türk Sanatı, İstanbul 1928, 100-101).
Türkiye'deki tekkeler, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin İslâm dini aleyhindeki faaliyetleri çerçevesinde çıkarılan bir kanunla 30. 11. 1925 yılında kapatıldı.
kaynak
ramo, Fakat Kuşadalı İbrahim’in deyimiyle gün gelip de kimi tekkelerin kerhaneye ve meyhaneye dönüştüğü, Kuran’ın emir ve yasaklarıyla alakası olmayan binlerce törenin, gösterinin din adına bu tekkelerde uygulandığı da ayrı bir gerçektir. Tüm bunları gören Kuşadalı,
GELECEĞİ BİLMEK KİME MAHSUSTUR....
PEYGAMBERMİDİRKİ GELECEK KENDİSİNE BİLDİRİLSİN....
BUNU HANGİ KAYNAK TAN ALIYORSUNUZ... KUŞADALI İBRAHİM'İN DEDİĞİNİ YAŞAR NURİ ÖZTÜRK'TEN...
KAYNAK NE MÜKEMMEL DEĞİL Mİ?
Peygamber’imiz zamanındaki gibi cami dışında dini kurumun bırakılmamasını, Kuran dışındaki virdlerin, tarikatların özel dualarının yerini Kuran’a, Kuran’da geçen dualara bırakmasını savunmuştur.
BİRKAÇ MÜSLÜMAN BİR ARAYA GELİPTE CAMİNİN DIŞINDA BİR YERDE, BİR ARKADAŞININ EVİNDE BİR ARAYA GELİPTE DİNİ İBADETLERİNİ YAPAMAZMI?
YAPTIĞI ZAMAN DİNİN DIŞINAMI ÇIKMIŞ OLUR...
CAMİİLER, MÜSLÜMANLARIN TOPLU OLARAK İBADET ETTİKLERİ YERDİR...
FERDİ OLARKA 3-5 KİŞİ BİR ARAYA GELDİĞİ ZAMAN İBADET ETMEK İÇİN SADECE CAMİYEMİ GİTMEK GEREKİR... İSLAM DİNİ CAMİNİN DIŞINDA BİR YERDE İBADET YAPAMAZMISINIZ DİYOR...
ŞEYTAN ACABA KİMİN MÜRŞİDİ?
“Tarik” Arapça “yol” demektir. Bundan türetilen “tarikat” ise “yol, yöntem, usul, tarz” manalarına gelir. Tarikatlar Allah’a gitmek için bir yoldur, bir mecburiyet değildir şeklinde yumuşak izahlarla tarikat bağlılığını açıklayan tarikatçılar vardır. Fakat birçok tarikatçı “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.” uydurma hadisiyle tarikata girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe, kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadır. Şimdi sormak lazım yüzlerce yıl tarikatların yokluğunda Müslümanlar eksik Müslümanlar olarak mı yaşadılar? Tarikat şeyhlerinin yaygın olmadığı bu dönemde Müslümanların mürşidi şeytan mıydı? Kuran’ın izahları bu yıllara kadar Müslümanların manevi gelişimine rehberlik etmekte yetersiz mi kaldı ki tarikatlara ihtiyaç doğdu? Kuran’a göre Kuran din adına her şeyi açıklamaktadır. Peygamber’imiz ise Kuran’ın uymamız konusunda keŞl olduğu tek insandır. Oysa tarikatların ürettiği birçok şeyh tartışılmaz kişi ilan edilmiş, bu şeyhlerin etrafındakiler kurtulanlar, diğer kimseler cehennemlik olanlar olarak sınıflandırılmış, bu şahıslara uymak dinin en önemli şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu tarikatların birçok liderinin Mehdi veya İsa ilan edilmesi sadece geçmişteki tarikatların değil, günümüzdeki birçok tarikatın da bir gerçeğidir. (Mehdi ve İsa’nın gelişi ile ilgili inançlar için 20. Bölümü okuyunuz.) Her şehirde, kasabada veya mahallede bahsettiğimiz tiplere rastlayabiliriz. Bunların çoğu paranoyak hezeyanları olan, insanların hem ruh dünyasını, hem de kesesini zarara uğratan kişilerdir. Bu tavırlarıyla Kuran’ın bize anlattığı sahtekar Musevi ve Hıristiyan din adamlarının dinimizdeki karşılığı bu şeyhlerdir.
Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla yerler.
Fakat birçok tarikatçı “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.” uydurma hadisiyle tarikata girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe, kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadır.
kurtuluş şartı gibi sunmaktadır...
Kim sunmaktadır.. Tarikatlar...
Ali oğlu Mehmetin tarikatımı yok TARİKATLAR...
hangi tarikattan hangileri, isim ver bunu sunuyor...
Ortada iddia var, ıspat varmı...
"Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır..."
Aklı selim olan bir müslüman bunu yutarmı, bir insannın şeytanlaşması için neler gereklidir...
Kaldıki islamın feyzini almış bir alim "İSLAMİYETTE ZORLAMA OLMAYACAĞINI é senden benden daha iyi bilir...
ÇÜNKÜ İSLAMİYETİN ÖZÜ GÜZELLİKTİR....
BURADANDA ŞUNU ANLIYORUZKİ İFTİRA VAR AMA ISPAT YOK...
YANİ ÇAMUR AT İZİ KALSIN....
Kuran’ın izahları bu yıllara kadar Müslümanların manevi gelişimine rehberlik etmekte yetersiz mi kaldı ki tarikatlara ihtiyaç doğdu?
Bu topraklarda neden DİN ALMİLERİ yatmaktadır?
Hiç sordunmu kendine....
neden anadolnunu her köşesinde saysızı din alimleri bulunuyor...
Elma armut toplamak içinmi sence...
bunun cevabını verdiğni zaman sorunun cevabınıda almış olursun....
Tarikat şeyhlerinin yaygın olmadığı bu dönemde Müslümanların mürşidi şeytan mıydı?
KENDİN PİŞİR KENDİN YE...
HEM İFTİRA AT TARİKATLAR BÖYLEDİR DE SONRADA BUNU CEVAPLAMASINI BEKLE...
NE KADAR GÜZEL KARLAAMA DEĞİLMİ?
Kuran’a göre Kuran din adına her şeyi açıklamaktadır. Peygamber’imiz ise Kuran’ın uymamız konusunda keŞl olduğu tek insandır.
PEKİ ÖYLEYSE NEDEN ALLAH'ÎN KİTABI OLAN KURANDA EMİR OLUNAN BAŞÖRTÜYÜ BU SUALLERİN ALDIĞIN SİTEDE NEDEN YOK DİYE GÖSTERİLİYOR....
Oysa tarikatların ürettiği birçok şeyh tartışılmaz kişi ilan edilmiş, bu şeyhlerin etrafındakiler kurtulanlar, diğer kimseler cehennemlik olanlar olarak sınıflandırılmış, bu şahıslara uymak dinin en önemli şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu tarikatların birçok liderinin Mehdi veya İsa ilan edilmesi sadece geçmişteki tarikatların değil, günümüzdeki birçok tarikatın da bir gerçeğidir.
İSİMLER ALALIM LÜTFEN...
HANGİ TARİKAT ÜRETTİĞİ KİŞİ "NASIL KİŞİYİ ÜRETİYORLARSA" TARTIŞILMAZ KİŞİ İLAN ETMİŞ...
YANBİ PEYGAMBERMİ İLAN ETMİŞLER KENDİLERİNİ...
DİNİ KONUDA AZDA OLSA BİR MÜSLÜMANIN KİMİN CENNETE GİDEBİLECEĞİ, KİMİN CEHENNEME GİDEBİLECEĞİNİ BİLMESİ GEREKİR...
BU YÜZDEN YANIMDAKİLER CENNETE DİĞERLERİ CEHENNEME DEMEK MANTIKLI GLEMEZ BANA...
BU ANCAK ÜÇKAĞITÇILARIN İŞİ OLUR...
BÖYLE DENMİŞSE HANGİ TARİKATTA BU OLAY YAŞANMIŞTIR...
HEPSİ DEYİP KISA CEVAP VERME... HEPSİ BÖYLESYSE BİR TNAESİNDE BU YAŞANMIŞ VE GÜN YÜZÜNE ÇIKMIŞ DEMEKTİR...
HANGİ TARİKAT LİDERİ KENDİSİ MESİH İLAN ETMİŞ...
GEÇMNİŞTEN BERİ GELEN HEPSİ KENDİLERİNİ MESİHMİ İLAN ETMİŞLER...
ŞEYHE KÖRÜ KÖRÜNE İTAAT
Tarikatların en önemli kurallarından biri müridin kendisini şeyhine ölünün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi bırakmasıdır. Kuran’ın aklımızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat esastır. Tarikat üyelerine akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine tabi olmaları, aklın bu yolda yürümeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılması, şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır. Üstelik kişi aklı kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra üniversite bitiren okumuş müritle; cahil, okuma yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden bizi tarikatlardaki okumuş kişilerin tavrı şaşırtmamalıdır. Çünkü bu kişiler tarikatların yapısı gereği aklını kenara bırakmış ve şeyhe teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen ile bilmeyenin farkının kalmamasıdır. Araştırma yerine yutturma, düşünme yerine taklit esas olunca, tarikattaki herkesin inancı, hayata bakış açısı ve dini değerlendirişi tamamen şeyhiyle aynı olmaktadır. Hatta birçok zaman “aklı bırakma prensibi” kabul ettirildiği için şeyhten çok daha bilgili ve kültürlü bir kişi bile “ Ben bilmem, şeyhim bilir. Şeyhim diyorsa vardır bir hikmeti.” izahlarıyla şeyhin en saçma izahlarını bile yutmaktadır. Yakın zamanlardan trajikomik birkaç izaha yüzlerce tarikat bağlısının sırf şeyhleri dedi diye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz. Birinci şeyhin Amerika’ya kızıp nasıl uzay mekiğini düşürdüğünü şeyhin müritleri büyük bir gururla anlatıyorlardı. İkinci şeyhin ise Kıbrıs’ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürültüyü ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri bile hemen kabul etmişlerdi. Üçüncü şeyh ise nefislerinizi terbiye edeceğim diyerek müritlerine cinsel organını öptürüyor, cinsel organı öpecek mürit tören havasında “Muz yemeye” parolasıyla şeyhin cinsel organını öpmeye götürülüyordu. Tarikatların yapısını ve şeyhe bağlılığın felsefesini bilmeyenlere; okumuş, kültürlü müritlerin bile bu saçmalıklara inanmasını anlamak çok zor gelmektedir. Fakat eğer tarikata girenlerin baştan akıllarını kenara bırakıp, çoğu zaman yarı veya tam kaçık şeyhlere tabi oldukları ve düşünme yerine taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa bu hareketleri de anlaşılabilir. Tarikatlara girenlere verilen tarikat terbiyesini anlamak için bir tarikatta müride uymasının zorunlu olduğu yedi madde diye eline verilen listeyi görelim:
EVET.... ŞÖYLE BU YAZIYI OKUDUKTAN SONRA BİRAZ GÜLÜP KEYDFİMİZ YERİNE GELSİN....
SAPIKLAŞMIŞ BİR KAÇ İNSANIN YAPTIĞINI DİN ADINA YUTTURARAK BİTÜN İSLAM ALEMİNE MAL ETNMEYE KALKIŞANLARDANMISINIZ...
FETOŞ FETOŞ FETOŞ DEYİPTE ANTİ FETOŞ EKİBİ KURULDU BU SİTEDE..
NEDEN FETHULLAH GÜLENİ SEVMİYORLAR...
EN DOĞAL HAKLARI SEVİP SEVMEMEK...
AMA BU SEVMEYEN İNSANLAR SENİN ANLATTIKLARINDAN BŞİR TANESİ OLMUŞ OLSAYDI ŞİMDİ SERBEST KÜRSÜ ONLARCA PAYLAŞIMDA OLMUŞ OLURDU....
BAKALIM NE YAZMIŞSIN...
HANGİ AKILLI MÜSLÜMAN Kuran’ın aklımızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat esastır. Tarikat üyelerine akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine tabi olmaları, aklın bu yolda yürümeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılması, şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır. BUNA İNANIR....
AKILLARINI BIRAKIP ŞEYHLERE TABİİ OLMASI...
BRE ADAM İSLAMÖ DİNİ AKLAM VE MANTIĞA UYGUN EN UYGUN DİNKEN SEN DİN ADINA AKLINI KULLANMAMASINI İSTİYORSUN...
BUNUDA TARİKATLAR YAPIYOR DİYORSUN....
HANGİ TARİKAT BUNU YAPMIŞ DESENE...
Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılması, şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır.
İSA MESİR BAŞKA BİLDİĞİNİZ BİRŞEY YOKMU SİZİN.... BÖYLE YAPARAK MADDİ AÇIDAN SÖMÜRÜYORMUŞ....
DİNE YAPILAN İLAVE EKSİLTME BRE CAHİL ADAMLAR, ALLAH KATINDA HAK DİN OLAN İSLAM DİNİNDE NE BİR EKSİLTEM NEDE BİR ÇIKARTMA OLMUŞTUR...
KURANI KERİMİN TEK HARFİ DĞEİŞMEMİŞTİR, NEDEN CAHİLLER?
ÇÜNKÜ YARADAN İSLAM DİNİNİ KİTABINI KORUMAYA ALMIŞTIR...
DİNİMİZDE BÖYLECE KORUMA ALTINDADIR...
UYGULARSIN UYGULAMAZSIN O AYRI O KENDİ İRADENE KALMIŞTIR...
AMA CAHİL ADAM İSLAM DİNİN EKSTA BİRŞEY SOKULMAMAMIŞTIR..
ŞÜPHESİZ BU İŞİNE GELMEYENLER CÜMLELERİDİR...